Sünneti doğru anlayabilmek için “sünnet” deyince neyin kast edildiğinin açıkça anlaşılması gerekir. Sahabenin anladığı sünnetin ne olduğu hususunu kısa ve öz olarak ele alacak olursak; Sünnet Allah resulünün dini ve ahlaki örnekliği şeklindedir. Resulün görevi bağlamında yaptığı uygulamalarıdır. Onu taklit etmek değildir!.. Örnekliğinde ne olduğunu Kur’an açık seçik anlatmışken, Kehf Suresi 110. daki: "De ki elbet ben de sizin gibi ölümlü bir insanım..” sözü ile onun beşeri yönüne de dikkati çekmiştir. Dolayısı ile Kur’an, onun yediği, içtiği, giyindiği, yattığı, kalktığı, yani beşer olarak hoşlanıp hoşlanmadığı şeyleri dikkate almadığından, sahabe gündelik hayatında bunlara dikkat etmemişlerdir. Allah resulü de bu yönlerin dikkate alınması hususunda sahabeye herhangi bir telkinde bulunmuş değildir.

Yüce yaratıcı “size içinizden birini resul gönderdim ki, size örnek olabilsin” derken, O günkü put perestler Allah resulünün insan olma vasfını küçümseyerek “peygamberin altından gümüşten evleri olmalı, oysa sen fakirsin bizim gibi yiyip içiyorsun” diyerek Allah’a ve resulüne itirazda bulunuyorlardı!..

Ne acıdır ki, Allah resulü sonrası başlayıp günümüze değin çoğunluğun görmek istediği peygamber algısı da aynı müşriklerin beklentileri benzeşmiş durumdadır! Resul sonrası onun adına uydurulan yalanlar hadis sayılmış, hadisler sünnet ile eş değer hatta doğrudan sünnet sayılmış, bu bağlamda insan peygamber yok edilip, melek peygamber anlayışı toplumlarda hâkim görüş olmuştur! Sonuçta Müslümanlar da aynı o put perestler gibi Allah resulünün normal bir insan olmasını bir türlü hazmedemeyip, “o günkü put perestlerin hayalindeki peygamber algısını” Allah resulüne yüklemekten hiç hicap duymamışlardır!. Onun normal insani davranışlarını kabullenemeyip yeterli görmediklerinden, ona doğmadan önce başlamak kaydı ile bütün zamanlara yönelik insanüstü bir sürü mucize yüklemeyi, sadece peygamber sevgisine dayalı din algısına dönüştürmüş durumdadırlar!

Geçmişten günümüze aşırı duygu yoğunluğu ya da bir takım oluşumlara meydan açmak adına, “Allah ile aldatma” yapıldığı gibi “Peygamber ile de aldatma"nın” temellerinin atılması maalesef ki ikinci ve üçüncü asırda atıldığından, o günkü yalanlar bugünün dini haline dönüşmüş durumdadır..

Peygambere atfedilen mucizeleri dilinden düşürmeyip, akait konusu haline getirenlere baktığınızda, kendini idare edemeyenlerin dünyayı yönettiği iddiaları ile karşılaşırsınız. Bunlar hayallerindeki peygamber algısı üzerinden kendilerine meşruiyet alanı açmakta, ona atfettikleri güç kudret ve yetkilerin kendilerinde de olduğu iddiaları ile cahil toplumu yandaş olmaya çağırdıklarını görmekteyiz! Bu tür yaklaşımlar dine ne tür hezeyanlar kattıklarını, bir birinden faklı yüzlerce hatta binlerce fırkaların oluşmasına yol açmıştır.

Allah resulü vazifesini, yeteneğini, öngörüsünü ve aklını kullanarak değil de, rivayetlerin dilindeki sözlerde ifade edildiği gibi, farklı yardımlar sayesinde yapmış olsaydı, insanlığa nasıl örnek olurdu! O zaman İnsanlar, “ey yüce RAB!, bizlere örnek ve rehber olarak görevlendirdiğin resulünü insan üstü yeteneklerle mucizelerle destekledin! O, bu sayede tebliğini ve kulluğunu yaptı! Oysa onun kadar yardım alamayan bizlere, insanın üstesinden gelemeyeceği bir yükün altından nasıl kalkalım” demezler miydi?.. Elbette derlerdi. Oysa Allah resulü herhangi gizli bir yardımla değil, insan olarak, insani bütün duygu istek ve arzularına sahip olmasına rağmen imtihanını görevini başarı ile tamamlamıştır.

İnsana emredilenlerin sonradan üretilen fıkıh, tefsir ve hadis kaynaklarında belirtildiği kadar ağır bir yük olmadığını tescil etmiştir. Onun hayatında gerek Nebi olarak, gerek aile reisi, devlet başkanı, komşu ve çocuklarına baba olarak öylesine güzel örneklikleri var ki, bunu örnek verilmesi gerekirse, Allah resulünü görünce heyecandan titreyen birisini Nebiye yakışan bir tevazuuyla şöyle sakinleştirmiştir: “Sakin ol!. Ben bir kral değilim!. Ben ancak kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum!” Diyerek etrafındakilere de onlar gibi bir insan olduğu mesajını vermiştir. Kur’an’ımız da bunun benzeri onlarca ayette Hz. Muhammed’in hükümran değil, sadece bir “elçi” olduğunu ifade eden ayetler mevcuttur.

Kur’an’ı hayat haline getiren böylesi bir resulü yok saymak, Onun Kur’ani ahlakını görmemek! Allah’ın ona verdiği değeri basite indirgemek, ya da verdiklerine kanaat etmeyip, “Hristiyanların Hz. İsa as.’ı getirdikleri konuma taşımak”, aslında kimsenin haddi de değil, haddine de değildir.

Allah Resulünün bize bıraktığı örnekliği Onun Kur’an’a uygun yaşamasıdır,

Ortaçağ zihniyetinden bir türlü kurtulamayanların iddia ettikleri gibi ‘cariye’ kültürünü sürdürmek, fuhuş yaptığı iddia edilen kadınları recim etmek, kertenkele ve kara köpekleri öldürmek, kadınları sünnet etmek, zehirlenmelere karşı acve hurması yemek, erkeklerin gözlerine sürme çekmek, cami avlularına misvak asarak herkesin kullanmasını sağlamak, dört kadınla evlilik yapmak, deveyle yolculuk yapıp, sağlık için deve sidiğinden medet ummak (içmek), sakal bırakmak, sakalını kesenin dinden çıkması konusunda hüküm oluşturmak, sarık sarmak, yemeği yerde ellerle yiyip yalamak, Arap fistanları giymek, yerde yatmak gibi!.. Bunlar tamamen Arap kültürü ve geleneğinin yansımalarıdır ve asla “sünnet” değildir!

Peki, Resulün örnekliğini nasıl anlamalıyız?

Elbette aklı, fikri, kullanmayı, meseleleri sorgulayarak anlamayı geliştirmeyi, insanlığa faydalı olacak katma değer üretmeyi, Kur’an ahlakı ile bir hayat sürmeyi ondan miras olarak almalıyız. Kur’an’ın insan yaşamına koyduğu ahlak, davranış biçimi, tabiat ve hayvanat ile olan ilişkilerdeki ölçüsü ve davranış biçimidir. Onun yaşamı Kur’an’ın “insan hayatına konuşması”dır.

Kısaca; kırmamak, kırılmamak, küsmemek, dargın durmamak, yalan, iftira, hakaret, dedikodu, gıybet, alay, hırsızlık, zimmet, kul hakkı, torpil, suistimal, adaleti gözetmemek, başkasını küçümsemek ve benzerleri gibi ahlaksızlıkları yapmamaktır.

Sünnet olarak örnekler sıralar isek; çalışmak, topluma yararlı güzel adetler üretmek, hakka hukuka riayet, iyi geçinmek, meşveret, işin ehline verilmesi, zalimleri ve zulmü aralıksız eleştirmek, iş verdiğini denetlemek, kamu mallarını tüm toplumun faydalanabileceği şekilde yönetmek, uydurma ve uydurmacılarla mücadele etmek, hiçbir uydurmaya müsamaha göstermemek, her türlü ırkçı ve asimilasyon faaliyetlerine karşı durmak, hayvanlara ve doğaya eziyet etmemek, kamuya açık alanları kirletmemek, kirletenleri uyarmak, din sömürücülerini deşifre edip kınama yapmak, türbe-mezar tapıcılığı ile mücadele etmek, hakkı anlatmaktan vazgeçmemek, haksız tehditlerden korkmamak, gereksiz övgüyü reddetmek, kişilerin mahremini araştırıp, insanların onurlarını kırmamak, dinde aşırıya kaçanları uyarmak, gereksiz münakaşalara girmemek, açları doyurmak, öksüz, yetim, dul, yaşlı ve hastalara yardım eli uzatmak, mazlumun yanında olmak, topluma karşı daima iyi olmak, inzivayı reddetmek, Allah'tan başka şefaatçi ve kurtarıcı aramamak, eleştiriyi zulme çevirmemek ve düşmanlarının dahi hukukunu korumak, İnsanları masal ve hurafelerle uyuşturmadan ve ibret dolu örneklerle uyarmak, Nebileri ya da velileri putlaştırmamak, çocuklara ve eşlere iyi davranmak vs..

Toplumda huzuru, barışı sağlayan güzel ahlakın hâkimiyeti, kısaca Kur’an’a ters olmayan ve insan fıtratına iyi gelen her güzel şey sünnettir. Aslında bunların her biri kullar üzerine Allah’ın “yapınız” dediği emirlerdir. Allah Resulünün örnekliği de bu emirlerin en nazik, güzel ve insana yakışır biçimde yerine getirilmesindeki sanatkârlığıdır. Kırmadan, dökmeden, üzmeden, bağırıp çağırmadan, bu emirleri uygulama sanatı…

Muhabbetlerimle selam dostlar..

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Zübeyir 1 yıl önce

Allah, Âdem’in yaratılması ile dinini kemale erdirmiş insanoğlunun üzerindeki nimetini tamamlamıştır. Sıradan kul bir Peygambere razı olmayan ve kendi donanımının farkında olmadığı için; normal ve doğal yollarla fıtri donanımlar kullanılarak başarılan şeyleri ekstra ilahi destek veya mucizelerle izah yoluna gidilmiş, bunu başaranlar ululanmış, Allah'a oğul olarak isnat edilmiş veya eşittir Allah diyecek kadar ileri gidilmiştir. Ne kainat hz Muhammed için yaratılmış, Ne miraç gibi bir olay zuhur etmiş -ki aslında bunlar Zerdüştlükten kopyadır- ne İsa ne de Mehdi gelecektir. Mehdi, Yahudi'lerin, İsa Hristiyanların efsanesidir. Her iki topluluk ile iç içe yaşayan kompleksli Müslümanlar hem Mehdi'yi hem de İsa'yı bekler olmuşlardır. Oysa Âdemle tamamlanan nimete ve kemale erdirilen dine razı olmayan, onunla yetinmeyen/yetinemeyen eksik ve yetersiz kabul eden Müslümanlar, ilave nimet ve kurtarıcı peşindedirler. Bu kavme, Mehdi veya İsa gelirse geçmişte helâk olan kavimlere haksızlık olmaz mı.