Güzelim memleketimde her şey öylesine kötüye gidiyor ki, nasıl düzeleceğini bilen yok.
İktidarı da muhalefeti de birbirinden farksız. Çok konuşuyorlar, boş konuşuyorlar, hayal dünyasında gezdiriyorlar dinleyenleri. Millet geçim sıkıntısı ve yoksulluk çığlıkları atarken, bizi yönetenler ekonominin büyüdüğünü söylüyorlar. Hormonla büyüyen bir ekonomi ve beslenme-geçinme çığlıklarıyla ufalan bir halk. Ne büyük bir çelişki değil mi? Bana göre siyasetin ve siyaset yandaşlarının ekonomisi büyüyor, milletin değil… Siyaset esnafının keyfi yerinde. Mutfak, kira, sağlık, çocukların eğitimi gibi sorunları yok. Çok yüksek ve de çifter maaşlar, kaynağı tartışmalı ek gelirler, inanılmaz avantajlar onları halktan koparmış. Onlar başka bir dünyada yaşıyorlar sanki.
Siyaset esnafı kendi menfaatinde ortak, milletin sıkıntı ve problemlerinde farklı düşünüyor. İşte o zaman particilik başlıyor, birbirlerine verip veriştiriyorlar devamlı. Geçmişte ayakkabı kutularındaki yabancı paraları tartışıyor, AKP’yi suçluyorduk. Bugün ana muhalefetin Meclis’teki odalarından çıkan döviz dolu çuvalı konuşuyoruz. 20 yıl sonra geldiğimiz noktaya bakın. Ne acı değil mi? Devleti israf denizinde yüzdürüyoruz, 10 milyondan fazla yabancıyı bedavadan besliyoruz. Ne o, din kardeşlerimizmiş. O din kardeşlerini bizden başka koruyacak, sahip çıkacak başka ülke yok mu? Biz kendi insanımızın yokluğuna, yoksulluğuna, geçim sıkıntısına ve çaresizliğine yetişemiyoruz. Ama din kardeşlerimize bedavadan bir hayat yaşatmakla kalmıyor, devletimizin güvenliğini de tehlikeye atıyoruz.
Ülkenin yönetim sistemi değişmiş değil, tamamen dağılmış durumda. İşler yasalara göre değil, akla esen talimatlara göre yapılıyor. Anayasa’yı ve yasaları takan, ciddiye alan pek yok. Anayasa’ya uyacağına namus yemini etmiş olanlar, Anayasa ve yasalar delik deşik olmasına rağmen seslerini bile çıkarmıyorlar. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın anlayışındalar sanki. Ama o yılanın hepimize dokunmasına az kaldı gibi. Siyaset ve yönetim fotoğrafı böyle görünüyor.
Erken seçim havası temel sorunlarımızı şimdilik geri attı. Ne deprem bölgesindeki acıklı tablolar, ne emeklilerin perişanlığı, nede enflasyonun azgınlığı pek akla gelmiyor. Varsa yoksa seçim gündemde. Tüm umutlar ona bağlanmış gibi. Oysa seçim sonucunun değiştireceği bir şey yok. İktidar kazanırsa yine aynı hikâyeler ve masallar, muhalefet kazanırsa parti içi çekişme ve kavgalar. Oysa yerel seçim çok farklı bir şey. Yaşadığımız kentlerde bizi rahat ettirecek, iyi yönetecek yerel insanları seçeceğiz. Hani CHP’de ön seçim yapılacaktı? Bu ön seçim sözü eş, dost önseçimine döndü. Listeler yine Ankara’da düzenlendi, ahbap çavuşlar seçmene zorla dikte edildi. Ne o demokratik rejime sahipmişiz. Bu nasıl demokrasi böyle?
Tarikatların egemen olduğu, bazı bakanlıklarda ağırlık kazandığı bir dönemi yaşıyoruz. Hepsini sıralamaya kalksam “Yahu biz ölmüşüz de, arkamızdan ağlayanımız yok” dersiniz. Milli Eğitim Bakanlığı ne yapmak istiyor? Minicik yavruları okullarda din eğitiminden geçireceğiz diye, inanılmaz maskaralıklar sergiliyor. Bakan dur durak dinlemiyor, üstelik açıkça tarikatları destekliyor, sahip çıkıyor. Efendi biz laik bir ülkeyiz. Dini siyasete dibine kadar soktunuz. Şimdi de Milli eğitim Bakanlığımızı mı dini kurumlar içine sokacaksınız? Milleti de, gençliği de, çocuklarımızı da rahat bırakın. Herkes dinini dilediği şekilde yaşasın. Baskı filan yapmayın. Artık ters tepiyor çünkü.
Sizin peşinden koştuğunuz din anlayışı, fabrikasında bile (Suudi Arabistan) çöküyor artık. Baksanıza din baronları, dinin siyasi patronları açılıp saçılıyor, bizde mahalle baskısı sonucu yasak gibi görünen şeyleri, Arapların zirvesi serbest bırakıyor. Çarşaf giyme mecburiyetleri, kadının çalışma yasağı, yanında bir erkek olmadan sokağa çıkması filan tarih oluyor. Dünya güzellik yarışmasına bile katılmaya başladılar. Gerçek ve siyasi tüccarlardan etkilenmeyen Müslümanlar, kutsal kitabımızın tefsirlerini değil kendisini uygulamaya çalışıyorlar. Tarikatların, yobazların ve din tüccarlarının safsatalarına kulak bile asmıyorlar.1500 yıl önce yazılmış kutsal kitabımızı, çağın gereklerini de dikkate alarak değerlendirince, Allah’ımızın emirlerini akıllıca yerine getirebiliyoruz.
Dinden beslenen siyaseti engellemedikçe, Türkiye’yi aydınlığa ve düze çıkaramayız. Allah’la kulun arasına kimse girememeli. Girerse sadece devletimize değil, bugün olduğu gibi dinimize de büyük zararlar veririz. Bunun böyle bilinmesinde yarar var.