Sürekli geliştirilen modern cihazlara, son teknolojilerin kullanıldığı araştırma laboratuvarlarına, biteviye çeşitlendirilen ilaçlara yüz milyarlarca dolar harcanmasına, teşhis amaçlı olarak insan vücudunun hücrelerine, molekül yapılarına kadar inilmesine ve gazetelerde, televizyonlarda her gün modern tıbbın yeni bir mucizesinin duyulmasına rağmen; insan sağlığı dünya genelinde alarm veren bir ivmeyle sürekli bozulmaya devam ediyor.

Üstelik bu kötü gidişat ülkelerin gelişmişliğine, sağlık harcaması miktarına, eğitim düzeyine, zenginliğine, fakirliğine, ya da geri kalmışlığına göre de çok fazla değişmiyor. Örneğin kanserden ölüm oranının en yüksek olduğu ülkelerden birisi Amerika Birleşik Devletleridir ve bu örneği istenildiği kadar çoğaltmak mümkündür.

Tüm yeryüzünde hastalık çeşitleri, ölüm oranları ve sağlık harcamaları son sürat, devamlı artarken, “Bilimsellik etiketi” arkasında bilerek yada bilmeyerek yapılan yanlışların mutlaka göz ardı edilmemesi, yanlışların ve yapılabileceklerin ortaya konularak, hastalıkların ve çözümlerinin, kısaca sağlık konusunun daha anlaşılır hale getirilmesi gerektiğine inanan bir araştırmacıyım.

Özellikle, gayesi insan olan, insan sağlığına ve insanlığa hizmet için özveri içerisinde yıllarca emek veren, ilim tahsil eden, kanunlar önünde insanın organlarına, sistemlerine, dokularına kısaca tüm vücuduna müdahale etme, gerektiğinde kesip biçme ayrıcalığına sahip, kutsal bir meslek grubuna mensup olan “doktorlarımızın”, “Sistem gereği yapılan” yanlışlara karşı mutlaka sesleri çıkmalı.

Kendi adıma araştırmacı bir sağlık gönüllüsü olarak, yaklaşık 17 yıllık araştırma ve çalışma sonucu elde ettiğim bilgileri ve tecrübelerimi, sorumlu bir birey olmanın gereği olarak, sizlerle paylaşıp, bazı konulara özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum.

Modern tıp teşhis edilebilir ya da rahatsız edici belirtileri (semptomları) olan bir hastalık ortaya çıkana kadar, her insanın sağlıklı olduğu varsayımına dayanır. Teşhis ile birlikte her yeni hastalığa değişik bir isim verilerek, hastalık sayısı sürekli artırılır. Çok çeşitli yollarla “Çok karmaşık, anlaşılması çok zor ve gizemli binlerce hastalığın var olduğuna” insanlar inandırılarak; “Hastalıklar karşısında insanlara çaresizlik öğretilir..” Tabii ki hastalıklar anlaşılmaz ve çok zor olduğu sürece, çözümü de çok zor olacaktır. Hatta pek çoğunun “Genetik, kronik veya dejeneratif” gibi isimlendirmelerle çözümsüzlüğe mahkûm edilmesi, kimse tarafından yadırganmaz bile.

Modern Sağlık Sistemi içerisinde yetişen bir doktorun, (uzun ve zorlu bir tıp eğitimi almış olmasına rağmen) çok karmaşık ve muazzam bir düzen içerisinde çalışan insan vücudunu her şeyi ile tanıması, anlaşılması çok zor binlerce hastalığın teşhis ve tedavi yollarını bilmesi mümkün değildir. Bu nedenle de vücudumuz yüzlerce parçaya ayrılarak, her bir parça için de asla birbirinin alanına girmemek üzere ayrı ayrı branşlarda uzmanlar yetiştirilir

Uzmanlık alanlarının çoğalması ise, parçalar üzerinde hücrelere, molekül yapılarına kadar detaya inmeyi hızlandırırken, “bütün üzerindeki hâkimiyeti kaybettirerek” hastalıkların daha da içinden çıkılmaz bir hal almasına neden olur.

Uzmanlaşmanın doğal sonucu olarak da, tıbbın sarsılmaz esaslarından biri olan “Hastalık yok, hasta var” ilkesi pek dikkate alınmayarak, her uzman sadece kendi branşı ile ilgilenir. Bu durum ise hastaların işini daha da zorlaştırarak, hastane koridorlarında, daha çok zaman ve para kaybetmelerine neden olur.

“Hastalıkların tedavisindeki en büyük yanlış, vücut için başka, ruh için başka bir doktor olmasıdır. Oysa bunlar bir birinden asla ayrılamaz..” Hipokrat (Hypocrates)

Modern tıpta hasta tamamen çaresiz ve yetkisizdir. Günlük hayatında saçının bir tek teline zarar verilmesine tahammül edemeyip, ters bir bakışa bile yumrukla cevap veren insanlar; daha başlangıçta sağlık kuruluşuna girer girmez vücuduyla birlikte tüm organlarını, hatta canını bile doktorlara emanet edip, tüm yetkiyi sağlık ekibine vererek, faydalı ya da zararlı yapılacak her şeye, hiç tartışmasız rıza göstermek zorundadır.

Hasta olan kişi kendisini doktoruna teslim ettiği andan itibaren, akıl ve iradesini kullanamaz halde, korkunç bir çaresizlik psikolojisi içerisinde, sanki anlaşılması çok zor, karmaşık, gizemli ve bilinmezliklerle dolu başka bir dünyaya adım atmış gibidir. Çünkü hem kendi vücudu, hem hastalıklar, hem de yapılacak işlemler hakkında hiçbir şey bilmiyordur.

Modern tıpta hasta ve hastalık hakkındaki karar, genellikle insanları hücrelerine kadar inceleyen, röntgen, emar, tomografi, mamografi, anjiyografi, floroskopi ve ultrason gibi çok gelişmiş cihazlarla ve laboratuvarlarında elde edilen tetkik sonuçlarına göre verilir. Ancak bu cihazların hiçbirisi, insan düşünce ve psikolojisinden anlamaz, ya da bu işlemler yapılırken insanın o andaki psikolojisi pek dikkate alınmaz.

Halbuki psikolojik durumumuz vücudumuzun tamamında, özellikle kan değerleri üzerinde çok etkilidir. Stres kimyasallarının hücreler üzerinde etkili olduğu, hormonal dengeyi bozduğu bilimsel bir gerçektir.

Duke Üniversitesi Davranışsal Tıp Araştırma Merkezi direktörü, Tıp ve Psikiyatri Profesörü, “Öfke Öldürür” (Anger Kills) adlı kitabın yazarı Dr. Redford Williams, yaptığı araştırmalar sonucunda, “Psikolojik bozukluğu, yaşamımızın her günü, düşük dozda, etkisini yavaş yavaş gösteren bir zehir almak gibi” tanımlayarak, “stres kimyasallarının” kalp hastalıkları üzerinde etkili olduğunu, özellikle de ana arterlere zarar verdiğini tespit etmiştir.

Modern tıp hastalıkların tetkikinde, teşhisinde, acil durumlarda, cerrahi müdahaleler de ve travmalarda mükemmel bir başarı gösterir. Ancak hastalıkların önlenmesi ya da iyileştirilmesi konusunda aynı başarıyı gösteremez.

Çünkü hastalıkların nedenlerini araştırıp ortadan kaldırmak yerine, bir çok yan etkisi olan kimyasal ilaçlar, ya da bademcik, geniz eti, tiroit, safra kesesi, fıtık ya da böbrek ameliyatları gibi bir kısım cerrahi müdahalelerle, “Sadece belirtileri (semptomları) kontrol altına almaya çalışır..”

Bu uygulamalar konusunda, ülkemizin saygın bilim insanlarından Prof. Dr. İsmail Hakkı Aydın hocamız; “Rabbim Beni Doktorlardan Koru” adlı kitabında (shf; 36 – 37)

“Polikliniklerdeki hekimlerimiz muayene ettikleri değil, baktıkları insan sayısını artırmak çabasında… Ha babam de babam, puanlarımız yükselsin gayretinde… Lüzumlu – lüzumsuz tahlil, diyognostik talep, girişim, önü arkası gerekli gereksiz ilaçlarla dolu reçeteler ile haşır – neşiriz! Her boynu ağrıyana boyun fıtığı teşhisi, her boyun fıtığına Allah ne verdiyse, disketomi, yapay disk, vida, plak, takabildiğin kadar tak! Her beli ağrıyana bel fıtığı teşhisi, her bel fıtığına ameliyat, rod, plif, yok vertebrektomi, yok asansör protez… Daha bilmem neler neler… Tak takabildiğin kadar!!! Oysa gerçekte, bel ağrılarının yaklaşık BİNDE BİRİ bel fıtığı ameliyatı gerektirir!

Bir yanlış var, ama nerede? Kitaplarda mı? Vicdanlarda mı? Hocalarda mı? Kanunlarda mı? Yöneticilerde mi? Anlayan beri gelsin.” demektedir.

.....

Yazının devamı için tıklayınız

.....

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.