Gazetenin 14 EYLÜL 1919 tarihli birinci sayısı haftada iki sayı olarak yayınlanmış ve Türkiye Cumhuriyeti’nin milli emelleri ile halkın gereksinmelerini savunduğu bir ilke olarak ve gazetenin başlığının alt kısımlarında dile getirilerek savunulmuştur. Gazetenin birinci sayısının kapak yazısı olarak yayınlanan “MİLLİ HAREKATIN SEBEPLERİ BAŞLIKLI” makalenin içinde Türkiye’nin kalkıştığı milli hareketin sebepleri açıklanırken, birinci dünya savaşı sırasında Almanya ve Bulgaristan gibi devletler ile iş birliği tartışılmış. Arap ülkelerinin Osmanlı devletinin elinden alınması sert bir biçimde konuşulmuştur. Irak, Hicaz ve Yemen gibi Müslümanların yaşadığı ülkelerin elden çıkmasına karşı durulmuştur. Sivas Kongresi toplanırken, Osmanlı devleti hükümetinin tencereler içinde yüklü miktarlarda altın almasına da açıktan karşı çıkılmıştır. Yabancılara ve emperyalistlere hizmet eden işbirlikçi kadroların geçmişten gelen bütün kutsal değerlerin terkedilerek sadece Ermeni asıllı toplulukların göç meseleleriyle uğraşmalarına da karşı çıkılmıştır. Yüzbinlerce Ermeni asıllı insanların göçleri ile uğraşılırken Ermeni Patriğinin sözleri ön plana alınmıştır. Büyük savaşta yenilmiş olan Ermeni devleti geleceğin koşulları altında incelenirken, desteklenmeye çalışılmış ve aynı biçimde Rum asıllı Osmanlı vatandaşları özgür vatandaşlar olarak Yunanistan’a gönderilmişlerdir. İZMİR’in işgali Yunanlıları güçlü kılarken Türklerin durumlarının belirsizliğe bırakıldığı görülmektedir. Vatan hainliğine devam eden son başbakan olarak Damat Ferit Paşa Anadolu’daki milli coşkuyu görmezden gelerek Türk insanını Bolşeviklik ve İttihatçılık akımlarının içine sokmaya çalışması da normal olmayan bir tutum olarak görülüyordu. Doğu Anadolu toprakları üzerinde var olan Urfa, Maraş ve Adana vilayetlerinin bırakılması açıkça talep ediliyordu. Osmanlının çöküşü sonrasında ortaya çıkan boşluk ortamında Ermeni devletinin kurulması dikkate alınırken sonradan padişahın onayı da alınıyordu. Harput valisinin kendi bölgesinde yeni bir Kürt devleti kurmaya çalışırken, ülkeyi kurtarmak üzere kurulmuş bulunan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, padişah ve hükümet tarafından onaylanmasına rağmen, bir eşkiya çetesi olarak gösterilmeye çalışılmıştır. İrade-i Milliye gazetesi bu gibi yanlışları ve vatan hainliği konumuna sürüklenen siyasal kadroların, Türk kamuoyuna tanıtılmasına öncelik verileceği gene gazetenin birinci sayısında açıklanmıştır. Ayrıca Anadolu’daki örgütlenmenin padişah tarafından desteklenmesi de acilen istenmiştir.

Sivas Kongresinin ilk toplantısının yapıldığı başkanlık divanı başkanı olarak Mustafa Kemal yeni seçilen meclis üyelerine hitaben bir konuşma yaparak, toplantı öncesinde önemli bilgilendirmeli açıklamalar yaparak, yasama organını güçlendirmeye çaba göstermiştir. Milliyetler ilkesi çerçevesinde savaş sonrası antlaşmalar yapılarak batı Anadolu bölgesinde Yunanlılara önemli ölçülerde ayrıcalıklar sağlandı. Saltanat ve Hilafet isteyen emperyalistler, bu kurumları Türkler ve Türkçülüğün zararına kullanmışlardır. Ülkede hem hukuk devletinin korunması, hak ve hukuk düzenlerinin korunması için de yeni bir örgütlenmeye gerek olduğunu Atatürk açıkça söylemiştir. Milli cemiyetlerin devletçe desteklenmesi, Atatürk’e göre ulusal kurtuluş için gerekli olmaktadır. Düşmanların saldırı ve işgallerine karşı çıkan toplum kesimleri, acilen vatan savunmasını güçlü bir biçimde yapmaları gerekmektedir. Milli cemiyetlerin milli vicdan ve milli cemiyetlerin hem koruyucusu hem de sesi olarak, ülkenin her köşesinde öne çıkmaları sayesinde daha kuvvetli bir devlet gücü ile sağlandığı aşamada vatan hainliği yaparak ülkeye zarar verenlerin önü kesilecek ve bunlara kesinlikle açıktan saldırı şansı tanınmayacaktır. Düşman devletlerin merkezi hükümete saldırması ve ülke topraklarını işgal etmesi, vatan üzerinde şiddetli bir uyanışa yol açmıştır. Ülkede yaşanan olumsuzluklar devleti ve milleti hızla yok olma çizgisine getirdiği için, itilaf devletleri bu vatanda kutsal değerler, kudret ve milli irade gibi unsurların tartışma konusu olmasından sonra, halk kitlelerinin vatandaşlara saygısı ve güvenliğinin kalmadığı anlaşılmıştır. Yönetimin zaafları ve milli hükümetin merkezi alanda güçsüzlükleri ile ilgili beceriksizlikleri karşısında millet varlığını kanıtlamak, hak ve özgürlüklerini de sonuna kadar savunmak zorunda kalınca, devletin aleyhine işlenen suçlar gibi vatandaşların hak ve özgürlüklerinin daha da güçlendirilerek, normal koşullarda bir savunma ve koruma düzeni oluşturmak üzere harekete geçilmesi gerekliliği uygun görülmüştür.

Ülke içinde var olan milli vicdanın bir tepki olarak öne çıkardığı sorunların aşılabilmesi için hak, hukuk, adalet ve sosyal barış arayışlarının öne çıkmaları sağlanmış ve bu doğrultuda devletin çatısı altında halk kitleleri için koruyucu şemsiyesinin kurulması gerektiği meclisteki tartışmalarda gündeme getirilmiştir. Emperyalizm karşısında çok zor durumlarla karşı karşıya kalan milletler kendi ruhsal durumlarının içinden çıkarılacak ve kendi örgütlenmeleriyle toplum içinde kurumsal bir yapılanma kazanacak derecede, ülkelerin ve toplumların önde gelen kutsallıklarına sahip çıkacak bir çıkış noktasına dikkat etmek gerekmektedir .Ortak milli değerler öne çıkarılırken milli değerleri korumak konusunda güçsüz ve beceriksiz bırakılan halk kitlelerinin sesini boğmak ya da boş bırakmak gibi beklenmedik olumsuz durumlara yönelen gelişmeleri ortaya koyuyordu. Atatürk’ün meclisi açış konuşması sırasında Türk ordusunun üzerine düşen sorumlulukların bilincine varılmış ve bu doğrultuda gerekli olan koruma ile savunma mekanizmaları devreye sokulmaya çaba gösterilmiştir. Atatürk, Erzurum ve Sivas kongreleri ile ilgili olarak meclise açıklamalar yaparken, kongrelere yönelen devlet oluşturma çabalarının nereye kadar yeterli nereden sonra yetersiz kaldıklarını da genel kurula açıklamak zorunda idi. Sivas Kongresi sırasında alınan kararlar doğrultusunda Heyeti Temsiliye içinde düzenlenen Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyetinin kurulmasına genel bir olumlu yaklaşım gündeme getiriliyordu. Ülke içinde bakanlar kurulunun milli emeller doğrultusunda çalışmalar yürütülürken, toplumların diğer yanlardan yara almaması ve böylece sağlanabilecek uyumluluk çizgisi içinde kalarak, çözümlerin öne çıkarılabileceği olayların izlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir. Kongreler sırasında gerek meclis üyeleri gerekse de Heyeti Temsiliye kurulu başkanı olarak Mustafa Kemal son Osmanlı padişahına mektuplar yazarak, taraflar arasında bir uzlaşma köprüsü ortaya çıkabilmenin arayışları içinde olmuştur. Ne var ki, mektuplaşma ve karşılıklı hazırlıklar içinde yapılan çalışmalar daha sonraki aşamalarda eskisi gibi yürütülememiş ve bu noktadan sonra kurulmuş olan yeni devletin çatısı altında taraflar arasında görüşmeler ve çalışmalar, toplantı ve belgelerde yer aldığı gibi sürdürülmeye çalışılmıştır. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti içinde bulunduğu merkezi bölgenin temsilcisi olarak, devletler arası düzende çağdaş gelişmelere paralel biçimde yer almış bir ulus devlettir.

Sivas Kongresi sırasında İrade-i Milliye ile başlayan Türkiye Cumhuriyeti serüveni, daha sonraki aşamalarda ulus devletin kurularak devreye girmesiyle birlikte HAKİMİYET’İ MİLLİYE olarak benimsenmiştir. İmparatorluk sonrasında çağdaş bir ulus devlet yaratmak hedefi ile öne çıkan Türk ulus devleti, daha sonraki aşamalarda hem uluslaşmanın hem de devletleşmenin etki, tepki ve katkılarıyla çağdaş gelişmeler doğrultusunda karşı karşıya gelerek, uluslararası gelişmeler çizgisinde dünya uygarlık ailesinin onurlu bir üyesi olarak öne çıkmak için, Atatürk’ün çağdaş devlet modeli ile yeni bir yolda yürümeye girişmek üzere öne çıkan bir alternatif düzen söz konusu olabilecektir. İrade-i Milliye çıkış noktası olarak gündeme gelirken, Hakimiyeti Milliye adı altında da yeni bir hedef noktası öne gelmektedir. İrade-i Milliye kavramı bugün uluslaşmanın anahtarı olarak düşünülürken, Hakimiyet-i Milliye de ulus devletin hem çekirdeği hem de hedef tahtası olarak gündemdeki yerini sağlamlaştırmaktadır. Kişisel iradeden başlayarak toplumsal iradeye geçişin köprüsü olarak da yeni Türkçedeki kullanılış biçimi olarak ulusal egemenlik kavramı sınırları içinde yer alabilir. Bir ulus devletin kurulması için nasıl ki o ulusun evlatlarından oluşan bir ulusçuluğa gereksinme varsa ve aynı çizgide kişisel iradenin daha geniş tabanlara yayılabilmesi çizgisinde, milli sınırlar içindeki ulusal egemenliğin ulus devletler için yeni duruma paralel bir biçimde devreye girmektedir. İrade-i Milliye’nin, yeni dönemde öne çıkışı bugünün uluslararası dünyasında ulusal egemenlik çizgisinde yeni bir içerik ve çerçeveye doğru gelişirken, İrade- milliye oluşumları yeni bir yapı değişikliğine doğru gelişmeler göstermekte ve bu açıdan siyasal rejimleri ciddi boyutlarda sarsmaktadır. Bu nedenle içinde bulunduğumuz yüz yılın etkileriyle hem bireysel iradenin hem de ulusal iradenin tartışılması bugün için eskisinden daha fazla önem kazanmıştır. Cumhuriyet rejimlerinde bireysel irade öne çıkarılırken, demokratik toplum yapılarında halk egemenliği esas olmaktadır.
.

Yirminci yüzyılın demokratik rejimlerine bakıldığı zaman halk kitleleri önem kazanmakta ve bu açıdan devlet bir halk örgütlenmesi olarak öne çıkmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi Atatürk yeni rejimin içeriğini belirlerken, önce Türk kavramına dayalı ulus devleti kurmuş ve daha sonra da yirminci yüzyılın halklar çağı olduğunu görerek halkçılık kavramına dayanan bir cumhuriyet sistemi oluşturmuştur. Yeni devletin içeriğinin halkçı cumhuriyet olarak tanımına göre temel ilkelerin belirlenmesi ve ulus devlet ile halkçı cumhuriyet birlikteliği Türkiye’nin jeopolitik yapılanması ile de sentezci arayışa doğru geliştiği zaman Atatürk’ün devlet modeli gerçek boyutlarıyla ele alınabilmektedir. Böylesine çağdaş bir sentezci yaklaşım Türkiye’nin sentezi olarak ele alındığı zaman, anayasanın giriş kısmında yer alan altı temel ilkenin birlikte değerlendirilmesi yapılabilmektedir. Demokratik rejimler bireylerin hak ve özgürlüklerini güvence altına alırken milletin iradesi esas olarak ele alınmaktadır. Daha sonraki aşamada cumhuriyet devletlerinin çatısı altında bireylerin hak ve özgürlükleri siyasal rejimlerin ulusçu ve halkçı yaklaşımları aracılığı ile bir senteze yönlendirilebilmektedir. Devletlerin kuruluş aşamasında temel hak ve özgürlükler esas alınmaktadır. Devletlerin kuruluş dönemi sonrasında kurumlaşma açısından konuya yaklaşılması ise İrade-i Milliyeden Hakimiyeti -Milliye ilkesine doğru adım atmaktır. Halk kitlelerinin temsilcilerinin Sivas Kongresinde olduğu gibi kuruluşa katılmasıyla devlet aşamasının birinci aşaması tamamlanmakta, ama daha sonraki adımlar atılırken kişi hakları yerine toplumların hak ve özgürlükleri öne çıkmaktadır. Toplumların her yönü ile ele alınarak bir yönetim düzeni kurulabilmesi açısından toplumlara hâkim olunması gerekmektedir. Bu tür bir aşamada toplumların siyasal anlamda yapılandırılması için bir egemenlik düzeninin ulusal çizgide kurulması gerekmektedir. Bu nedenle normal olarak İrade-i Milliye çıkış noktasından yola çıkılarak Hakimiyet-i Milliye adı verilen hedef noktasına ulaşılacaktır. Millet kendi iradesini kullanmaya başladıktan sonra toplum içinde yaşayan herkes benzer bir biçimde davranarak, toplumsal bütünün tamamlanmasını sağlayacaktır. Böylece sağlanan tam katılım düzeyindeki ortak hareketler, ülke içinde ulus ve halk kitlelerinin kaynaşarak dayanışma içinde yaşamlarını sürdürmelerini sağlayacaktır.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.