1400 SENEDEN BERİ KİMSE BİLMİYORDU DA, SİZ Mİ BİLİYORSUNUZ? Sorusu günümüzün güncel bir sorusu..
Peki, böyle bir soru bugün neden sorulmaya başlanmıştır?
Öncelikle, Kuran'ı anlamaya gerek görmeden, Arapça lafzıyla "sevap için okuyan" Selefi, Vahabi, El Kaide, Taliban tarikatları ve Fetö tipi hiziplerin, inanç ve amel noktasında Kuran dışı kaynaklardan beslenmeleri nedeniyle, geçmişten günümüze ümmetin düştüğü duruma itirazı olan, “Kuran anlaşılmak üzere indirilen bir kitaptır. İslam’ın da ana kaynağıdır” ilkesini savunan Müminlere, gelenekçi anlayışların sorduğu bir sorudur!
Evet, günümüzde “1400 seneden beri kimse bilmiyordu da siz mi biliyorsunuz” sorusunu yöneltiyorlar.. Buna cevap vermeye çalışacağım.
Sanki din,1400 seneden beri bunların anlayışıyla başlayarak birlik içinde bugüne gelmiş. Eğer öyleyse bu kadar fraksiyonlar, hizipler, klikler ve birbiriyle uyumsuz yüz binlerce kitaplar nedir? demezler mi adama..
Keşke bilmediklerini bilseler de gerçeği söyleyenlere suizan beslemeseler.
Aslında olan şu: Bir sahabenin, “Allah Resulünü toprağa gömdük, ellerimizi onun toprağından silkeledik. Gerisin geri eski cahiliye adetlerimize döndük” demesi bize bütün gerçeği anlatmakta.
İyi de o gerçekler nedir?
Edillei şeriye'nin içeriği, mucizeler, müçtehit içtihatları gibi kavramların altına doldurulan ihtilaflar; hurafeler, yalanlar!
Bu sorunlar neden ne zaman başladı?
Nebi as. sonrası Halife seçimlerinde tam bir mutabakatın sağlanamaması nedeniyle, ümmet arasında cahiliye adetleri hortlatılıp, siyasal kavgalara dönüşmüştür.
Daha sonraki süreçte Kuran'ın maksadından uzak yorumların din haline getirilme neticesinde, neler yaşandı bir bakalım.
* Hz. Ömer ve Hz. Osman, görevi başında şehit edildiler!
* Hz. Ali ile Hz Aişe arasındaki Cemel Savaşı'nda on bin sahabe öldürüldü!
* Hz. Ali ile Şam valisi Muaviye arasındaki Sıffin Savaş'ında yetmiş bin sahabe öldürüldü!
* Hz Ali görevi başında öldürüldü.
* Düzenbazlıkla Hz Ali'yi olmadık iftiralar atarak devleti ele geçirip mülk edinen, İslam emirliğini saltanata dönüştüren Muaviye, Cuma hutbelerinde ehlibeyt mensuplarına lanet okuttu. Bu gelenek 80 yıl sürdürüldü.
* Sahabelerden Ebu zer Gıffari, aşağılandı, çölde açlığa terk edildi!
* Rasulullah'ın en yakın arkadaşlarından, Kuran dostu İbni Mesud kırbaçlanarak dışlandı.
* Nebi Muhammed as torunu Hz. Hüseyin ve 70 yakını Kerbela'da şehit edildi.
* Muaviye’nin oğlu yezit Mekke ve Medine’ye Bizans askerleriyle baskın düzenledi! Kâbe’yi mancınıkla yıktırdı!. Askerlerine ümmetin karı ve kızlarının ırzına geçilmesi için üç gün izin verdi. Harre vakası olarak bilinen bu ahlaksız saldırıda binden fazla gayri meşru çocuk dünyaya geldi!.
* Yine Kuran ehli büyük imam Ebu Hanife Allah Resulüne atılan iftira hadislerini reddetmesi, Emevi ve Abbasi dönemlerindeki zulmü, cehaleti kınaması yüzünden zindanda işkence ile şehit edildi.
* Ehlibeyt imamlarından; yedisi zehirlenerek, üçü katledilerek öldürüldü.
Bu siyasi kavgaların acımasızlığı ve zulmü neticesinde siyasallaşan muhalefetin Ali taraftarlığı sınırını aşarak, ehlibeytin masumiyeti üzerine ürettikleri argümanlar paralelinde, İslam’ın ana ilkelerinden kopuşuyla gerçekleştiren bir mezhebe dönüştü..
* İmam Şafii ile birlikte imam Malik, A.Bin Hanbel, Buhari ve daha birçok hadis ehli, kendilerinden önce yaşamış ve ölmüş olan Kuran ehli İmam Azam'ı aşağılayıp tekfir ettiler!.
Bunları gerçekleştirenlerin hiçbirisi sıradan insanlar değildi elbet!
Bizim “sahabe”, “tabiun” dediğimiz, “halife” dediklerimiz kişiler ile onların baş kadısı, veziri, vali ve yüksek rütbeli kimseler..
“Bu eylemlerin gerçekleştirdiği süreçte adına İslam âlimi / uleması dediğimiz kişiler ne yapıyordu” denilirse;
Bir kısmı bütün bu kötülüklerden uzaklaşıp hiç bir şeye karışmayıp adı sanı anılmadı.
İktidarlardan nimetlenenler ise, kimi yapılan zulmün, kötülüklerin, haksızlığın fetvasını veriyor! Kimi yapılan haksızlığın arkasını toplayıp içtihat sayıyor!. Ümmet tarafından kabulü mümkün olmayan olayları bile içtihat hatası sayıp yapanlara sevap dağıtıyorlardı.
Kendi dönemlerinde yaşanan güncel kötülüklerin sahiplerini aklamak için; Nebi as. sanki yaşarken söylemiş gibi, eylemlerin nerede ve nasıl yapılacağı konusunda geriye dönük rivayet uyduruyorlar! Adına da "Resul'ün mucizesi" diyorlardı. Kötülüklerin suçunu da "kaderi ilahi" adı ile "Allah’a fatura ederek" sahiplerini masumlaştırılıyorlardı!.
Bu süreçte kötülüklerin yanında elbette iyi şeyler de oluyordu. Fetihlerle İslam toprakları alabildiğine genişlemiş, ancak beraberinde birçok sorunları da üretmişti.
Farklı coğrafyalardaki insanların birçoğu İslam’a girdi. Fakat, o günkü şartlarda İslam’ın içeriğini öğrenmeleri elbet mümkün değildi. Teberi’nin sözünü ettiği gibi uzun yıllar eski dinlerinden kafalarında kalan düşüncelerini tamamen söküp atamamışlardı. İslâmî meseleleri eski inançlarının ışığı altında mütalâa ediyor, bunları da ümmetin arasında yaymaya çalışıyorlardı. Bunların içinde İslam toplumunda hiç sorulmayan hatta düşünülmeyen konularda insanların inançlarını bozmaya yönelik sorular üreten din adamları da vardı.
Bu dönemde iktidara gelen Abbasilerden Me’mûn, çeşitli fırkalara bölünmüş Müslümanların orta bir yolda birleşmesini sağlamak için farklı ekollerden âlimleri ilmî tartışmalar için Bağdat’ta huzuruna çağırır. Kuran'ın yorumunda akla ve hür düşünceye öncelik veren düşünce akımına, felsefe ve kelâm düşüncesinin gelişmesinin yolunu acar hatta felsefe ve kelâm tartışmalarında ulemaya başkanlık eder.
Yarım asırlık bir süreçte insanların aklını bulandıracak türdeki tüm soru ve sorunlara cevap verildiği gibi bilime öncülük eden onlarca âlim ve günümüzde adları ve buluşları ile övündüğümüz filozoflar yetişir. Binlerce eser üretilir.
Sultanlık, Saltanatın gölgesinde Araplaştırılan İslam esaretinden bu dönem özgürleşir. Her türlü fikrin tartışılması, düşüncede özgürlük, farklı kültürlerin kitaplarının tercüme edilmesi, ilimde ve bilimde gelişmenin sağlanması, Hz Muhammed sonrası bu dönemde gerçekleşir.
İslam’ın ikinci şansı olan bu yapı böyle bir fırsatı yeterince iyi kullanamaz!
Emevi iktidarlarınca üretilen ve Kuran’da karşılığı olmayan son derece bağnaz kader anlayışını din edinen, Kuran’ı “kadim” yani “Allah ile birlikte ezelde var olduğu” gibi bir inanç sergileyen Ahmet bin Hanbel ve taifesine tahammül edemezler! Onlara kötü davranıp zindana atarlar.
Yapılan zulümdür, kısa zamanda karşılığını bulur. Gün gelir devran döner muhalifler iktidar olur.
Muhalefete düşen inanç sahiplerine tarihte görülmemiş bir zulüm başlar. Öylesine acımasız bir süreç yaşanır ki.. “Vahyi akılla okumayı tercih eden” düşünce akımının kökü kazınır. İnsanların bir kısmı sürgüne gönderilir. Bazıları “Kafir” ilan edilip hakkında ölüm fermanı verilir. Yazılan eserlerin tamamını yakılıp yok edilir!.
Kısaca zaman ve şartlara göre fikir üreten, akletme, sorgulama, düşünce yapısına sahip ilim ehli bir nesil yok edilir.
Zulmü yapanlar, geriye dönüşü engellemek tarihten de silmek için toplum içinde ve yazdıkları kitaplarda her türlü iftiradan geri kalmazlar.
İşte Müslümanlar hakkında verdikleri fetva örnekleri;
“Bunlar ümmetin Mecusileridir, hastalanırlarsa ziyaretlerine gitmeyin, ölürlerse de cenazelerine katılmayan.”
Bir başka fetvaları “Her ümmetin Mecusileri vardır, bu ümmetin Mecusileri de “Kader yoktur” diyenlerdir. Onlardan biri ölürse cenazesine katılmayın, hastalanırsa ziyaretine gitmeyin. Onlar Deccal’ın adamlarıdır. Allah onları Deccala mutlaka ilhak edecektir.”
Neticede katledilenlerin bir kısmının çocukları Yemen’e kaçarlar.
Tarihten silinen bu akımın görüşlerinin çok azına, muhaliflerinin eleştirilmek üzerine kendi eserlerine aldıkları kadarına ulaşmak mümkündür.
Günümüz akademik araştırmacıları, İslam’ın aydınlanma dönemindeki bilgi kırıntılarını bulabilmek için, o devirdeki filozoflarımızın torunlarının yaşadığı Yemen’e yolculuk ederler. Bazı kitapların tercümesi yavaş yavaş Türkçe’ye çevrilmekte.
Sonuç;
Bugünkü islam anlayışının aşağıda açıklandığı şekliyle mimarları Ahmet bin Hanbel ve İmam Şafii'dir. 1200 yıldan beri islam adıyla sürekli ilavelerle eğitim kurumlarında din adı ile verilen hükümlerin bir kısmı Allah'ın değil bu ekolün ürünüdür.
Hadislerin tedvini, tefsir adı ile okuduğumuz ilk kaynaklar, mezheplerin oluşturulması, Kuran'ın söz etmediği haramların, farzların, vaciplerin, sünnetlerin, fıkıh usul ve kaidelerinin oluşturulması.. Hülasa Kur'an dışındaki “dini kaynak” olarak bilinen kitapların çoğu, bu dönemlerde yazılmaya başlanır!.
Şii Fatimi devleti medreselerine karşın kurulan Sünni Nizamiye medreselerin kadrolarına “iktidarlara zorluk çıkarmayan, rivayet odaklı ve gelenekçi” anlayış sahiplerine teslim edilir!
On iki asırdır Sünni İslam coğrafyasında farklı görüşlere hayat hakkı tanımayan, aklı ve düşünceyi öteleyen, din adamlığını meslek haline getirip hatta otoriteleşmesini sağlayan, Kuran'ın dindeki alanını Arapça metninden sevap kazanmak için okumayla sınırlayan bir akımın ürettikleri, dinimizin asıl kaynağı haline gelmiştir.
Bütün eğitim kurumları, cami ve mescitlerde sürdürülen müfredatın tekrarları da ümmet arasında birlik ve beraberliği sağlayamadığından, şimdi her grup kendini “Fırkai Naciye” adı ile kurtuluş fırkası ilan etmekte!
Bugünün Yahudileri ve Hıristiyanları da kendilerine indirilen kitaplara değil, atalarının ürettiklerini “din” diye yaşarlar.. Sadece kendilerinin kurtulacağına inanırlar!
Bizimkiler “onların dinleri tahrif olmuş” der, ne hikmetse kendi mazisine hiç bakmazlar. Baktırmazlar da!. İnsanları yalan ve hurafelerle uyuturlar.
Zira Kuran gerçekten anlaşıldığı gün, İslam üçüncü şansını yakalayacak; Din baronlarının ekonomik, siyasi ve sosyal bütün imkânları sönecektir.
“Matbaayı ‘gâvur icadıdır’ diyerek kabul ettirmeyenler cehaletlerinden miydi” diye sorgulamazsak, bugünkü halimizi anlamak mümkün olmaz..
Selametle kalın..
Allah razı olsun