Ekonomist Yazar Erdoğan Alkin, ülke gündeminin en önemli konusu olan enflasyon, kurlar ve faiz politikalarına ilişkin isabetli yaklaşımlarda bulundu. Şalom'daki köşesinde yer alan Erdoğan Alkin'in görüş ve analizi şöyle;
"O kadar fazla soruldu ki, kısa bir cevap yazma gereği duydum. Kısa derken, okuyucuyu sıkmayacak bir şekilde.
Her şeyden önce bilmemiz gereken şu: Zaman ve şartlara bağlı olarak ekonomik reçetelerin başarılı olması sabır isteyebilir, bazen de hastalığa karşı etkili olmayabilir. Bazı zamanlarda da hastalığa dolaylı yoldan müdahale etmek için kullanılabilir. Ne demek istediğimi biraz açayım.
Faiz normal şartlarda, ısınmış ya da ısınmakta olan bir ekonomiye bir ekonomiye yumuşak iniş yaptırmak için kullanılır. Büyümenin hızlanması herkesin hoşuna gitse de, efektif talebin beklenenden fazla yükselişi fiyatlar genel seviyesi yani enflasyonu artırır. Bu durum en başta gelir adaletsizliği, sosyal ve ahlaki bozulma yarattığı gibi, kamunun ve özel sektörün mali tablolarını suni şekilde büyüttüğü için hoşa giden bir gelişme değildir. Bu sebeple para otoriteleri raydan çıkışı önlemek için faizleri yükseltir. Böylece bireyler tüketmek yerine tasarruf etmeye yönelirler. Bugünün özel tasarrufları yarinki yatırımların kaynağını oluşturduğu için, endişelenecek bir durum yaratmaz. Firmalar da yükselen faizleri görüp faaliyetlerini genişletmekten vazgeçecekleri için arz-talep dengesinde ciddi bir bozulma olmaz. En azından işler rast giderse diyelim.
Bahsettiğim bu durum, faizlerin enflasyonun üzerine çıkıp reel kazanç sağladığı durumlar için geçerlidir. Vatandaş satın almak istediği malın ya da hizmetin fiyatının faiz kazancından daha düşük oranda artacağını görüyorsa acele etmez. Parasını faizde değerlendirip, vade sonunda gözünü diktiği mal ya da hizmeti rahatlıkla satın alır, hatta üzerine de para kalır. Geçmişte Türkiye'de bile böyle dönemler yaşanmıştır.
Ancak faizler mevcut enflasyondan değil beklenti enflasyonundan bile düşükse, vatandaşlar bankaya para yatırmak yerine tedarik imkanından endişe duydukları mal ya da hizmetleri satın almaya devam ederler. Hatta fiyat artışları devam ettikçe "tüketerek tasarruf ettiğini düşünen" bir hane halkı psikolojisi oluşur. Aynı durum firmalar için de geçerlidir. Negatif reel faizler hele ki fiyat davranışları bozulmuşsa, stokçuluğa teşvik eder, kesilen her fatura endişe ve riskleri içerir. Fiyatlar sürekli yükselir.
Böyle bir durumda tüketim ve stoklama devam ettikçe, üreticiler hızlarını kesmezler ve enflasyonu daha da körüklerler. Eğer ücretler de sürekli mevcut enflasyona göre yükseltilince mesele kördüğüm olur ve radikal bir acı reçete yazmadan çözülemeyecek hale gelir. Dolayısıyla Fed ve ECB'nin çabalarıyla, TCMB'nin yaklaşımı arasındaki farkı bir de bu açıdan incelemek lazım.
ABD Merkez Bankası, doğrudan doğruya efektif talebin önünü faiz artışlarıyla keserek, resesyona girme pahasına enflasyonu dolaylı yoldan düşürmeye çalışıyor. Şu ana kadar yapılan faiz artışlarının beklenen sonucu vermediğini itiraf ederken "sonuç alana kadar devam edeceğiz ama bu kadar büyük adımlarla değil" diyor. ECB de benzer şekilde itidalli ama kararlı şekilde enflasyonla mücadeleye devam ediyor. Fakat her iki kurum da enflasyonun daha çok arz kaynaklı olduğunu, müdahalede önce geç kalındığını, bu sebeple yüksek faiz artışları yaptıklarını ama piyasayı bozmamak gerektiğini söylüyorlar.
Bana kalırsa faiz seviyesinin bir yıl sonraki enflasyondan daha yüksek olduğu algısını yaratmadan, talep tarafında bir frenlenme olması çok zor. Bu sebeple "yumuşak inişin reçetesi yoktur" gerçeğinin farkında olarak, ABD ve AB Ekonomilerinde olumsuz bir 2023 yılı geçeceği söylenebilir.
“Türkiye'de ne yapılıyor?”
Türkiye'de ise faizleri düşürdük ama kredi faizleri düşmüyor. Faizin üzerine eklenenlerle enflasyonun yarısı kadar ama oldukça yüksek bir kredi faizi seviyesi oluştu. Yani politika faizlerini düşürürken, mevzuat değişiklikleri ve modelin nev-i şahsına münhasır olması sebebiyle kredilerin maliyetini yükselttik, bir de bunun üzerine ulaşılamayacak hale getirdik. Aslına bakılırsa bu metot "faizleri yükseltmeden faizleri yükseltmek" sonucunu yarattı. Ancak enflasyon henüz yavaşlamadı. Enflasyonun baz etkisi ve zaman geçtikçe düşeceği üzerine kurgulanmış bir hareket planı var besbelli.
Bu hareket planında kurlar baskılanacak, döviz kazandıranların gelirleri Merkez Bankasına aktarılacak ve gerekirse satılacak, yüklü döviz alımı yapanlar ve kredi ya da mevduat faizlerini abartanlar olursa uyarılacak, perakende fiyatlar konusunda denetimler devam edecek, hane halkının enerji faturasının bir kısmını kamu üstlenecek ancak işyerlerine kademeli olarak yansıtılacak, bu arada seçimlere kadar büyüme yavaşlamasın diye ‘seçici’ şekilde kredi kampanyaları başlatılacak. Tüm bu teferruatlı işlere politika faizlerini ve mevduat faizlerini yükseltmemek için katlanacağız.
Bu model heterodoks olarak kabul edilebilir mi, bilemem. Anti-Ortodoks olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Her uyguladığımız reçeteyi bilimsel kabul görmüş tariflerle etiketlemek doğru olmaz. Yine de şunu söyleyebilirim, şu ana kadar faiz artışı yoluyla ya da faizleri düşürme yoluyla kredi kanallarını sıkıştırma metodu enflasyonla mücadelede işe yaramış gözükmüyor. Yani ortodoks model de heterodoks ya da anti-ortodoks model de arzu edilen sonucu yaratmadığı gibi, istenmeyen yan etkiler yaratıyor. Şunu da belirtmek lazım ki, Türkiye'nin modeli tam olarak anlaşılmadığı ve yan etkileri net şekilde ortada olduğu için risk primleri yüksek seyrediyor. Bu durum Türkiye'nin algısını bozuyor.
ABD ve ECB sabırla olumlu sonuç beklerken, biz de piyasalar tarafından benimsenmeyen bir reçeteden yola devam ederken, sabırla seçimleri bekliyoruz. Seçimlerden sonra bu politikanın devam etmeyeceğini düşünenler var ama, ben bu kanaatte değilim. Mutlaka bir hassas ayar olacaktır ancak bu modelden devam edileceğini tahmin ediyorum.