Sevip sayılan dini veya siyasi kimselere, yüce yaratıcının sıfatlarından herhangi birinin yakıştırılıp tazim edilmesi, onu Allah yerine konulması değil, İLAH edinilmesidir!
Bu ifadeyi çok ağır bulanlar, “Şeyhlerimize Allah demiyoruz ki ilah edinmiş olalım” diyorlar!.
*İlah edinmek, ona Allah demek değil, onu şefaatçi görmek, kutsamak, dinen ona bağlanmak, onun verdiği hükümleri din görmek, ondan deva geleceğine inanmak, ona rabıta yapmaktır. Onları eksiksiz, hatasız eleştirilmez görmek de ilah konumuna getirmektir.
*Allah katında şeyhlik, gavslık, evliyalık, kutupluk gibi makamlar varmış da, aile boyu onları oraya Allah atayıp dost ediniyormuş inancı var.
*Allah dostluğu torpil ile babadan oğula ya da damada, yeğene geçebilecek bir miras değildir.. Allah'ın kulları arasından seçip atadıkları sadece Nebi / Resullerdir.
Şeyh adı verilenleri ya babaları ya kayınbabaları o da olmadı cemaatin ileri gelenleri seçmekteler.
Her yüzyılda bir müceddit’in gelmesi, şeyh, gavs, kutup gibi sonradan üretilen hayali isimlerle anılan zevatları Allah ya da peygamber seçti algısı da Kuran’ın değil, çıkarcıların ürettiği birer efsanedir.
*Nebi / Resuller dışında Allah’ın dini emanet ettiği bir atama söz konusu da değildir.
İslam da piramit benzeri dikey seçkin bir “sınıf” yok, birbirine eşit yatay bir “ümmet” vardır.
İnsanlar inanır iman eder. İmanı üzere yaşar, mümin, mümine olarak Allah'ın dostluğunu kazanırlar.
*Yüce yaratıcı kimleri dost edinir edinmez kimseye de sormaz. Ona yol yöntem göstermek haddimize değil. Biz insanlar O'nun ne vekili ne de sözcüsü değiliz, olamayız da..
Birilerinin, bir grup liderinin etrafındaki kalabalığa, giyimine, kuşamına, görseline bakarak onu “Allah dostu” ilan etmesi, onların Allah dostu olduğunu göstermez! Kimin dost olduğunu da kimse bilemez.
*Dost, Allahtan gelenlere razı olan, belaya sabreden, nimetlere şükreden dosdoğru olan, ahlaklı adaletli herkestir. Onlar her daim Hakk'a muvafık olarak davranırlar. Allah'ın dostluğunu kazanmış, onun tarafından değer görmeyi hak etmiş kimselerdir.
Dost olanlarla ya da dost zannedilen müşriklerle ilgili ayetler yeterince zaten Kuran’da vardır.
Yunus 62 63’te; “İyi bilin ki, Allah’ı evliya edinenlere korku yoktur ve onlar üzüntü duymazlar.
“Onlar Allah'a inanıp güvenen ve sorumluluğunu yerine getirenlerdir.”
Ankebût 7’de; "İman edip, imanın gereği güzel işleri yapanlara gelince, kesinlikle biz onların yaptıkları kötülükleri örteceğiz ve onları yaptıklarının en güzeliyle ödüllendireceğiz.”
Zümer 10’da; "De ki: Ey inanıp güvenen kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının! Bu dünyada iyi ve güzel davrananlara güzel bir gelecek vardır. Allah'ın yeryüzü geniştir. Unutmayın ki zorluk ve sıkıntılara sabredenlere mükâfatları hadsiz hesapsız bir şekilde verilecektir.”
Görüleceği gibi Allah’ın vaadine kavuşmak için bir yere bağlanmaya, birilerini aracı edinip umut bağlamaya, ihtiyaç yoktur. Kıldığı namazda; "../..Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım bekleriz" diyenler, umudunu acziyet içinde olan bir kula yöneltirse, Allah korusun küfre düşmesi an meselesidir.
Zümer 3'te; "İyi bilin ki saf ve katışıksız din Allah’a aittir. O’ndan başka birtakım evliya/otoriteler edinenler: Biz onlara, başka bir maksatla değil sadece bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz derler. Allah, onların aralarında tartıştıkları konularda hükmünü verecektir. Zira Allah, hiç bir yalancı nankör kâfiri yoluna kabul etmez."
Denilmektedir.
Sözün özüne gelirsek;
İlmin ve bilginin kaynaklarından olan akıl, düşünce ve sorgulamayı kökten reddeden, Vahyin kabul etmediği inançları “din” olarak taraftarlarına enjekte eden bu yapılar; okuyamamış, kötü alışkanlıklarından kurtulmak isteyen, ailesi ile problem yaşayan, toplum içinde saygı göremeyen, hayatının belli dönemleri sıkıntılı geçen ya da psikolojik rahatsızlığı olan insanların, sıkıntılarına çare olmak vaatleri ve duygu sömürüsü ile aldatılarak tarikatlara kazandırıldığı bilinmektedir.
Yalnız kalan, manen zayıf olanları dergahlarına getirip, ilgi, alaka iltifat ve samimiyet gösterisi ile, keramet anlatıları ile şeyhin gelişi gidişi esnasında yarı anlaşılmaz ifadelerle, naralar atılarak, cezbe gösterisi oluşturularak, orada ilahi bir gücün var olduğu duygusu oluşturulur. Etkilenenler başkalarını da getirirler. Her bir etki başka bir şeyi tetikleyerek kalabalığı artırır.
İslam’da şah damarından yakın, görünmeyen bir Allah inancı olmasına rağmen, tarikatlarda her an karşısında hissedilen grup ortamlarında bir takım ritüeller, duygusal nağmelerle mistik bir lezzet ortamı oluşturulur ki; hiçbir uyuşturucuda böylesi yoktur. Kişi şeyhinin önünde sürünse, elini ayağını öpse ona az gelir. Akıl gider, duygusal tapınma harekete geçer, uyuşur, uyuşturulur. Kişi bir takım fiziki kötü alışkanlıklardan vazgeçse bile, müptela olduğu “şirk” uyuşturucusundan onu kimse uyandıramaz.
Yakın bir zamanda fetö örneğinden gördüğümüz gibi; yani aklı şeytan işi sayanların sayesinde şan, şöhret, ticaret, sermaye siyaset, ihale, mevki, makam ve her bir şeyin bu yapılara kul olmaya başladığı gibi..
Eğitimli, kariyer edinmiş temiz bir fıtrata sahip olduğu sanılan insanların da yığınlar halinde katıldıkları görülüyor.
Dolayısıyla dinin belirleyicisi ilk asırdan itibaren, Allah değil, kendisini yetkili / görevli gören bu ve benzeri yapılar oldu.
Bu geleneğin temeli Muaviye ile başladı, Abbasi yönetimi ile zirveye ulaştı.
Osmanlı da, tasavvuf ve tarikatın gücü ve dayanağı oldu..
Bu süreçlerde yazılan kitapların çoğu birbiriyle ve Kur’an ile çelişirse bile, Allah'ın kitabı yerine konulurken, çıkarılan kanunlar, babadan oğula geçen saltanat ve sultanlık “şeriat hükmü” olarak kabul gördü.
Kuran'ın maksat ve manasından habersiz, doğru dürüst okur-yazarlığı dahi olmayan tarikat liderlerine "bilge insan"; farklı sebeplerden dolayı hapis yatan ya da sürgüne gönderilenlere "zamanın sahibi" denildi. Kısaca İmamı Azam / Maturidi zihniyetleri sıfırlanırken, Eşari / Ahmet bin Hanbeliler dinin belirleyicisi, müçtehidi sayıldılar.
Bugün, dinin ve devletin sahibi olmaya namzet, eleştirilemez konumuna taşınan bu yapılar ve taraftarlarının sultan oldukları; Kuran’ın yolunu ve yöntemini gerçekten savunanların ise ağır bedeller ödediği süreçleri yaşıyoruz. Akıl ve iradenin kullanılmaması halinde, yaşamaya devam edilecek gibi de görünüyor.
Selametle kalın dostlar..
Evliya Allah'ın dostu olmak değildir. Allah'ın veliye ihtiyacı yoktur, kulları Allah'ı veli edinir. Allah veli edinmez, bunu bir bilseler zaten problem kalkacak..