Müşriklik halinden arınmaktır uruc etmek. O zaman müşrikliği Hakk’a göre tanımlamak gerekiyor. Allah’ın Kendi tecellisi olan yaratılmışlığa, Allah’tan ayrı bir varlık anlamı yükleyip ötekileştirerek inanmak ve bu anlayışla yani şirk halinde yaşayıp, emir ve yasakları yok sayarak ibadet etmektir müşriklik. İnsanlar müşrik denilince işlerine geldiği gibi tanımladıklarından dolayı, bin dört yüz yıl önce Allah’a inanmayan, Hz. Muhammed Efendimizi peygamber olarak kabul etmeyen, O’nun tebliğ ettiği İslam’ı yaşamayan insanlar olarak düşünüp tasvir edip o zamanda ve o kişilerle kayıtlıyorlar. Bir yönüyle doğru ama eksik! O kişiler kimdi diye sorsak bilmez. Cenab-ı Allah’ın müşrik dediği ve peygambere zulmedip, öldürmek, İslam’ı yok etmek isteyenler ibadet eden Emevîlerdi! Müşriklik, Allah’ın varlığını kabul edip Allah’a inanan, Allah’a ibadet eden, maddesel sürdürdüğü yaşamda inancını da maddesel boyutuyla yaşayan ama manasına cahil olup manasından uzak olan, Allah’ı Kendi tecellisinden ötekileştiren ve bu sebeple emmaresine köle olan, Allah’ın değil emmaresinin istediklerini yapan zihniyetin ismidir. Şimdi ben, Allah’a inanıyor, cennete cehenneme inanıyor, kıyamete inanıyor, sorguya hesap gününe inanıyor, namaz kılıyor, oruç tutuyor, Kâbe’yi tavaf ediyor, zekât veriyor, kurban kesiyor dedim. Kimi tarif ettim? Bugünkü anlayışla bakarsan Müslümanı tarif ettim. Ama tüm bunları yapanlara geldi Peygamber. Bunları yapanları İslam’a davet etti. Demek ki saydığımız haller üzerine olmak, tevhit üzere olmak değil! Tevhit başka bir şey. Bu saydıklarımız, Allah’a olan inancın maddesel boyutuysa tevhit onun ruhudur. Ruh yoktu. Maddesi vardı, bedeni, şekli sureti vardı, kılığı kıyafeti vardı. Hem de bugünkü Müslümanlar o günkülerin eline su dökemez. Bunların hepsi vardı ama ruhu yoktu. Tevhidi olmadan, bu haller üzerine olmak bizi müşrik yapıyor.
Kendimizi müşriklikten kurtarmak istiyorsak, dünya yaşamının içerisinde, tek taraflı maddeye dönük, emmare üzerine yaşamaktan kurtulup, terk-i dünya olmak, dünyanın suret boyutuna nazar kılıp suretine itibar ediyor olmaktan, siretine nazar kılıp, siretine itibar edip, değer veriyor hale gelmek gerekiyor. İşte ona uruc denilir. Aynı görünürlüğe bakarken suretini görüp suretinde kalmakla, siretini görüp siretine itibar etmek arasındaki farktır uruc edip etmediğimizin arasındaki fark. Gerçek ümmetle zannî ümmetin arasındaki farkı da bu doğurur. Allah’ın tecellisine, Allah’tan ayrı gayrılık anlamında müstakillik yükleyerek kendi ilahlığımızı ilan etmiş bir halde, kendimizi hamt eder, kendimizi yüceltir bir halde yaşıyor olmayı terk etmektir terk-i dünya olmak. Terk-i dünya olmak bizi, Allah’ı Allah’ın Kendisini zikrettiği gibi zikretmeye götürür. Allah’ı Kendi tecellisinde Kendisiyle muhabbet edişine, Kendisine tecellisinde muhatap oluşuna götürür. Buradaki tecelli diyerek genelleme yaptığımız, Allah’tan başka ilah olmadığı şehadetidir. İnsan olarak yaratılmış olmanın kadrine erdik. İnsan bunun için yaratıldı. Allah’ın, “Ben yeryüzünde Kendime halife kılacağım” beyanı bize bunu ispatlıyor. Allah bizi niçin ziynetledi kulluk özellikleriyle? O hal üzere, yeryüzü halifesi olarak yeryüzünde Kendisine muhatap ve muhabbetçi olalım diye. Kadir suresi 4. Ayeti kerimede,
O gece melekler ve Ruh, takdir edilen her iş için, Rablerinin izniyle inerler.
diyor. “Haydi, şimdi yeryüzü halifesi olarak o halifelik özelliğinde yarattım seni. Git ve yeryüzünde yaratılış gayen üzerine bulunmaya başla.” Halife demesi, “Kendi özelliklerimle donattım” demesidir. Nasıl? Allah’ın Kendi tecellisinde muhatap olduğu, muhabbetçisi olduğu nedir? Kendisidir. İşte bu, “Aynı Benim gibi” deyişidir!
Devam edecek.