Sabahın ilk ışıkları pencereme vururken demir kapının sesiyle uyanırım. Önceleri beni rahatsız eden bu sesi, sonraları beklemeye başladım. Sitenin kapalı çöp bidonlarının durduğu kulübenin kapsının sesidir o. Kendi minnacık dört tekerleğin üzerine çadır bezinden yapılmış kocaman çuvala bir şeyler yüklemeye çalışan Fazlı’nın sesidir o gıcırtılar aynı zamanda.. Sessiz hüzün dolu yüreğine demir kapının ses verişidir belki de. İkimiz de aynıyız içten içe çürüyoruz mesajıdır.

Herkesin kızdığı, çöpleri dağıtıyorlar, sabah sabah hepimizi rahatsız ediyorlar şikâyetinin onunla ilgisi yoktur. Zümrüt yeşili gözleri, esmer teni, incecik bedeni ile benim diyen gençleri cebinden çıkaracak kadar yakışıklıdır ve sözcükleri seçişi, ifade gücü, hep beni hayrete düşürmüştür.

Onunla anneler gününde, sabah yürüyüşünde göz göze geldik ilk kez. Mahcup olmuştu demir kapıyı aralarken.

-Günaydın, dedim.

Durdu etrafına bakındı. Başka kimsenin olmadığını görünce O da,

-Günaydın, dedi.

Anadolu insanın klasikleşmiş tanışma cümlesiyle başladım.

-Nerelisin oğlum?

-Maraş..

-Kahramanını unutma, sonra şehitler darılır sana

-Evet, Kahramanmaraşlıyım.

-Annen var mı yanında?

-Evet, annem ve üç kız kardeşim yanımda. Babam rahmetli.

Ardı ardına ben sormadan sıralanan bu sözler kısaca bana, “Bunu yapmaya mecburum, ayıplama beni” mesajıydı.

Cebimdeki tüm parayı uzattım. Şiddetle reddetti.

-Annen için. Bu gün anneler günü. Annene benden selam söyle. Böyle çalışkan ve sorumluluk sahibi bir evlat yetiştirdiği için.

Durdu, aldı ve cebine koydu. Fazlı ile dostluğumuz böyle başladı. Kızları okutuyor. Onların okumasını ve ezilmemesini istiyor. Etrafındaki tüm kadınların ne kadar acı çektiğinin farkında.

Dostluğumuz ilerledikçe ailesini geçindirecek kadar para kazandığını sevinerek öğreniyorum, bir de okumayı çok sevdiğini. Ona kitaplarımı imzalıyorum, gözleri parlıyor. Özellikle aşk romanı diyorum “Bana çok uzak!” diyor.

2. Dünya savaşı sırasında ham madde sıkıntısına çözüm bulmak için geri dönüşüm düşüncesi başlamış. Ucuz ham madde temini hem ekonomik hem de ekolojik açıdan çok yararlı bir hareket olmuş. Halklar inandırılmış ve metal, plastik, cam, kumaş parçaları devri daim olarak kullanılmış. Hatta yanan ormanların külleri ile tuğla bile yapılmış.

Aklıma mahallemizin hanımlarının kırk yaması ve çaput parçalarını uzun uzun kesip ekleyip kilim yapmaları geldi. Eskiyen kazaklarımızı söküp yanına yeni ip katarak tekrar örerdi annelerimiz. Şimdiki gibi çöp olmazdı her şey. Melda Yıldız Hanım geldi aklıma “Hiçbir şey çöp değildir” felsefesinin canlı örneklerini gösterdi bana. Eski iplerden kolye, tül artıklarından bluz, renk renk artık kumaş parçalarından şalvar ile otantik bir tarz yaratmış. Hem ekonomiye hem ülke kültürüne katkı.

1980’lerde gündeme düşen “Ay çiçeği” sembollü aktivistlerle, ekolojik dengelerin nasıl bozulduğunu öğrenmeye başladık. Dikkati doğaya çeken “Yeşiller” her ne kadar değiştirmeye çalıştıkları düzenin çarklarına uyup siyasallaşsalar da dünyaya iyi bir hizmet yaptıkları inkâr edilemez. Denizlerin, havanın, toprağın kirliliği sayelerinde gündemimize oturdu. Bize çok uzak sanıp umursamadığımız bu konu müsilajla gerçeğe dönüştü. Şaşırdık. Yıllarca ihmal edilmiş başıboş bırakılmış, siyasi kavgalar, hırsızlıklarla içi boşaltılmış, hantal devletin hiç gündeminde olmadı bunlar. Söyleyen de cılız kaldı.

Güzelim Anadolu topraklarının kadim tohumları hain ellerin inorganik tohumları ile takas edildi. Onlar temiz tohum bankaları kurarken, biz kanserden kırıldık. Eski tohumu yasaklayıp devletin verdiği sahte tohumlarla ekilen mısırlar yetmezmiş gibi, Çernobil canavarının kaç kuşaktır Karadeniz insanının Azrail’i olduğundan haberdar mıyız acaba? Yabancı bir ülkenin başına gelse uluslararası platformlarda söke söke alacağı tazminatları yine insanı için harcayacağından şüphe etmezken, bizimkiler istatistik yapanları bile ya susturdular ya sürdüler ya da satın aldılar. Bizim “Yeşiller”imiz ise sadece Avrupalı yeşillere öykündüler. Duyarlılıkları sosyetik birkaç eylemle kaldı.

Devletimizin geri dönüşüm hassasiyetinin, yabancının çöpünü ülkeye gömmek şeklinde tezahür edeceğini kim bilebilirdi?

Biz “Devlet Baba”ya güveni çoktan yitirdik. Bu yüzden lokal bireysel kazanımlar bizi mutlu ediyor. Fazlı gibi, Melda gibi, Anadolu kültürünün “eskiyi yeni yapmak” felsefesinin şöyle ya da böyle uygulayanları, katkı sunanları var olsun. Kim bilir belki bir gün “Devlet Baba” eliyle yapılır bunlar.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.