Onu bunu bilmem, ben eve iyice kapandım, İstanbul’dan ve 35’den fazla ilden gelen geçici tatilciler dönene kadar da ortalıkta dolaşmam.
Böyle bir kalabalığı Bodrum’da hiç görmedim. Turizm mevsiminin en yoğun olduğu dönemlerde bile, bu kadar insana ve araca bir arada rastlamadık hiç. Bu nasıl bir kapanmaysa, herkes gibi ben de anlamadım gitti. Bikini mayoya benzetiyorum ben bu kapanmayı. Nazik bir-iki yer kapalı ama gerisi apaçık. Böyle bir fotoğrafta korona’ya engel olmak ne mümkün, bulaşı daha da arttıracağımızı sokaktaki çocuk bile tahmin eder.
Seyahat yasağını koymamışız, nüfusun yüzde 70’ini çalışıyor sayıp serbest bırakmışız, gerisini de bu sıcakta eve tıkmışız. Ne o, Korona ile mücadele edeceğiz. Böyle mücadele olur mu? Olursa salgını iyice patlatırız, bulaş sahalarını ve miktarını daha da genişletiriz. AKP kongreleri ile tüm ülkeyi kıpkırmızı hale getirmeyi başarmıştık. Şimdi de tatil ve turizm bölgelerimizi tehlikeye attık. Buralarda sağlık imkanları çok sınırlı. Koskoca Bodrum’da 40-50 yoğun bakım ünitesi ve özel-resmi hastanelerde toplam 400 yatak var. Yani 700 bin kişiye 400 yatak, Marmaris’te, Datça’da, Fethiye’de, Köyceğiz’de, Milas'ta o kadar da yok ya….
17 günlük kapanmayı tatil diye yorumlayıp sahillere koşanlar, sadece kendilerini değil, gittikleri yerlerde yaşayanları da ciddi şekilde zorluyorlar. Allah göstermesin, bulaştaki patlama neyse de, yoğun bakımlık olursa insan, dünyaya veda etmeye hazır olmalıdır. Bu işin şakası yok. Dağ gibi, sırım gibi, güçlü-kuvvetli insanları yakaladı mı, affetmeyip götürüyor Kovit.. Ne çok tıp profesörlerini, ne çok doktor ve uzmanları, ne çok sağlık görevlilerini de kaybettik son aylarda. Böylesine bir afetle, bir belayla karşı karşıyayız ama, hala işin ciddiyetinin farkında değiliz gibime geliyor.
Hepimiz hata üstüne hata yapan, kimseyle işbirliğine ve diyaloga yaklaşmayan yönetimi suçluyoruz.
Yönetim de panik içinde, birbiriyle çelişen, uygulaması zor kararlar alıp duruyor. AKP Genel Başkanının ilan ettiği kararları, 35 tercüme noktasını geçtikten sonra bile zor anlayabiliyoruz. Allah'tan arkadan İçişleri Bakanı'nın peşpeşe izah ve açıklamaları geliyor da, el yordamıyla çıkabiliyoruz işin içinden. Hem yönetim ne yapsın? Elinde avucunda para yok ki, hepimize dağıtıp milletin tümünü evine kapasın. Fabrika ve üretim merkezlerine, AVM ve gıda işi yapanlara, işçi ve çiftçilere, tüm inşaatçılara, ulaşım araçlarına izin verecek ki, ekonomi felce uğramasın.
Yönetim para bulsa aşıyı getirtecek. Aşıdaki gecikmelerin parasızlıktan olduğunu söyleyemiyor olmalı.. Kaldı ki, aşı temininde sadece biz değil, pek çok ülke de zor durumda. Bakan (Haziran sonuna kadar bekleyebiliriz) diyor ama, AKP Genel Başkanı sıkıntının olmadığını söylüyor. Biz de neye inanacağımızı şaşırdık vallahi. Toplumun henüz yüzde 10’u bile aşılı değil. Bu durumda geri kalanları eve kapatsak ne olur, kapatmasak ne olur? Üstelik bizim milletin en büyük özelliği, dur-durak ve yasaktan anlamaması. Yasak delmeyi marifet sayıyoruz hepimiz. Cezası da hayli yüksek ama, çoğumuzun umurunda bile değil.
Muhalefet yapmak kolay. Ama milleti zaptetmek, aşıyı bulmak, ekonominin çarklarını durdurmamak hayli zor iş. Böyle durumlarda dayanışma içinde olmak, çözüm formülleri üretmek, acı ve sıkıntıları hafifletecek dil kullanmak lazım. Yönetim de, muhalefet de ortak anlayış adımları atamıyorlar bir türlü. Kavgayı gürültüyü kesip, hiç değilse bu konuda elele verseler, belki daha az zararla kapatabiliriz bu salgını. Sürekli yönetime yüklenerek hata artış ihtimallerinin önünü daha da açıyoruz. Biraz da çözüme yardımcı destek yollarını denesek, daha faydalı olmaz mı?
İktidar-muhalefet kavgasına, bir de sahil kentlerinde yaşayanlarla, buralarda evi olan yada tatile gelenler arasındaki çekişme ve sürtüşmeler eklenince, kızılca kıyamet kopuyor şimdi. Vay dışarıdan gelenler virüs taşıyorlarmış, kentin asıl sakinleri başkalarını istemiyorlarmış, şehrin sınırlı imkanları herkese yetmezmiş. Bunların hepsi doğru ama, ülkeyi yönetenlerin teferruatı düşündüğü yok ki.. 150 bin kişilik şehri bir çırpıda 700 bin kişiye açarsanız, suyunuz da yetmez, elektriğiniz de, yolunuz da, diğer altyapınız da.. Bunu herkes biliyor ve görüyor ama, mani olabilecek bir ortak akıl ortada yok ki..
Bodrum’un suyu zaten kıt. 700 bin kişiye yetecek su kaynağı yok. Allah korusun yarın susuz kalınırsa, bunun yaratacağı salgın hastalıklar kovitten beter hale gelebilir. Şimdi herkes internetle evden çalışıyor. Enerji hatları ve trafolar acaba 700 bin kişinin tüketimini çekebilecek mi? Daha şimdiden elektrikler zaman zaman kesilmeye başladı. Bu kesintilere hat bakım ve onarımı diyorlardı ama, ileriki günlerdeki kesintilere böyle kolay mazeret bulunamayabilir. Yollar felaket durumda, sahil kentleri şantiye halinde, inşaat işleri yoğun biçimde sürüyor. En kötü durumda Bodrum ama, Muğla’nın diğer tatil kentleri de pek farklı durumda değil. Allah Belediye Başkanlarının yardımcısı olsun. Öyle olsun diyorum çünkü Ankara, büyükşehir belediyelerinin yetkilerini de üzerine aldı. İzmir, Aydın, Muğla, Antalya filan hep CHP’li büyükşehir. Şimdi davul onlarda ama tokmak Ankara’nın elinde. Bakalım nasıl olacak bu işler?
Bu kafayla gidersek, Allah korusun ilerde bugünleri de arayabiliriz. Bir elin sesi yok, iki elin sesi çok. Gelin vakit kaybetmeden, iktidarıyla muhalefetiyle bir masanın etrafına toplanalım.. Gerek salgından ve gerekse ekonomik sonuçlarından nasıl kurtulabiliriz ya da nasıl en az zararla kapatabiliriz bilançoyu, bunu düşünelim. Hepimiz aynı geminin içindeyiz. Gemi batarsa, iktidarı da muhalefeti de, tüm milleti de suyun içinde nefes alamayız. Birlikten güç doğar. İktidar izin verse, sorunların üstesinden daha kolay şekilde gelebileceğimiz öyle muhalif destekler çıkar ki, devletimiz ve milletimiz bunun faydasını görür. Bu iş olmaz, olmayacak duaya amin denmez alışkanlığından ve kolaycılığından kurtulalım. Bir denesek kötü mü olur?
Haydi vazgeçelim yanlışta inat ve ısrar yönetiminden, haydi bırakalım yönetimin başarısızlığına odaklanan bir muhalefet anlayışını. Hiç değilse köprüyü geçene, deveye hendek atlatana kadar…