Aksine rağmen kendi doğrularında ısrar etmek, kendi doğrularını başkalarına kabul ettirmeye çalışmak, kendi gibi düşünmeyenleri hainlikle suçlamak, mutlak tedavi edilmesi gereken bir hastalık olmalı.
Öyle ya, durum iyi değil de iyi diye direniyorsak, herkesi kör alemi sersem sayıyorsak, kendi parlak dünyamızda yaşamayanları düşman görüyorsak, ruhsal ya da psikolojik sorunlarımız var demektir. Sürekli gerginlik, öfke, kızgınlık, hiddet bunun en belirgin ve çarpıcı örnekleridir.
Zaman zaman çoğumuz, istesek de istemesek de yaşarız bu duyguları. Sizin bizim yaşamamız, kendimize ve nihayetinde etrafımıza zarar verebilir. Ama siyasetçiler ve ülkenin kaderine hâkim olanlar yaşarlarsa eğer, bunun zararını ülkemiz ve milletimiz görür. Bizi yönetenler, bunu akıllarından çıkarmamalıdırlar. İktidarıyla muhalefetiyle tüm politikacılar hareketlerine ve söylemlerine dikkat etmek zorundadırlar. Ağızlarından çıkanı kulakları mutlak duymalı..
Son yıllarda yöneticilerimiz buna hiç dikkat etmiyorlar. İktidarın dikkatsizliği, muhalefeti de zaman zaman yoldan çıkarıyor. Her vesileyle esip gürleyen, dinleyeni korkutup ürküten, attı mı mangalda kül bırakmayan ve doğruları çarpıtmakta korkunç usta bir iktidar, muhalefete de cevap kapısını sürekli açık tutuyor. Söylenenlere cevabı elbette ki muhalefet verecek. Ama ortam öylesine gergin ki, muhalefet de sesini iyice yükseltmeye başladı. Hoş muhalefet ne söylerse söylesin, iktidarın umurunda bile değil. Kem söz sahibine aittir pişkinliğine tanık oluyoruz milletçe.
Kalkınıyoruz, uçuyoruz, harikalar yaratıyoruz, batı bizi kıskanıyor hikâyeleriyle geçiriyoruz vaktimizi. İktidarın çorbasını içenler ve onun nimetlerinden beslenenler hariç, buna kimse inanmıyor artık. İşsizlik aldı başını gidiyor. İcra-iflas dosyalarında rekorlar kırıyoruz. Mutfaklarda yangın var. Pahalılık milletin belini iyice büküyor. Paramız pul oldu, dolar insansız hava aracı gibi yükseliyor. Sokaklar gergin, huzursuz ve umutsuz insanlarla dolu. Dini siyasete iyice bulaştırmak da kurtarmıyor artık durumu.
Birileri söylemeli bizi yönetenlere. Sokakların sesi kürsülerden yükselen seslerden farklı çıkıyor. Kötü yönetimle paranın bittiğini, denizin suyunun çekildiğini, dün alkışlayanların bugün söylendiğini, birileri kulağına üflemeli yönetimin. Danışmanlar cesaret edemiyorlar buna. Zaten sistem böyle uyarılara sıkı sıkıya kapalı. Yönetimin patronları ise korkuyorlar halktan, koruma ordularıyla dolaşıyorlar. Milletin iktidar vekilleri bile çakarlı arabalarına kurulup, camın arkasından seyrediyorlar milleti. Kahveleri dolaşan yok, berberleri dinleyen yok, muhalefetin bazı temsilcileri de olmasa, milletin sahibi yok.
Birileri anlatmalı bizi yönetenlere, “halktan iyice koptunuz, sırça köşklerinize kapanıp milleti unuttunuz” demeliler. Eşlerinizin elinden tutup, elinize filenizi alarak korumasız çarşıya pazara çıkın bakalım. Fiyatlar uçmuş mu, uçmamış mı? Millet yoksullaşmış mı, fukaralık artmış mı, sokağın sesi ve milletin yüzü değişmiş mi? Kırın çemberleri, kurtulun sizden beslenen yandaşlardan, karışın halkın arasına, bakalım eski ilgiyi görüyor musunuz? Ama etrafınızda yüzlerce koruma olmayacak, bizler gibi Allah’ın korumasına sığınıp rahatça dolaşacaksınız ortalıkta. O zaman görürsünüz gerçeği. Sizlere anlatılanlar mı doğru, yoksa sizi kızdıran yorum ve değerlendirmeler mi?
Bizi yönetenlerin iyiliğini isteyen kimse yok mu etraflarında. Varsa eğer, partide de huzursuzlukların arttığını, testinin çatladığını, elinden tutup adam ettiklerinin bile aleyhlerine fısıldadıklarını söylemeliler mutlaka. Uzun vagonlardan oluşan yanlışlar lokomotifinden bahsetmeliler, Suriye’li-Afgan’lı-Arap milyonlarca mülteciyi mayın gibi ülkenin her yanına dağıtmalarını, demografik yapımızı bozmalarını, Kürt sorununu çözelim derken arapsaçına döndürdüklerini, dış politikamızı içinden çıkılamaz hale getirdiklerini hatırlatmalılar yönetime.
Milli eğitimi dini eğitime çevirme, iyi yetişmiş personelin yerine ehliyetsiz, liyakatsiz ve acemi kadroları yerleştirme, yargının ve Parlamento’nun işlevlerini sınırlama, sınırlarımızı korumakla görevli ordumuza sınır ötesi görevler yükleme gibi yanlışları da nazik bir üslupla anlatmalılar üstlerine. Anlatmalılar ki, ateşin üzerindeki tencere devrilmesin, ortalığı yakıp yıkmasın.
Hele hele ekonominin defterinin dürülmek üzere olduğunu, Türk lirasının yerlerde süründüğünü, tüm uzmanların aksini söylemelerine rağmen, faizleri düşürme ısrarının çok pahalıya patlayacağını, birileri anlatmalı yönetime. Yazıdan, çiziden anlamıyorlar, samimi ve dost uyarılara kulak asarlar belki de. Tencerenin karşısında dayanacak bir güç yok. Rahmetli Demirel’in doğru laflarından biridir bu. Gerçekten tencerenin karşısında hiçbir kuvvet duramaz. Bugün çok yoksulun, garibin, işsizin evinde boş duruyor, dolmuyor, kaynamıyor tencereler. Bakmayın siz bazı restoranların kalabalığına, bazı dükkanlardaki alışverişin hareketliğine. Son paralarını yiyor tuzu kurular. Böyle giderse, dolu gibi gördüğümüz dükkanların çoğu, Allah korusun kepenk kapatır.
Çiftçi perişan, asgari ücreti pula dönen işçi kızgın, maaşıyla aç kalan emekli öfkeli, muhalif belediyelerin başarılı çalışmalarını engelleme girişimleri “pes” dedirtiyor millete. Bunları görmemekte, duymamakta direnen yönetime bir şeyler söyleyin Allah aşkına. Durum kötüye, hem de çok kötüye gidiyor. Testi çatladıktan sonra yol gösteren çok olur der eskilerimiz. Testi çoktan çatladı ama hala yol gösteren yok maalesef. Seçime hayır, faize hayır, tasarrufa hayır, Parlamenter sisteme dönüşe hayır, peki söyler misiniz neye “evet” diyecek bu iktidar. Bu kötü yönetime, bu kötü ve meçhul gidişe milletimizin “evet” demesi bekleniyorsa eğer, böyle bir beklenti hayalden öteye gidemez.
Demokrasi ve siyaset ülkeyi iyiye götürmek için vardır. Kötüyü sürdüren ve geliştiren bir demokrasi, diyalogsuz ve anlayışsız bir siyaset Türkiye’ye fayda getirmez. Umutları kaybetmeden yanlışlardan hemen vazgeçelim ve doğrularda buluşalım. Bunu da birilerine söyleyelim artık.