Eskilerin güzel bir sözü vardır. “At izi it izine karıştı” derler. Ülkenin her tarafındaki çevre ve imar işleri de aynı durumda…
Tam bir karambol hakim ortalığa. Böyle bir karambolde çevre değerlerimiz de kan kaybediyor, imar yetkileri de güme gittiği için kör tuttuğunu öpüyor. Her iki konuda da doğru dürüst bir disiplin kalmadı. Ankara karmakarışık etti düzeni ve ne yazık ki, sorumsuzca etmeye de devam ediyor.
En tepeden gelen iki satırlık bir yazıyla ormanlarımız madencilerin saldırısıyla delik deşik ediliyor. Zeytinliklerimiz akıllara esen plansız-programsız yatırımların kurbanı oluyor. Hazine arazilerimiz, hem de en değerlileri keyfe göre imara açılıyor. Yazı en tepeden geldi mi, mevcut yasalar ve yetkiler filan tepetaklak oluyor, eski köyler yeni adetlerle kolayca yönetiliyor. Bu gidişe dur diyecek, fren olacak, engelleyecek tüm kurumlara ve yasalara sahibiz. Ama ülke “ben yaptım oldu” sistemiyle yönetildiği için, görevlerini yapması gereken kurumların tamamı felce uğruyor.
Öyle olunca, çorbaya dönüyor kurallar, kavramlar ve görevler. Bu durumda ne Parlamento görevini yapabiliyor, ne Bakanlıklar, ne kurumlar ve ne de yerel yönetimler. Hele yerel yönetimlerin durumu daha da feci.. Merkeze ait değilse yerel yönetim, muhalefet partisine mensupsa eğer yandığının resmidir. Ne doğru dürüst hizmet götürebiliyor halka nede imar mevzuatını gereği şekilde yürütebiliyor. Ankara’nın keskin kılıcı, kafasının üzerinde sürekli gezinip duruyor çünkü. Harika bir ülkeyi, çok güzel bir memleketi, bereketli ve verimli toprakları, çok değerli doğal varlıklarımızı bu önlenemez kargaşa yüzünden mahvediyoruz. Nereye ne yapılır, ne yapılmaz kavgasını köpürtmekte, yasaları ve yasakları istediğimiz hale getirmekte, işimize geldiği gibi değiştirmekte üzerimize yok.
İki dudak arasından çıkan talimatla yönetilen bir ülke durumundan ve görüntüsünden süratle uzaklaşmamız, aslımıza ve fabrika ayarlarımıza hemen dönmemiz lazım.
Bunu çabuk başaramazsak, vaktimizi akılsız ve aptalca kavga ve uygulamalarla geçirmeye devam edersek, elde avuçta kalan son değerlerimizi de kaybederiz. Bunu böylece belirttikten sonra, dönelim tekrar çevre tahribat kasırgasına.
Allah korusun bir harp geçirseydik, o zaman bile böylesine zarar veremezdik çevremize, zarar görmezdi doğal değerlerimiz ve güzelliklerimiz. Ormanlarımızı delik deşik edip kevgire çevirmez, tarım arazilerimizi perişan etmez, denizlerimizi ve göllerimizi, akarsularımızı zehirleyip kirletmez, çok zengin zeytinliklerimizi betona teslim etmezdik. Ama üzüntüyle kabul etmeliyiz ki, son çeyrek asırdır bir afet gibi, kasırga gibi topraklarımızın üzerinden esip geçtik, önümüze ne geldiyse yerle bir ettik.
Ne zaman ki Devlet Planlama Teşkilatını lağvettik, işte o zaman çevremizi mahvetmenin fitilini ateşledik. Sahipsiz bıraktık zenginliğimizi, iki dudağın arasına bıraktık doğal zenginlik ve değerlerimizi. Eskiden Planlamaya sorulmadan bir toplu iğnenin yeri değiştirilemez, hiçbir yere çivi bile çakılamaz, tek bir tuğla bile konulamazdı. Ama planlama gidince, sen-ben-bizim oğlanın aklına ve keyfine kaldı ortalık.
Bilgi, ehliyet ve liyakat da ortadan kaybolunca, olanlar oldu işte. Şimdi Türkiye’nin her yanından çevrecilerin çığlıkları yükseliyor ve haklı olarak “ben yaptım oldu” projelerine engel olmaya çalışıyor herkes. Ama bu konuda da armoni bozuldu. Bilen de bilmeyen de konuşmaya, ahkam kesmeye başladı, hatta konuyu siyasi çıkar haline getirmeye, kişisel prim toplamaya çalışanlar da görülüyor artık. Öncelikle şunu vurgulamalıyız, çevre konusu her şeyin üzerinde tutulması gereken hassas bir konudur. Bu konuda herkesin söz hakkı vardır, herkes görüşünü rahatlıkla belirtebilir ve hepimizin farklı görüşlere saygılı olması, davranması gerekir.
Bir kıdemli çevreci olarak, önce şunu söylemek istiyorum. Hangi sebeple olursa olsun, bir karış yeşilliğe bile dokunulmasına, doğal güzelliklerimizin ve değerlerimizin bir karışının bile bozulmasına karşıyım. Ama benim karşı olmam ya da böylesine bir fanatizmi sürdürmem hiçbir şeyi değiştirmez. Bunun yanına eğer aklı, yaşam gelişimini, yoğun nüfus artışı gibi yerleşimi ve şehirleşmeyi tetikleyen oluşumları yerleştirmez ve kabul etmezsem, çevreyi olduğu gibi koruma karar ve gayretimin hiçbir kıymeti kalmaz. Onun için planlı programlı hareket etmek lazım diyorum ya.. Bugün Türkiye’de altyapısı hazırlanmış planlı-programlı projelere karşı çıkılıyor. Ama hiçbir altyapıya sahip olmayan, dağa taşa kondurulan sitelere, peynir kalıbı gibi yapılara, kimsenin bir dediği yok. Dolaşın bir sahil kentlerimizi, kasabalarımızı hatta köylerimizi, hele turizm bölgelerindeki yapılaşmalara bir göz atın, ne demek istediğimi anlarsınız.
Artık çevreciler bile birbirlerini anlayamaz hale geldiler. Rezil olmuş, çevrenin tüm lağımını içine çeken, tepeleri altyapısız, sağlıksız evlerle dolu sulak alanları koruyoruz diyenler, sadece altyapısına milyonlarca dolar harcayacak ve çevredeki gecekondulaşmayı önleyecek ciddi projelere karşı çıkıyorlar. Bunu da anlamakta zorlanıyorum işte. Bu karşı çıkılan projelerden vazgeçildiğinde, aynı alanların çevresindeki örnekler gibi altyapısız binalarla dolacağını çok yakında hep birlikte göreceğiz. Ciddi projelere hayır ama yap-sat’çıların ev ve sitelerine evet demenin zararına tanık olmaya hazır olmalıyız.
Benzer çekişmelere Ege ve Akdeniz’in çok yerinde rastlıyoruz. Şimdi bir yeni kavga da Çeşme projesinde patladı. Benim yararlı gördüğüm projeye, büyük bir topluluk ve bilirkişi heyeti karşı çıkıyor. Tepkilere ve endişelere saygılı olmakla beraber, aynı korkuyu bu projede de yaşıyorum. Bu proje engellenirse eğer, o muazzam hazine arazilerinin yerlerinde altyapısız binlerce yapı engeç 4-5 yıl içinde yapılır. Yaşayıp göreceğiz birlikte.
Keşke her tarafı doğru dürüst koruyabilsek ve betona yenik düşürmesek. Ama ben çevrenin altyapısı mükemmel, doğal kaynaklara zarar vermeyen ciddi projeleri engelleyerek değil, dağa taşa kondurulan altyapısız ve çevreye büyük zararlar veren sitelere mani olunarak korunabileceğine inanıyorum. Şer’in önünü ehven-i şer’le kesmek diye bakabilirsiniz buna. Nasıl bakarsanız bakın, bu ülkede çevreyi layıkı şekilde koruyabilmek için yeniden bir çevre planı oluşturmakta ve bu oluşumu bilgili, deneyimli, ehliyet ve liyakat sahibi kadrolarla gerçekleştirmekte yarar var.
Nüfüs artışını durdurmadıkça, üç çocuk hedefini frenlemedikçe, siyasi hesaplarla milyonlarca mülteciyi topraklarımıza sokmaktan vazgeçmedikçe, çevreyi korumakta daha da zorlanacağımızı görmemek için kör olmak lazım. Gerçek çevrecilerin bu fotoğrafı da göz önünde tutmalarında yarar var. Ayrıca bir aylık tatil için yazlık ev sahibi olma lüksünden de vazgeçmeliyiz. Biz bu kadar zengin bir ülke değiliz. Kaldı ki, zengin ülkelerin hiçbiri artık böyle bir aptallığı yapmıyor, izin vermiyor.