Ortak akla ihtiyacımız var. Ortak aklın sesine kulak vermeliyiz. Vermeliyiz ki, bugüne kadar yaptığımız yanlışları ve ülkemize verdiğimiz zararları tekrarlamayalım.
Ortak akıl, devletin iyice güçlendirilmesini emrediyor. Devleti devlet yapan kurumların yeniden hayata geçirilmesine, devletten maaş alan memurların tarafsız çalışmalarına, Anayasa ve yasaların eksiksiz uygulanmasına, dinle devlet işlerinin asla birbirine karıştırılmamasına işaret ediyor. Yönetimin ehil, iyi yetişmiş, bilgili ve donanımlı ellere bırakılması, israfın mutlaka önlenmesi, devlet imkanlarının hovardaca harcanmaması ve (ben yaptım oldu) anlayışından süratle uzaklaşılması da ortak aklın gereği.
Şunu iyi bilmeliyiz ki, ülkemizin huzura, birlik ve beraberliğe çok ihtiyacı var. Siyasi gerginlik, yüksek perdeden atılan nutuklar, milleti bölüp parçalayan davranışlar Türkiye’ye pahalıya mal oluyor. Bunlardan mutlaka vazgeçmeliyiz. Devlet kurumlarını boş işlerle meşgul etmemeli, kamu çalışanlarını iktidarlara değil, millete hizmet çizgisine çekmeliyiz. Bir gecede zenginleşmenin, devlet imkanlarını denetimden uzak tutarak şahsi güçlenmelere kullanmanın ve mal beyanını etkisiz ve gülünç duruma düşürmenin icabına bakmalıyız.
Başarısız politikalarımızı hemen gözden geçirmeliyiz. Örneğin adalet, milli eğitim, tarım, gençlik, enerji ve mali kaynaklarımızla ilgili konulara acilen eğilmeli, iç ve dış politikalarımızdaki yanlış ve zararlı uygulama ve kararları hemen düzeltmeliyiz.
Kaybedecek vaktimiz yok. Zararın neresinden dönsek kardır. Milli savunmada yanlış mı yapıyoruz, askeri kararlarımız düzeltmeye mi muhtaç, askeri okul ve hastaneleri yine devreye mi sokmamız lazım? İşte burada ortak akla ve otoriterlerin bilgi ve tecrübelerini paylaşmakta fayda var. Eğitim sistemimizi çökerttik mi, çağdaşlıktan uzaklaştırdık mı, dini eğitimin ölçüsünü iyice kaçırdık mı, işte bütün bunları Türkiye’nin ihtiyaçları ölçüsünde konuşmalı, tartışmalı ve karara bağlamalıyız.
Bizim en büyük eksiğimiz, sorunlarımızı konuşarak değil, aklımıza estiği gibi davranarak çözmeye kalkışmamızdır. Ayrıca tribünlere oynama ve kulağımızı alkışlara kabartma alışkanlığı da, hem yönetim ciddiyetimize ve hem de sonuçlara büyük zararlar veriyor. Bunu artık görmemiz, kabul etmemiz ve bu kötü alışkanlıklardan da hemen uzaklaşmamız gerekiyor.
Yıllardır iktidarla muhalefetin liderleri biraraya gelmiyor, selamlaşmıyor, tokalaşmıyor bile. Oysa oturup konuşsalar, sorunlara birlikte çare arasalar, çözümleri kolaylaştırmış olmazlar mı? Uzun zamandır gerginlik politikalarıyla prim yapmaya çalışıyoruz. Milleti bölüyor, ötekileştiriyor, bizden yana olanlarla yürüyoruz yollarda, onlarla ıslanıyoruz aynı yağmurda. Bunun doğru bir hareket olmadığını artık görmeli, fark etmeli ve bu yolu mutlaka hem de vakit geçirmeden terk etmeliyiz.
17 gün oy sayarak geçirdik vaktimizi. Hala itiraz ediyor, sonuçları değiştirebilir miyiz, kaybettiğimiz yerleri yeniden ele geçirebilir miyiz, bunun hesaplarını yapıyoruz hala. Şunu iyice bilmeliyiz ki, seçimi yeniden yapsak ve sadece İstanbul ve Ankara’yı değil, tüm sandıkları tekrar saysak, iktidarın kaybı çok daha artar. Milletin nabzını iyi tutmak lazım. Enflasyon iyice yükseliyor, döviz almış başını gidiyor, işsizlik had safhada, pahalılık inanılmaz ölçüde artıyor, mutfaklarda yangın var. Böyle bir ortamda hangi iktidar oyunu arttırabilir? Akıllı bir iktidarsa sesini kısar, yaptığı yanlışlardan ders alır, milletin tekrar gözüne girmek için çareler üretir. Öyle değil mi ama?
Şu Başkanlık işini de tekrar düşünmek ve kar-zarar hesabını bir incelemek lazım. Parlamentonun gücünü kırmak, işlevini hafifletmek ve ülkenin geleceğini tek bir otoriteye bağlamak acaba doğru bir hareket oldu mu? Bunu yeniden referanduma sunsak, Türk tipi Başkanlık modeline aynı desteğin verilmeyeceğini rahatça görürüz. Evet Amerika’da Başkanlık var, Fransa’da yarı Başkanlık var, berikinde çeyrek başkanlık var doğru ama, oralardaki Başkanlar ciddi denetimlere muhataplar. Kararlarını geri döndüren Senato, Temsilciler Meclisi gibi organlar var. Bizim Başkana "dur" diyecek bir organımız, bir kurumumuz yok ki.. Sayıştay kararlarının bile bir hükmü yok bizde.
Gelelim basın hürriyetine, özgürlüklere ve insan haklarına… Bu konularda sınıfta kaldığımızı kabul etmiyoruz ama, bütün dünya görüyor, biliyor ve izliyor gerçekleri. Ülkemizde demokrasinin iyi ve güçlü çalışmadığını, gazetecilerin görevlerini yapamadıklarını, insan haklarının ciddi şekilde ihlal edildiğini söylüyorlar hep. Haksızlar mı, bunu tartışmak yerine, dünyanın ciddi ülkelerinin ölçülerine dönmeliyiz hemen. Yani gerçek demokrasiye, gerçek insan haklarına, gerçek basın özgürlüğüne..
Hepimiz oturup düşünmeliyiz. Nerede yanlışlık yaptık da, ülkemizi idari ve mali açıdan zor duruma düşürdük? Bunu samimiyetle inceler, suçu birbirimizde aramaya kalkmaz ve yanlışları doğruya çevirme kararını birlikte alırsak, Türkiye’yi düze çıkarabilir ve ülkemize eski saygınlığını kazandırabiliriz.
İşimiz zor ama Türk devletinin ve milletinin geçmişine bakarsak, pek çok zorluğu elbirliğiyle aştığımızı hatta sıkıntılarımızı dünyaya parmak ısırtan mucizelerle yok ettiğimizi görürüz. Daha iyi, daha mutlu ve güçlü bir Türkiye için birlik ve beraberlik zamanı şimdi.
Yanlışlara değil doğrulara koşmalıyız milletçe.
Elele ve gönül birliğiyle…
İşte budur