Bu güzel vatan bırakılır mı? Herşeyimizi borçlu olduğumuz bu topraklar terkedilir mi hiç? İyi günlerde gösterdiğimiz o müthiş sevgiyi, zorlu günlerde neden esirgeriz ki memleketimizden?
Nasıl göçüp gideriz buralardan? Yok geleceğimiz kararmış, yok istikbalimiz tehlikedeymiş, yok huzur ve güven kalmamış Türkiye’de.. O yüzden kaçıp kurtulmalı, çoluk çocuk geleceği başka ülkelerde aramalıymışız. Kim getirdi ülkeyi bu hale hiç düşündünüz mü? Hep beraber tökezlettik, hep beraber kararttık geleceğimizi. Bir elimiz yağda bir elimiz balda yaşarken iyiydi de, şimdi mi kötü? Dışardan gelmedi kötülükler, biz yaptık, beraber yaptık, hepimiz yaptık. Öyleyse hepimiz birlikte düzelteceğiz ülkeyi, birlikte kovalayacağız kötüyü, birlikte getireceğiz aydınlığı ve iyiyi. Kaçıp gitmek yok. Öyle yağma yok…
Türkiye’de kazandıklarınızı, Türkiye’de büyüttüğünüz ailenizi, çoluk çocuğunuzu alıp, biryerlere gitmeyin sakın. Bu memleket bizimdir. Elbet geçecek bu sıkıntılar, elbet dağılacak bu karanlıklar ve elbet hakim olacak aydınlıklar bu topraklara. Ne zaman, belki yarın, belki yarından da yakın… Eğer koparsanız bizden, çıkarsanız gurbete, bilin ki çok ararsınız burayı. Gideceğiniz yerlerin güvencesi, aldatmasın sizleri. Dünya değişiyor artık, oralarda da tehlikeler çok arttı. Hiç değilse burada eşiniz, dostunuz, akraba ve yakınlarınız var. Sizi sarıp sarmalayacak, her sıkıntınızda yanınızda olacak birileri..
Olanlardan sıkıldıkça, moralim bozuldukça, siyasetin yanlışları hayatımı zorladıkça, güzel ülkemi dolaşmaya çıkarım. Gözlerimi iyilikleri ve güzellikleri taramakta kullanırım. Öyle güzel bir ülkede yaşıyoruz, öyle zenginliklere ve değerlere sahibiz ki, inanın kıymetini bilmiyoruz. Müthiş beyinlerimiz, müthiş yaratıcılarımız, çok kıymetli insanlarımız var. Ailenizle ve servetinizle kaçacağınıza, dolaşın doğuyu, batıyı, Ege’yi, Akdeniz’i.. Karadeniz’limle kucaklaşın, gülmeyle ve neşeyle barışın oralarda. Kendinizi üstün ırktan göreceğinize sarılın doğu’lu, güneydoğu’lu insanıma. Öfkeyle baktıklarınız da bizim kardeşlerimiz. Sevgiyle bakarsak onlara, çıkarsız sarılır ve kucaklarsak onları, gülen gözleri döner bizlere, soğuyan kalpleri ısınır kolayca. Biz iyi olmazsak, herkesin iyi olmasını nasıl isteyebilir, nasıl bekleyebiliriz ki?
Bu yılbaşında Ege’nin ana caddelerini, bulvarlarını değil, arayollarını, sakin ama üretici bölgelerini gezdim. Urla ve Seferihisar çevresini dolaştım. Öyle şeyler gördüm, öyle güzelliklere tanık oldum ki, Türkiye’de yaşadığım ve aşık olduğum vatanımın havasını soluduğum için Allah’a binlerce kere şükrettim. İmkanı olup tatilini yurtdışında geçirenler, memleketimizi doğru dürüst tanımıyorlar. Biz yabancılardan önce, kendimize tanıtmalıyız ülkemizi. İtalya’nın, güney Fransa’nın köylerine methiye düzenler, görsünler Ege köylerimizi, sahip olduğumuz değerlere ve zenginliklere şaşıp kalırlar.
Seferihisar’daki Sığacık’ı görmelisiniz mutlaka. Bodrum’un 30-40 yıl önceki hali gibi. Kalenin içindeki daracık ama bakımlı sokakları, ikişer katlı ve çoğu pansiyon olarak kullanılan şirin evleri, fotoğraf gibi yerel malzeme ve yiyeceklerle dolu pazarı, güleryüzlü ve saygılı güleç insanları, hangi birini anlatsam ki… Hele Urla, hani şaraplarıyla, enginarıyla, zeytinyağıyla tanıdığımız ve bildiğimiz Urla.. Şehir merkezini değil, köylerini anlatmak istiyorum Urla’nın; arayollarla birbirine bağlanan köylerini. Uzunkuyu’da bir zeytinyağı müzesi gezdim ki, örneğini Türkiye’nin hiçbir yerinde bulamazsınız. En iyisi Edremit’te sanırdım, yanılmışım doğrusu.
Türkiye’de 26 zeytinyağı müzesi varmış. Bizim Milas’ın yok maalesef. Urla’yı görünce, Milas adına kıskanmadım değil. Keşke Memecik cinsi yağıyla meşhur Milas’da yapabilse böylesine güzel ve değerli bir müzeyi. Urla’daki bu muhteşem eseri, bir ortopedi doktoru yaratmış. Tüm varlığını, aileden gelen gelirlerini filan bu işe yatırmış. Öyle güzel sergilemiş ve öyle değerli makinalarla süslemiş ki müzeyi, buraya müze değil, okul demek daha doğru olacak. Köstem Zeytinyağı müzesinin sahibi Dr. Levent Köstem, 20 dönüm içindeki 6 dönüme yakın kapalı alanıyla bu değerli kuruluşta, Anadolu ve Ege zeytinciliği ile kültürünü, ziyaretçilere başarıyla tanıştırıyor. Ayrıca müzede çocuklara yönelik birçok atölye ve etkinlik de yaratmış. Müze bahçesine yörenin tüm ağaçlarını dikmiş, türlerini yetiştirmiş, böylece bir taşla birkaç kuş vurarak, yöre doğasını da değerlendirmiş.
Böyle bir yurtseverle tanışmanın ve ürettiği uluslararası ödüller kazanmış çok lezzetli zeytinyağını da tatmış olmanın mutluluğu içinde, organik tarım yapan Ayerya Rüzgarlı Vadi Çiftliği’nin tanıtım merkezine yöneldik. Burada organik tarım yapılıyor; sebze-meyva, zeytin, zeytinyağı, orkide, lavanta, sabun üretiliyor. Çiftliğin ve müessesenin adı Olıvurla. Elbette bir hanım eli dokunmuş esere, Pelin Omuroğlu Balcıoğlu adlı bir hanım yaratmış tüm bu değer ve güzellikleri. Gitmek ve görmek gerek. İnsanın morali düzeliyor, iftihar ediyor bu emekleri sarfedenlerle ve yarattıklarıyla. Olivurla’nın yağı da İtalya’da ödül kazanmış. Hani şu zeytin ve zeytinyağıyla öğünen İtalya’da..
Urla’nın Kuşçular köyü Ukuf Mevkiindeki modern şarapçılık tesislerinden de bahsetmem gerek. 550 dönüm üzerinde kurulan ve yerli-uluslararası türlerde kaliteli şarap üretilen bu bağlarda, bölgenin yok olan şarap kültürü ustaca yaşatılıyor ve Urla’nın geçmişi geleceğe başarıyla taşınıyor. Üzüm bağlarını İyonyalılar dikti, toprağını Lidya’lılar işledi, Persliler gübreledi, Romalılar suladı, Bizanslılar budadı, Osmanlılar yaşattı, Urla’lılar tutkuya dönüştürdü. Çok güzel bir tarihçe değil mi? Urla Şarapçılık ve peyzaj tesisleri öyle kısa bir yazıya sığacak gibi değil. İlerde bu örnek kuruluştan daha uzun bahsederiz inşallah.
Dolaşın güzel vatanımızı; gezin görün zenginliklerimizi ve değerlerimizi. Göreceksiniz ki o zaman, aklınıza bile gelmeyecek başka bir ülkeye yerleşmek. Aksine burada nesilden nesile geçecek bir kökleşmeyi yaratmaya çalışacaksınız. Türkiye’den iyisi ve güzeli yok. Bunu böylece kabul edelim ve güzel ülkemizin kıymetini bilelim.