Karamanoğlu Mehmet Bey’in 13 Mayıs 1277 tarihindeki “Şimden gerü hiç kimesne kapuda ve dîvânda ve mecâlis ve seyrânda Türkî dilinden gayrı dil söylemeyeler.” fermanı, Türkçenin devlet dili olmasında, gelişmesinde ve gelecek nesillere devredilmesinde önemli bir yer teşkil etmektedir. 745 yıl önce Türkçemiz ile ilgili söylenen bu önemli fermanı her 13 Mayıs günü Türk Dil Bayramı olarak kutlamaktayız.
Ayrıca, Türkün atası büyük Türk başbuğ Atatürk’ün katılımıyla 1932 yılında düzenlenen I. Türk Dili Kurultayı’nın açılış günü olan 26 Eylül’ü, her yıl “Türk Dil Bayramı” olarak kutlanmaktadır
Türk dili, binlerce yıllık tarihiyle millî kültürümüzün yaşayan değeridir. Türkün ortak ifade aracı olan dil, yaşayan (canlı) bir varlık olarak doğuşundan günümüze kadar gelen milli mirasımızdır. Türk Dil Bayramımz, milletimize ve Türk dünyasına kutlu olsun.
Türkçe-Edebiyat öğretmeni, bir dil hocası olarak "benim de söyleyeceklerim olmalı" diye düşündüm.
Dil, bir milletin kimlik ve kişilik belgesidir. Soy (ırk) sesidir, hayat nefesidir.
Bir dil otoritesi olan, Dilbilgisi kitapları yazarı Muharrem Ergin, dili şöyle tarif etmektedir. “Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıta, kendisine mahsus kanunları (kuralları) olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş içtimai bir müessesedir.”
Ünlü filozof Konfüçyus, bir ülkenin idaresinin kendisine verildiği takdirde ilk olarak, “İşe önce dili düzeltmekle başlardım. Çünkü, dil bozulursa kelimeler düşünceleri anlatamaz..." demektedir.
Dil, millet olma şartlarından biridir, Tarihin akışı içerisine milletler, dillerini yaşama ve yaşatma isteği içerisinde olmuşlardır. Günümüzde, Dünyada en çok konuşulan diller; 1-Çince, 2-Hintçe, 3-İngilizce, 4-İspanyolca ve 5- TÜRKÇE şeklinde sıralanmaktadır.
İngilizce’nin ve İspanyolca’nın, uzun yıllar süren sömürgeleri sebebiyle yaygın diller olduğunu belirtmek isterim. Şu an İngilizce, dünyada geçerli dil olarak kabul edilmektedir.
Hazır yeri gelmişken, Osmanlı’ya sömürgeci diyenlere bir çift sözüm var.
Osmanlı, sömürgeci anlayışla hareket edip hükmettiği 3 kıtada, Türkçe konuşmaya zorlamış olsaydı, bugün, dünya nüfusunun yarısına yakını Türkçe konuşuyor olurdu. “Keşke...” demek isterdim ancak Osmanlı, Türkçe’yi hiçbir zaman ciddiye almadı.
TÜRKÇEMİZ, kendine has kuralları, özellikleri ve incelikleri itibariyle dünyanın en zengin ve en güzel dillerinden biridir.
Sizlere, “Türkçe düşünmek, Türkçe yazmak ve Türkçe konuşmak” vurgusunu yaparak TÜRÇEMİZDEN ve ÖZELLİKLERİNDEN kısaca söz edeyim. Böylece, dilimizin önemli kültür değerimiz olmasına dikkat çekmiş ve kıymetini bilmemiz için gündemde kalmasına katkıda bulunmuş olayım.
*Türkçemiz, köken (akraba diller) itibariyle Ural-Altay Dil Ailesinin Altay kolundandır.
*Türkçemiz, yapısına göre, (tek heceli, çekimli, eklemeli dillerden) sondan eklemeli diler grubuna girer.
*Türkçemiz, Türk dillerinin tarihi gelişimi sürecinde İLK TÜRKÇE (Altay Çağı) ile TÜRKİYE TÜRKÇESİ arasında çeşitli safhaları bulunmaktadır.
*Türkçemizin “lehçe, şive, ağız” şeklinde (argo ve jargon hariç) söyleniş kolları vardır.
*Türkçe yazılı ilk metin, 8. yüzyılda (724 – 735 yıllarında) yazılmış ve dikilmiş olan Göktürk (Orhun) Anıtlarıdır.
*Türkçemizin yazı dili ile konuşma dili farklılıklar gösterir. Konuşulduğu gibi değil, yazım kurallarına göre yazılır.
*Türkçemizde, kelimelerin ve cümlelerin söylenişinde vurgu ve tonlama özelliği bulunur.
*Türkçemizde, sadece Türkçe’ye mahsus bir kural olan, sesli (ünlü) harflerin uyumu ile oluşan Büyük ve Küçük Sesli Uyumu kuralı vardır.
*Türkçemizde, “o” ve “ö” yuvarlak sesli (ünlü) harfler sadece ilk hecede bulunur. (şimdiki zaman eki olan -yor eki hariç)
*Türkçemizde, bazı kelimeler ek aldığında, sesli (ünlü) ve sessiz (ünsüz) harflerde, ses olayları meydana gelir (hece düşmesi, sert sessiz yumşaması, sesli daralması...vs gibi). Yabancı kelimelerde ses olayının olmadığı görülür. (hukuk: hukuğa değil, "hukuka"dır, ahlağın değil, ahlakın gibi)
*Türkçemizde, kelimelerde iki sesli (ünlü) yan yana bulunmaz. (şair, aile, fiil... gibi)
*Türkçemizde, kelimelerin köklerinde iki aynı sessiz (ünsüz) yan yana bulunmaz. (millet, kuvvet, şiddet... gibi)
*Türkçe kelimelerde ikiden fazla (üç, dört) sessiz (ünsüz) yan yana olmaz. (espri, ekspres...gibi)
*Türkçe kelimelerde uzun ünlü yoktur. (âlem, hâlâ, kâr... gibi)
*Türkçe kelimeler iki sessiz (ünsüz) harfle başlamaz. (plan, trafik, spor... gibi)
*Türkçe kelimelerde “J” sessizi (ünsüzü) yoktur. (imaj, jilet, müjde... gibi)
*Türkçemizde “m” sessizi (ünsüzü) ile başlayan kelimeler yoktur. (miras, mahrum, mimar.... gibi)
*Türkçede hiç bir ek eklendiği kelimenin aslını (kökünü) değiştirmez. (göz-lük-çü-lük gibi, bu kurala ben-e: bana, sen-e: sana kelimelerinin uymadığı görülür)
*Türkçemizde kelimelerin anlam özellikleri vardır. (deyim, mecaz, ad aktarması...gibi)
Türkçemiz, bütün inceliğiyle, daha pek çok özelliğiyle ve güzelliğiyle çok geniş ve çok zengin bir dildir. Türkçemizin kıymetini bilmeliyiz ve dilimize sahip çıkmalıyız. Türkçe’nin kullanımına sosyal medyada da mümkün olduğu kadar dikkatli olmalıyız. En çok hata yapılan yazım kuralında, "dahi, bile" anlamına gelen "da, de" ve bağlaç olan "ki" bir kelimedir. Ayrı yazılması gerekmektedir.
Hatırlarsınız, bir dönem “öz Türkçe” adı ile rasgele kelime üretilerek, türetilerek Türkçemiz yozlaştırılmak istenmişti. Mesela, “hostes” kelimesinin karşılığı olarak 4 kelimelik “gök ötürü konuksal avrat” denilmesindeki saçmalığı bilirsiniz.
Şimdi aklıma geldi “gökkız” dense daha hoş olmaz mıydı?
“Anne” kelimesinin karşılığı olarak “doğurgaç” denilmesi, maddeleştirerek makineleştirme çağrışımı yapmış olsa da “ana” kelimesinin manevi sıcaklığını kaybettirmeye gücü yetmemiştir.
İstiklal Marşı’mıza, "ulusal düttürü" denilmesine söylenecek söz bulamıyorum.
Dil, Muharrem Ergin hocanın dediği gibi “canlı” ve “sosyal” bir varlıktır. Dilimizi, yabancı kelimelerin boyunduruğundan kurtarmamız gerekir, Yabancı kökenli kelimelerin dilimize yerleşmesine müdahale edilmesi gerekir. Bu konuda, Türk Dil Kurumunun zamanlama hatasını, ihmalini, bilgi ve beceri eksikliğini belirtmek istiyorum.
"Türk Dil Kurumu anında müdahale etmelidir" dedim ya, bakın, "Computer" yerine "Bilgisayar" tuttu ama, "faks" yerine "belge geçer" tutmadı...gibi pek çok örnek vardır.
"Bir Başka Kahve" tabelasının, "Bibashka Cafee" şeklinde yazılmasına izin verilmemelidir.
Türkçemizde "-sel, -sal ekleri uydurmadır. Bu eklerle kelime türetmek Türkçe’ye uygun değildir. (görsel, tarihsel, sayısal...vs gibi) Ancak, dilimize yerleştiği için bu eklerden kurtarılması zor görülmektedir.. Türkçemizi bir "-sal"a bindirip "-sel"e kaptırdılar diyeyim de ötesini siz anlayın...!!!
Türkçe’nin korunması ve yaygın olarak kullanılması için 2 çözüm vardır:
Türk Dil Kurumu yeni icatlara ve yabancı dilden dilimize girme safhasındaki kelimelere, dilimize tam yerleşmeden “anında müdahale” etmelidir.
2- ”Yasaklama, yaptırım ve teşvik” gibi uygulamalar gerçekleştirilmelidir.
Atatürk, 89 yıl önce Türkçenin kullanılması ve korunması amacıyla Türk Dil Kurumu’nu kurmuş ve Türk Tarih Kurumu ile birlikte bizlere miras bırakmıştır.
Atatürk, yazmış olduğu Geometri kitabında “açı, üçgen, dikdörtgen, toplama, çarpma, çıkarma, bölme” gibi kelimeleri terim olarak dilimize kazandırmıştır.
Karamanoğlu Mehmet Bey’in “Türkçeden başka dil kullanılmayacak...” buyruğunun ömrü, kendi ömrünün sonuna kadar sürmüş olsa da bu söz, bugün, hepimiz için ders niteliğinde bir buyruk olmalıdır.
Türkler, İslamiyeti kabul ettikten sonra Arapça’dan ve Farsça’dan çok etkilenmişlerdir. Bunun üzerine 1072 yılında Kaşgarlı Mahmut, Türk dilinin Arapça’dan ve Farsça’dan daha üstün olduğunu belirtmek istediği 7500 kelimelik, sözlük niteliğinde kültür ansiklopedisi olan Divan-ı Lugatit Türk adlı eserini yazmıştır.
Bir Türk olarak Türkçe’nin inceliğine, özelliğine ve güzelliğine olan hayranlığımı belirtmiş ve zenginliğine karşı eksiklerimizin olduğunu, ilgisiz kaldığımızı, sahip çıkamadığımızı da itiraf etmiş olayım.
TÜRKÇEMİZİ kullanmamız ve korumamız dileğiyle "Ne mutlu TÜRKÇE benim dilim, Ne mutlu ben bir TÜRKÜM" diyenlere...