Yirmi birinci yüzyılın başlangıçtaki yılları birbiri ardı sıra tamamlanırken, dünyanın birçok bölgesinde yeni yeni sıcak olaylar ortaya çıkmış ve birinci dünya savaşı öncesi yıllarda gündeme gelmiş olan birçok siyasal sorun, güncellik kazanarak uluslararası alanda daha hareketli bir dönemin başlamasına giden yolu açmışlardır. Yirminci yüzyılın ortalarına doğru dünya olayları ilerlerken bazı sorunlar çözümsüz kalmış ve bunlar soğuk savaş döneminin son yıllarında yeniden canlanarak ortaya çıkmışlardır. Üç bin yıllık din savaşlarının gerginliği olarak Hıristiyan ve Musevi dinleri Avrupa kıtası üzerinde çekişirken, sekizinci yüzyıla doğru ortaya çıkan üçüncü tek tanrılı din olarak Müslümanlık öne çıkarak, sonraki dönemlerde üç tek tanrılı din arasında büyük bir yarış ve rekabetin gün yüzüne çıkmasına neden olmuştur. Üç kıta arasında yer almakta olan yeryüzünün ortak tarihi bu yüzden üç büyük din arasındaki çekişmeler ile biçimlenirken, üç kıta üzerinde yeni büyük devletler kuran çeşitli insan toplulukları, bu topraklar üzerinde egemenlik düzenleri kurarak bugün yaşanmakta olan yirmi birinci asrın son yıllarına kadar gelmişlerdir.
Antik çağlarda Yahudi topluluklarının büyük devletler kurarak merkezi bölgeye egemen olma çabaları, daha sonraki aşamada Mezopotamya ve Avrupa kıtası üzerinde biçimlenen Babil Krallığı ile Roma İmparatorluğu gibi iki büyük imparatorluğun güç kazanması ile gerilerde kalmış ve peş peşe kurulan iki büyük Yahudi devleti Babil ve Roma krallıklarının savaşarak kurdukları hegemonya düzenleri yüzünden, daha sonraki aşamalarda merkezi alandaki Yahudi topluluklarının göç etmelerine ve bu doğrultuda dünyanın her bölgesine dağılarak birbirinden uzak topraklarda farklı devletlerin kurulmasına elverişli ortamlar yaratılmıştır. Daha sonraki aşamalarda önce Hıristiyanların ve sonra da Müslüman topluluklarının merkezi coğrafyada at koşturmaya başlamaları üzerine, önce Roma ve Bizans gibi Hıristiyan imparatorluklar kurulmuş, İslamiyet’in yeni bir din olarak oluşumundan sonra da Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı gibi dört büyük Müslüman devlet oluşturularak merkezi alandaki otorite boşluğu alanları doldurulmuştur.
Dünya tarihi ile beraber merkezi alanda da birbirini izleyen Hıristiyan ve Müslüman büyük devletlerin farklı bir çizgide ayrı dönemlerde gündeme gelmeleri sayesinde, dünya tarihinin ana gelişme çizgisinin orta dünya merkezli bir yapılanma sürecinde devamlılık kazandığı görülmektedir. Milattan önceki yıllarda Yahudiler bütün bölgeye egemen olarak kendilerinin merkezinde yer aldığı iki ayrı devleti birbirine komşu çizgide oluşturmuşlar ama daha sonra ki dönemlerde Babil ve Roma imparatorlukları bölgeye gelerek merkezi alana tam anlamıyla el koymuşlardır. Bunun üzerine iki Yahudi devleti yıkılmasıyla, bu devletlerin çatısı altında yaşamakta olan Yahudi toplulukları önce Orta Doğu, sonra Akdeniz ve Afrika daha sonraları da Hazar gölü çevresindeki yerlere sürülmüşler ve böylece dağıtılarak yaşamaya kendiliğinden mahkûm edilen bir topluluk olarak, her gittikleri yerde kendilerine yeni düzenler ve devletler kurmuşlardır. Anadolu yarımadası üzerinde İyonya, Finike ve Galatya gibi siyasal yapılar oluştururken, Afrika’da Kartaca, Tunus, Rodos, Girit ve Kıbrıs gibi küçük ada devletlerini örgütleyerek ayakta kalmaya çalışmışlardır. Dünyanın ortasında yer alan Akdeniz bölgesindeki devlet kurma ya da kurulan devletler içinde yer alarak kendilerini güvence altına alma girişimleri sürekli olarak devam ettirilerek, bir yaşam düzeni güvencesi her zaman için aranmış ve Hammurabi Kanunları sayesinde Babil döneminden başlayarak insanlığı kurallar üzerinden kalıcı bir hukuk düzenine kavuşturma çabaları, birbiri ardı sıra sürüp gitmiş ve bugün gelinen yeni aşamada üç büyük dinin merkezi coğrafyada bir arada yaşaması ile yeni plan ve projeler gündeme gelmiş ve bu yüzden Orta Doğu devletleri ile birlikte halkları da yeni bir orta dünya bölgesel düzeni çizgisinde devletlerini ve ülkelerini ellerinden kaçırmak noktasına getirilmişlerdir. Üç bin yıllık Avrupa’daki dinler kavgasının bugün gene eskisi gibi merkezi alana taşındığı bir girişim ile karşılaşılmıştır.
Akdeniz üzerinden Avrupa kıtasına, Hazar gölü üzerinden ise Asya kıtasına dağılan Yahudi asıllı insan toplulukları zaman içerisinde hiç boş durmamışlar ve deniz kenarında kurulmuş olan liman kentleri üzerinden bütün dünya ülkelerine dağılarak, kıtasal alanları limanlar üzerinden denetim altına alan ve böylece kıyılar üzerinden dünya ticaretini ele geçiren Yahudi asıllı topluluklar, denizler ve okyanuslar üzerinden bütün dünya ülkelerini ticarete yönlendirerek dünya ekonomisini ele geçirmişlerdir. Bu doğrultuda merkezi coğrafyada dünya yüzüne çıkan Yahudi topluluklarının, kıtalar üzerinden yerküreyi birbirine bağlayarak ve ekonomiyi işbirliği alanı konumuna dönüştürerek ekonominin bayrağı olan para gücünü her zaman için ellerinde tutarak, yeryüzü haritası üzerinde gündeme gelen yeni devletlerin yapılanmalarını, her zaman için kontrol etmişler ve kendi denetimleri altında siyasal oluşumların gelişim çizgilerini yönlendirerek dünya düzenlerinin sürekli bir yenilenme çizgisinde modernleşmesinin önünü açmışlardır. Bu çerçeve de sürekli devrim gibi düşünceler ve siyasal ideolojiler geliştirilerek, değişen dünya koşullarına ayak uyduran ve yeni koşullar karşısında çevre koşulları ve yeni ortaya çıkan gerçekler çizgisinde bir uyumluluk ortamının yaratılmasında uzlaşmalar sağlanmış ve böylece yeni dünya düzenleri kurularak insanlığın gereksinmesi olan yeni atılımların gerçekleştirilmesi sağlanabilmiştir. Merkezi alan ile birlikte diğer kıtalar ve bölgeler üzerinde yeni devletler kurulması sağlanmaya çalışılmıştır. Bu doğrultuda dünya kıtalarının ve bölgelerinin tarihleri incelendiği zaman, hemen hemen hepsinin orta dünya merkezli gelişmelerin sonucu olan değişiklikler olarak siyasal gündeme girdikleri görülmektedir. Tarih öncesi dönemlerde başlayan bu gibi gelişmelerin sonraki dönemlerde ortaya çıkan yeni gelişmeleri kökten etkilediği anlaşılmaktadır. Bugünkü dünya haritasına bakıldığı zaman harita üzerindeki bütün devletlerin kendilerinden önceki siyasal yapılanmaların doğal sonucu oldukları ve bu nedenle de proto-tarih dönemlerinin bilgi birikimleri sayesinde, insanlığın bugün de yolunu çizmesi açısından kolaylaştırıcı destekler sağlanmaktadır.
Orta dünyanın gündeme getirdiği Musevilik birikiminin aradan geçen yüzyıllara rağmen gene de varlığını koruması ve bu doğrultuda insanlığa yön gösterdiği bir siyasal gelişme, günümüzdeki yeni siyasal gelişmelere yol açmakta, ya da geçmişten gelen bazı sorunların yeni dönemde yenilenerek öne çıkmasına yol açmaktadır. Küreselleşme sürecinin sona erdiği aşamada, soğuk savaşın iki büyük patronu olan Amerika ve Rusya arasında eskisinden çok farklı yeni bazı ilişkiler gündeme gelirken, bazı beklenmedik gelişmeler ortaya çıkmakta ve eski Sovyetler Birliği isimli konfederasyonunun içindeki bir cumhuriyet olan Ukrayna ülkesi yeni dönemde farklı bir çizgiye doğru gelişmeler gösteriyordu. Sovyetler Birliği’nin en geniş ve büyük cumhuriyetlerinden birisi olan Ukrayna’nın yeni dönemde eskisinden farklı bir yapılanmaya gitmek istemesi üzerine Rusya Federasyonu, bu duruma karşı çıkarak tekrar eskisi gibi bu ülkenin kendisine bağlanmasını istemiş ve ABD ile bu doğrultuda yürütülen görüşmeler üzerinden Ukrayna devletinin bağımsızlığına karşı çıkarak aynı zaman bir Hıristiyan ağırlıklı nüfusa sahip olan bu ülkenin NATO ya da Avrupa Birliği gibi batı blokunun resmi bölgesel birliklerine katılmasına şiddetle karşı çıkmıştır. Küreselleşme sonrasında yeni bir dünya düzeni kurulurken, Rusya Ukrayna’nın üzerinde geçmişten gelen bir hakkı olduğunu ileri sürerek, bu büyük ülkenin Kırım ile birlikte olmasına kesin bir tavır ile karşı çıkmıştır.
Rusya ve ABD iki kutuplu bir dünya kurmaya çalışırken ortaya Çin, Hindistan ve Brezilya gibi yeni büyük devletlerin çıkması üzerine, eski emperyal devletler olan İngiltere, Fransa ve İspanya’nın da girmesi üzerine de, dünya çok kutuplu bir yapılanmaya doğru yönlendiriliyordu. Daha çok devletlerin sınırları ve konumları üzerine dayanarak çoklu bir düzen arayanlara karşı daha da gerilere gidilerek merkezi coğrafyanın Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık gibi üç büyük dinin egemen olduğu dönemlere benzer bir biçimde, bölgenin dinsel geçmişine uygun düşebilecek farklı bir harita hazırlanması ve dünyanın orta bölgelerinde Müslüman ve Hıristiyan devletlerin yer almasına benzer bir biçimde ve aynı zamanda Musevi dinine mensup merkezi bir devletin de kurulması gerektiği gündeme getirilerek, siyasal liderler ya da merkezler tarafından bu önemli konu siyasal gündeme taşınmıştır.
Yeni dünya düzeni için ABD ve Rusya görüşmeleri devam ederken, bütün dünya halkları bir sabah Rus ordusuna mensup olan askerlerin Ukrayna ülkesinin doğu sınırlarına yakın yerlerde üç ayrı bölgeyi işgal ederek bu toprakların eski Rus toprakları olduğu öne sürülerek hem bu ülkeyi parçalama hem de daha sonraki aşamada Avrupa kıtasıyla bir büyük kıtasal birliktelik içinde Vatikan devleti yönetiminde bir büyük Hıristiyanlık düzenine bağlanmak istenmiştir. Özellikle Polonya önderliğinde Finlandiya, Estonya, Letonya ve Litvanya, Danimarka ve İsveç ile bir Doğu Avrupa Birliği ya da Baltık Federasyonu adı altında yeni bir bölgesel birliğe yönelmesi gündeme getirilmiş ve Rusya egemenliğinde bir Ukrayna devleti düzenine geri dönüşe karşı çıkanlar olmuş ve geleceğe dönük bir biçimde daha farklı ve yeni bazı siyasal oluşumlar öne çıkarılarak, Ukrayna isimli sonradan olma bir yapma ve de yapay devletin yerine herkes kendi bakış açısı ve bulunduğu yere dayalı tartışma ve değerlendirmeler yapmaya başlayarak, farklı siyasal yaklaşımlar üzerinden eskisinden çok daha farklı yeni isimlere bağlı çok değişik siyasal düzenleri öne çıkararak Avrupa kıtasının doğu bölgesinde Rusya ile tampon yapılanmalar oluşturulabilecek siyasal düzenlerin kurulabileceği, yeni haritalar üzerinde konuşulmaya başlanmış ama her kafadan bir ses çıktığı için Ukrayna sorununun ilk aylarında üzerinde anlaşılabilecek bir uzlaşma planı ya da hukuk düzeni sağlayacak bir uluslararası antlaşma taslağı ortaya çıkarılamamıştır.
Rusya bugünkü uzlaşma aşamasından sonra eski bir emperyalist devlet olarak Kırım yarımadasını da içine alacak bir biçimde Hazar bölgesi ile birlikte Ukrayna devletinin üzerinde yer aldığı Doğu Avrupa topraklarını da Büyük Rusya Federasyonunun sınırları içerisine alarak, bu bölge ile ilgili diğer plan ve projeleri devre dışı bırakmaya çalışırken, Ukrayna Cumhuriyetinin devlet başkanı "Büyük İsrail’i biz kuracağız" diyerek, yeni merkezi bölge planlarının Büyük İsrail İmparatorluğu olacağını açıkça dile getirmektedir. Böylece, Rusya-Avrupa hattı üzerinde Ukrayna bir sağa bir sola doğru gidip gelirken, Avrupa ve Amerika arasında sıkışıp kalarak, batısında Hıristiyan Avrupa ile doğusunda ise faşist Rusya arasında kontrol altına alınmak istenen Ukrayna, kendisine din merkezli yeni bir çıkış alternatifini gündeme getirerek, iki bin yıl sonra bir Yahudi devleti kurmuş olan İsrail devletini bir imparatorluğa dönüştürerek, merkezi alanda Siyonist planı öne çıkarmaktadır.
İki bin yıl sonra İsrail üçüncü kez kurulurken emperyalist bir proje olan Büyük İsrail devletinin hedeflenmesi bugünkü konjonktürde yer alan bütün sıcak çekişme ve çatışmaların Armegeddon adı verilen üçüncü dünya savaşını insanlığın siyasal gündemine sokmaktadır. Filistin topraklarında kurulmuş olan ama bölgedeki büyük devletler ile emperyalist güçlerin giderek artan baskıları nedeniyle bir türlü gelişemeyen, Araplarla olan savaşlarını kaybeden komşu devletler üzerinde istediği otorite ve baskı düzenlerini kuramayan küçük İsrail’in bir an önce Büyük İsrail’e dönüştürülmeye çalışılması, siyasal programlarında Armegeddon isimli üçüncü dünya savaşı bulunanlar açısından önem taşımaktadır.
On sekizinci yüzyılda Hazar lobisinin Büyük Hazar Projesi, On dokuzuncu yüzyılın ortalarında İngiltere’nin Yakın Doğu Konfederasyonu, Yirminci yüzyılın başlarında ise ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesine ek olarak, Siyonizm’in Büyük İsrail Projesi olarak dünya kamuoyunun dikkatlerine sunulmuştur. Böylece merkezi coğrafyada yer alan kutsal topraklar üzerinde dünyanın tam ortalarında Hıristiyanlarla birlikte Museviler de alternatif bir gelecek projesine sahip olurlarken, Müslümanların Atlantikçi ve batı merkezli emperyalistler gibi bir emperyal projeleri hiçbir zaman olmamıştır. Şimdi gelinen aşamada Atlantik merkezli Hıristiyan emperyalizmi, Musevi emperyalizm ile birlikte örgütlenirken Müslümanların bunlarla rekabet edebilecek bir emperyalist projeleri henüz gündeme getirilememiştir. Yüz yılı aşkın bir süre içinde batı merkezli emperyal projeler arasında başlatılan yarış devam ederken, Osmanlı devlet yapısını bir federasyona dönüştürmek gibi var olan devletlerin geleceğini güvence altına alacak Merkezi Devletler Birliği ya da İstanbul merkezli bir İslam İmparatorluğu plan ve projelerini uygulama alanına getirilmesine çalışılmış ama iki büyük dünya savaşı süreci içinde Müslümanların birliği sağlanamamış, Almanya, İngiltere, Fransa, Rusya gibi emperyalistler dünya savaşı yaparlarken, merkezi alandaki Müslüman toplulukların birleşmeleri önlenmiş ve Türkiye’nin din değiştirme önerileriyle Anadolu’da Büyük İsrail kurulmaya çalışılmıştır.
Kuzey-Doğu Avrupa’da başlatılan ABD destekli Rusya’nın işgal girişimleri ile Ukrayna savaşı başlatılmış ve bir yılı aşkın bir zaman dilimi içerisinde dünyanın merkezi bölgesini bütünüyle tehdit eden bir üçüncü cihan savaşı ihtimalini öne çıkarmıştır. ABD Çin’i hedef olarak seçerken aynı zamanda Avrupa’nın eski emperyalist devletlerini de kontrol altında tutmak için, eski komünist Rusya’yı baskı altında tutmaya öncelik vermiş ve Rusya’yı soğuk savaş döneminde olduğu gibi tahterevallinin karşı bölümüne oturtarak oyunu kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirirken ve Çin ile birlikte Avrupalı emperyalistleri dışlarken Rusya’yı gene eskisi gibi karşı denge unsuru olarak kullanmaya dikkat etmiştir. Rusya yeni bir emperyalist devlet olarak öne sürülürken, eski Sovyet ülkeleri ile birlikte Ukrayna ve diğer Kuzey-Doğu devletleri Hıristiyan dünyasının üvey evlatları gibi sahipsiz ve desteksiz bırakılmıştır. Ukrayna yalnız bırakılarak teslim olmaya yönlendirilirken, devletin başına genç bir tiyatro oyuncusunu geçirmiş ve onun çabaları ve girişimleri ile dünya kamuoyunun ilgisini çekmeye öncelik vermiştir. Zelenski ismini taşıyan bu tiyatrocu konuşmalarında her türlü emperyalizme karşı çıkarken, Siyonizm’e karşı çıkmamış ve gazetecilerin fazla üzerine geldiği bir aşamada kendisinin etnik kimliği ile birlikte Büyük İsrail Projesine taraf olduklarını ve bu doğrultuda merkezi alan imparatorluğunun Siyonist plan çizgisinde gerçekleştirileceğini bir basın toplantısı aracılığı ile söylemiştir. Rusya’nın işgalinin ellinci gününde, Ukrayna’nın Büyük İsrail devletine dönüşeceğini ve bu amaçla mücadeleye devam ettiklerini açıkça dile getirmiştir. Donbass merkezli olarak Rus orduları Ukrayna’nın doğu bölgelerini işgal ederken, Zelenski Avrupa Birliğine ve üye ülkelere de karşı çıkarak, Ukrayna’nın hiçbir zaman liberalizme teslim olmuş bir Avrupa ülkesi olmayacağını açıkça dile getirmiştir. Bu noktada Avrupa ülkelerinden gelmekte olan yardımların kesilmesi olayı ile karşılaşılmıştır. Zelenski liberal Avrupa’ya karşı çıkarken, geleceğin İsviçre’si olmak gibi bir statü aramayacaklarını açıkça söylemiştir. ABD ile paslaşmayı ana politika haline getiren Rusya baskı ve saldırılarını artırırken, savaşın bölgeye ve dünya ülkelerine doğru yayılması doğrultusunda kamuoyunu yönlendirmiştir.
(Yazının devamı için tıklayınız)
https://www.bursaarena.com.tr/ukraynadan-israile-gecilemez-2-makale,9284.html