Sizce biz yansıttığımız yaşamı yaşarken, bizim de üst bir gücün yansıması olma ihtimalimiz de var mıdır?
Öncelikle yaşamı nasıl geri yansıttığımızı algılamaya çalışalım.
‘Elementlerin kimyasal özellikleri elektronların düzenine bağlıdır.’ ‘Elementler, aynı atomlardan meydana gelen saf maddelerdir. Kimyasal yolla başka maddeye ayrılmaz.’ İnsan bedeninde en az yirmi beş element varmış. Bunların dördü organik ve temel elementlermiş; hidrojen, oksijen, karbon, nitrojen. Yani kimyamızda, elektron düzeni rol oynarmış.
Bedenimizdeki elementler hormonlarla beraber hücre yapısında görev alırlar. Hormonlar vücudun hücrelerini kontrol eden kimyasallarmış.
Bazı hormonlarımız: Gelişim ve büyüme hormonu (hipofiz bezinde), östrojen hormonu (yumurtalıklarda, kadınlık ve kemiklerle ilgili), tiroit bezi hormonları (hücreleri düzenler), insülin hormonu (pankreasta salgılanır, kan şekerini düzenler), serotonin hormonu, (mutluluk hormonu, beyinde salgılanır), testosteron hormonu (beyin uyarıldıktan sonra testislerde salgılanır), adrenalin hormonu (böbreklerin üzerinde adrenalin bezlerince salgılanır, vücudu acil durumlara hazırlar) gibi. Hormonlar birbirinden etkilenir beraber çalışırlar, belirttiğimizden daha fazla hormon çeşidine de sahipmişiz.
Bizden gidip de bize yansıma nasıl oluşuyor? Bu inanılmaz yapıda her şey birbirini etkiliyor. Bedendeki elektronların hareketini hormonların kimyasal tepkileri ile de yaşıyoruz. Hormonlarımız yaşama bakışımızı etkiliyor. Yaşama bakışımız beyinden yayılan düşünce gücünü açığa çıkarıyor. Düşünce gücü, elektronların hareketi ile çevremizle iletişime geçiyor ve oradan da geri bildirim, yani yansıma alıyoruz. Örneğin; üzüntü duygusal iken gözyaşı maddesel olarak yansıyor! Bedende birbirine dönüşen bir sistem var. Bizden çıkıp bize dönen yansımaların bilincinde olmak, gerçek insan olmanın ilk şartı olabilir!
Bu ilk şartın oluşması için sanırım bizim yargılamadan, gözlemci halinde bir bakışı, günlük yaşamımıza oturtmamız gerekir. Her gözlem bizi yenilerken, akılla bakmak bizi eskide tutar ve yerimizde saydırır. Beynimizdeki eski kodlamalar ancak gözlemci olduğumuzda yenilenir. Beyin, (iyi-hasta, güzel-çirkin) ayırımı yapmaz ona verilen emirlerimizi uygular. Baktığımız her ne oluyor ise (iyi-hasta, güzel-çirkin) not vermeden baktığımızda, çevremiz ile aramızdaki duvar soyutlaşır. Olan şeyi bütünden algılamamız kolaylaşır. Bütünden algıladığımızda o an oluşumda sorumluluğumuz ne ise kolayca yerine getirebiliriz. Oluşurken nedeni düşünmek olayı değiştirmeyecek ise aklımızı, olanı kavramak için sonradan kullanmak gerekir. Duygusal bakış da bütünsel algılamamıza engeldir. Gözlemci olmak zaten olaylara doğal olarak etki eder ve yaşamımızı çok rahatlatıcı bir akışa dönüştürür. Hatta zamana ve mekâna bağlı olmayan tarafa geçerek, oluşuma belki de hüküm edebiliriz! Çünkü hakikat, zaman ve mekâna bağlı değildir.
Aynı anda caddeye çıktığımız bir arkadaşım cenaze arabasını görürken ben çocuğun bakışına takılmıştım. Çünkü arkadaşımda ölüm kaygısı fazlaydı. Her şey aynı anda var zaten, biz neyi seçiyoruz mutluluk mu mutsuzluk mu, hangi hormonumuzu mu çalıştırıyoruz? Ya da cenaze arabasına olması geren bir değişim doğallığı ile yargılamadan mı bakıyoruz, yoksa dünya başımıza mı yıkılıyor? Sonra olumsuz bakışımızın hormonlarımıza ve bedenimize etkisi sonucunda nur topu gibi ilaçlara mı sahip oluyoruz?
Elektronların düzeninin hormonlara ve sonrada yaşamımıza etkisini kulak ardı etmeyelim. Frekansımızı yüksek tutmak hepimizin ve varoluşun hayrınadır bizce. Bol kahkaha, dans, resim, müzik yupy!
Yazımıza başlarken sorduğumuz soru belki bir mistik bakışıyla yanıtlanabilir. Çünkü mistikler bilimden önce yanıtlara ulaşmışlardır! Bilmeden bilme, sezme haline geçmek dileğimizle gözlem, yani çocuk bakışında kalalım!
.....
Yazarın tüm yazıları için tıklayınız
.....