Türk Anayasa tarihinde 1921 Anayasası diğerlerinden hem hazırlandığı ortam hem de muhtevası itibarıyla çok farklı bir durum arz etmektedir. Bunun sebebi çok olağanüstü şartlarda hazırlanmış ve yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmadığı bir ortamda kabul edilmiştir. 1921 Anayasası şu siyasi süreçlerin sonunda ortaya konmuştur:

30 Ekim 1918'de tarihinde Mondros Mütarekesi ile Osmanlı İmparatorluğu I. Dünya Savaşı'nda mağlup kabul edilmiş ve Osmanlı toprakları paylaşılmaya başlanmıştır. Bu paylaşılma ve işgal sonunda Anadolu ve Rumeli'de dirinme ve örgütlenme çabalarına girişilmiştir. Mustafa Kemal'in 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun'a ayak basması ile direniş sivil alandan siyasi bir alana doğru genişleme göstermiştir. Nitekim bu amaçla 22 Haziran 1919 tarihinde Amasya tamimi yayınlanmıştır. Amasya Tamimi’nden sonra 23 Temmuz- 7 ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum Kongresi'nin toplanması sağlanmıştır; yaklaşık yurdun doğu ve kuzey doğu bölgelerinden toplam 62 temsilci Erzurum Kongresi'ne katılmış Kurtuluş Savaşı'nın yol haritası çizilmiştir. Milli Mücadele 4-11 Eylül 1919'da tarihinde Sivas Kongresi ile devam etmiş Meclis-i Mebusan'ın toplanması gerektiği mutabakatına varılmıştır. İstanbul Son Osmanlı Meclis-i Mebusan'ı 12 Ocak 1920 tarihinde toplanmış 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul'un işgal edilmesi nedeniyle kısa ömürlü olmuş Ancak 20 Ocak 1920 tarihinde Misak-ı Milli'yi kabul etmiştir. Osmanlı Meclis-i Mebusan'ı 18 Mart 1920'de son toplantısını yapmış 12 Nisan 1920 tarihinde de fesih edilmiştir. Ankara'da 23 Nisan 1920 tarihinde İstanbul'daki Son Osmanlı Meclis-i Mebusan'ın dan gelen 92 kişiyle ve yurt genelinden seçilen 232 kişi yeni Meclisi açmıştır.

Kurtuluş Savaşı'nın devam ettiği süre içinde yeni meclis yasama faaliyetleri ile birlikte yeni anayasayı yapmayı planlamıştır. Büyük Millet Meclisi yaklaşık 2 ay görüşmeler yaptıktan sonra 20 Ocak 1921 tarihinde Teşkilatı Esasiye Kanunu kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. 1921 anayasasının yürürlüğe girdiği ortamda dikkat edilmesi gereken çok önemli hususlar bulunmaktadır. Bunlar sırasıyla şunlardır:

1- İşgal altında bulunan Osmanlı topraklarında İstanbul'da Saltanat ile Ankara'da Millî bir mücadele başlatan Büyük Millet Meclisi bulunmaktadır. Dolayısıyla Vatan coğrafyasında iki ayrı yönetim mevcuttur.

2- Padişahlık devam etmektedir

3- Aynı şekilde Hilafet Kurumu da bulunmaktadır. Mustafa Kemal Paşa ve yakın çevresi Millî mücadelenin devam ettiği ortamda birçok arkadaşıyla fikir ayrılığına düşeceğini bildiği için padişah ve hilafet konusunda herhangi bir şahsî düşüncelerini açıklamamıştır.

Hâlbuki Mustafa Kemal'in gençlik yıllarından beri düşüncesi Cumhuriyeti ilan etmek hilafet ve saltanatı kaldırmaktır. Her ne kadar 1921 Anayasası Osmanlı Türk siyasi tarihinde ilk olarak egemenliği kayıtsız şartsız millete vermiştir. Fakat hâlâ milletin Cumhuriyet deneyimi oluşmadığı gibi padişaha ve hilafete bağlılığı devam etmektedir. Dönemin şartları göz önünde bulundurulduğunda Mustafa Kemal'in ve yakın arkadaşlarının muhalefetin tepkisini çekmemek ve Millî Mücadele'yi kesintiye uğratmamak için Cumhuriyet düşüncesini açıkça ifade etmemişlerdir.

“1921 Anayasası oldukça kısadır ve sadece 24 maddeden oluşmaktadır. 1921 Anayasası'nda temel hak ve özgürlükler ile ilgili herhangi bir madde yer almamıştır. Bunun sebebi ise 1876 Kanuni Esasi'nin yürürlükten kaldırılmamış olmasıdır. 1921 Anayasası yerinden yönetime önem veren bir metindir. İlginç olan 24 maddelik kısa bir Anayasada 14 maddenin yerel yönetimlere ayrılmış olmasıdır. Genel olarak rejimi hükümet sistemini egemenliği seçimleri belirledikten sonra kalan kısım yerel yönetimleri içermektedir” (Şahin, 2012: 5).

Görüldüğü üzere 1921 Anayasası zorunluluktan dolayı yürürlüğe girmiş ileride Türkiye Cumhuriyeti olacak devletin yapısına uygun olmadığı başından belli olmuştur. İstanbul'da Osmanlı hanedanı ve padişah bulunmakta aynı coğrafya üzerinde iki ayrı devlet otoritesi işlev görmektedir. Uluslararası camiada ve devlet erkin'de problemler doğuran bu iki başlılık Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının cesur girişimiyle önce 30 Ekim 1922 tarihli 307 sayılı kanunla halifelik saltanattan ayrılmış 1 gün sonra da bir 2 Kasım 1922'de 308 sayılı kanunla Saltanat kaldırılmıştır. Bu aşama Büyük taarruzun kazanıldığı Anadolu coğrafyasının düşmandan temizlendiği tarihtir. Ankara hükümeti içerde ve dışarda rüştünü savaşarak ispat etmiştir. Bu başarıların ışığında Mustafa Kemal Paşa saltanatın kaldırılması ile ilgili kanun görüşmeleri sırasında mecliste etkili bir konuşma yapmıştır:

“Efendiler!

İçinde bulunduğumuz şartlara rağmen safsatayla münakaşa ile nazariyatla vakit geçirdiğimizi görüyorum. Hâkimiyet ve Saltanat hiç kimseye ilim icabıdır diye münakaşa ile mügalata ile verilmez. Hâkimiyet ve Saltanat kuvvetle kudret'le zorla alınır. Türk milleti de Hakimiyet ve saltanatı Bilfiil İsyan ederek kendi eline almıştır. Bu olmuş bitmiş bir durumdur. Mesele hâkimiyet ve saltanatı bırakacak mıyız bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Mesele bu zaten olmuş bitmiş durumu ifade etmektir. Bu herhalde ve mutlaka olacaktır burada toplananlar meclis ve herkes meseleyi bu şekilde görürlerse fikrimce uygun olur. Aksi takdirde yine hakikat ifade olunacaktır. Fakat ihtimal Bazı kafalar kesilecektir” (Tanör, 2002: 279-280).

29 Ekim 1923'te tarihinde Cumhuriyet ilan edilmesine rağmen yeni anayasanın önünde Hilafet Makamı bir engel teşkil etmektedir. Cumhuriyetin ilanı üzerine İstanbul'da bazı kişiler Hilafet makamını güçlendirmek isterler ve 9 Kasım 1923 günü Vatan gazetesinde Hanife'nin istifa edeceği haberi üzerine halife Abdülmecid şu sözlerini yayınlar:

“Halifelik makamına seçilmenin bir surette yapıldığını ve icma-i ümmetle (sözlük anlamı imamların ve fakihlerin şeriat işlerini belirlemede oybirliği etmeleri ile) olduğunu biliyorsunuz. O zaman yapılan bu seçim İslam âlemine bildirilmiş ve her taraftan iyi kabul görmüştür. Bütün İslam âleminin her daim teveccühlerinize mazhar olmaktayım. Asya'nın en ücra köşelerine varıncaya kadar İslam âleminden binlerce mektup ve telgraf aldın ve birçok yerlerden heyetler gönderilerek bu duygular tekit ediliyor. Gördüğüm bu teveccühler karşısında ufak tefek dedikodulardan alınarak çekilmek küfranı nimet(nankörlük) olur” sözleri ile halifeliğini güçlendirmek isteyen Abdülmecid sözlerine “Halifelik makamından çekilmekliğime sebep görmüyorum”(Eroğlu,1989: 72) diyerek devam eder.

(Devam Edecek)

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.