Yeni bir dünya düzeni amacıyla yer kürenin birçok bölgesinde sıcak çekişme ve çatışmalara sahne olan yeryüzü coğrafyasında kendini bilen ve yüzyıllardır insanlık tarihi boyunca birçok siyasal olay ya da gelişmelere tanık olan büyük devletler, bugün artık kendi büyüklükleriyle ulaştıkları millet imparatorlukları yapılanması içinde yollarına devam etmektedirler. Yeni dönemin siyasal oluşumları içinde Türkler, Araplar, Şiiler, Zenciler ve Latinlerin çeşitli devletlerin çatısı altında dağınık bir biçimde dağılarak yaşamakta olan insan topluluklarını, Rusya, Çin, Hindistan, Brezilya ve Afrika’nın Zencilerinin bir araya gelerek Nijerya gibi yenidünya dengelerini, bugünün siyasal ve ekonomik koşullarına uygun bir biçimde sistemleştirilmesi sağlanabilmelidir. Yeryüzü kıtaları üzerinde küçük devletlerin büyüme mücadelesi verilirken ayrı devletlerin çatısı altında dağınıklık içinde yaşam kavgası veren Türklerin, Arapların, Şiilerin, Zencilerin ve Latinlerin Rusya, Çin ve Hindistan ‘da var olan büyük devletlerin konumlarını dengeleyerek, bugünkü dünya düzeninin barış içinde devam etmesi sağlanabilmelidir. Bugünkü dünya düzeni içinde var olan Birleşmiş Milletler gibi bir örgütün çatısı altında bir araya gelen beş büyük devlet büyüklük açısından çeşitli sorunlara sahip olması ve İngiltere ve Fransa’nın sahip oldukları ancak sömürge toprakları sayesinde Rusya, Çin ve ABD gibi büyüklüğe sahip olabilmektedir.
Küreselleşme sonrası yeni dönemde çok kutuplu bir yenidünya düzenine girerken, batılı emperyalistler büyük devletleri parçalamaya çalışmaktadır. Var olan ulusal ve üniter devlet yapılarını parçalayarak, eskiden bu yana batılı emperyalistler açıkça yeni büyük devletler ile sahip oldukları egemenlik düzenini paylaşmak istememektedirler. Yeni büyük devletlerin de Birleşmiş Milletler deki Güvenlik Konseyi üyesi olması istenmekte ve bu konseyin üye sayısı yeni büyük devletlerin katılımı ile birlikte 10 ya da 15 olması istenmektedir. Böylece beşten büyük olan dünyanın yeni dönemde 10 ya da 15 büyük devletten gene büyük olması istenerek, tek kutuplu dünyanın çöküşü sonrasında çok kutuplu yeni bir model ile yeni küresel düzen arayışı karşılanmaya çalışılmaktadır. Türkler, Araplar, Çinliler, Latinler ve Zenciler gibi dağınık yaşayan halk kitlelerinin Çin, Rusya ve Hindistan gibi kendi büyük devletlerinde insan gibi yaşama hakları vardır.
Yeryüzü haritasında yer alan bütün devletlerin birer jeopolitik konumları bulunmaktadır. Dünya gezegeni uzayda yoluna devam ederken değişen koşulların getirdiği yeni jeopolitik koşullar ortaya çıkarak, gezegenin ana karasında ülkelerin ya da devletlerin jeopolitik konumlarını etkileyerek eskisinden çok farklı yeni durumların ortaya çıkmasının yolları açılmaktadır. Yüz binlerce ya da milyonlarca yıl önce gerçekleşen doğa olayları ile dünyanın oluşum ve değişim süreçleri başlarken, en sonunda küresel yapılanma bugünkü aşamasına gelmiştir.
Uzay ve yer küre bağlantısındaki gelişmeler çeşitli zaman dilimleri içinde dünyanın da değişimine yol açmakta ve böylesine gelişen bir dönüşümler çerçevesinde eskisinden çok farklı yönlere doğru değişen dünya düzeni içinde her şeyin konumu değişmekte, hatta daha da ileri giderek her şeylerin toplandığı ve de bir bütünlük arz ettiği devletlerin merkezileştiği durumlarda da toptan bir jeopolitik konum değişikleri yaşanabilmektedir. Binlerce yıl geriden gelen doğa olayları yeryüzünde jeopolitik dengeleri ve yapıları bozarak yenisinin önünü açarken, bütün doğa olayları bir bilimsel bakış içinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Asya kıtasının tam ortalarında yer alan Afganistan ülkesi İngiliz emperyalizmi ile Rus emperyalizminin kesişme noktalarında ortaya bir harita çıkarmıştır. Afganistan’daki Sovyet işgali ile son değişim dönemine giren jeopolitik yapılanma batı devletlerinin yeniden devreye girerek yıkılmış olan bu ülkeyi inşa etmesiyle birlikte küresel bir üstünlük yarışı başlamıştır. Devletlerin ulusal çıkarları doğrultusunda hareket etmeleriyle birlikte değişen koşullar, daha sonraki aşamada yeni bir jeopolitik konumun devreye girmeye başlamasıyla harita üzerindeki bütün devletleri ve kamu düzenlerini yeniden yeni koşullara göre yapılandırılmasını sağlamaktadır. Dünya haritasının kesişme noktasında olan Afganistan devleti tarihin her döneminde birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve bu sayede geçmişten gelen büyük bir kültürel birikimin ülkesi olmuştur. Birbirinden çok farklı devletler dünya uygarlığı ortamında ortaya çıkmışlardır.
Afganistan coğrafi konumu ile emperyal devletlerin hegemonya girişimleri için elverişli bir konumdadır. Bu devletin bulunduğu bölgedeki güç boşluğu doldurulmayı beklemekte ve aynı yüzyıl içinde hem Rus hem de Amerikan emperyalizmleri bu ülkeyi resmen işgal ederek, bütün kıtalar üzerinde mutlak bir iktidar arayışı içinde olmuşlardır. Afganistan yer olarak merkez alan ile kenar kuşak arasında yer alan bir ülkedir. Dünya egemenliği için merkez hegemonyasının yanı sıra kenar kuşak bölgelerinin de ele geçirilmesi gerekmektedir. Dünya imparatorluğu kurmuş olan İngiltere Afganistan devletini Asya ve Afrika’nın gözetleme kulesi olarak ele aldı. Afgan devleti güneye ya da kuzeye saldırırken, bu tür hareketlere karşı set çekmenin merkezi olmuştur.
Yeni bir dünya düzeni kurmak için oluşturulan yeni büyük oyun isimli plan ve projeler Afganistan’ı en önde gelen merkezi yerlerden birisi haline getirmiştir. Büyük Rusya ideolojik imparatorluğun çöküşü ile birlikte ortadan kalkarken, Rusya’nın yerini almak üzere gelen Amerikan emperyalizmi daha olumsuz koşullarda çalışmak zorunda kalmıştır. ABD’li bilim adamları Avrasya bölgesinin hegemonik anlamda ele geçirilmesi gerektiğini açıkça dile getirmişlerdir. Doğu bölgesinin dev ülkeleriyle Hazar bölgesinin enerji kaynaklarının bir araya getirilmesine, batılı emperyalistler karşı çıkmışlardır. Bu çizgide batılı ülkeler Afganistan’ı kendi yanlarına çekerek, Hazar bölgesindeki enerji kaynaklarının batı blokunun elinde toplanmasını sağlamışlardır. Rusya yeni büyük oyunda öne geçmeye çalışırken batılı büyük devletler Hazar bölgesindeki enerji kaynaklarının doğu ülkelerinin eline geçmesine izin vermemişlerdir. Doğu ile Batı bölgeleri arasındaki Hazar’a egemen olma yarışında Afganistan kilit ülke konumuna gelerek uluslararası alanda küresel dengelerin barış sağlamasına ve enerji savaşları açılmasını da önleyebilmiştir. Afganistan bu gibi gelişmeler sonucunda dünya siyasetinde daha çok önem kazanarak dünya barışının korunmasında fazlasıyla etkin olmuştur. Rusya’nın kendi arka bahçesi olarak tanımladığı Hazar bölgesinin bir çekişme konusu olmasına izin verilmemiştir.
Afganistan büyük Türk imparatorlukları sonrasında İngiliz İmparatorluğu ve de Rusya devletinin Asya kıtasının güney kısmında bir karşı karşıya gelme noktasında ortaya çıkmış olan bir devlettir. Orta Asya Türk egemenliği dönemi devam ederken Selçuklu ve Osmanlı imparatorluklarının uzantıları merkez Asya topraklarına kadar uzandığı aşamada orta Asya bölgesine giriş ve çıkışlar için Afganistan ülkesinden yararlanılmıştır. Özellikle Asya topraklarında ortaya çıkan ya da kurulan Türk devletlerinin yayılması sayesinde Afganistan oluşumu Asya’nın merkezi toprakları üzerinde meydana gelmiştir. Milattan sonraki üçüncü yüzyılda oluşturulan Afgan devleti yapılanmasının Sasanilerin topraklarından koparak ayrı bir devleti gündeme getiren Türk boyları, Asya’nın güneyine doğru uzanan yeni bir devlet için hazırlıklarının tamamlamalarıyla, Babür İmparatorluğundan Afgan imparatorluğuna doğru uzun süren bir geçiş aşaması yaşanmıştır. Asya kıtasının kuzey toprakları üzerinde kurulan Rusya devleti ile Hint okyanusunu gemileriyle geçen Büyük Britanya imparatorluğunun donanması Hindistan yarımadası civarında karşılaşınca, iki imparatorluk arasında kalan merkezi yerde Afganistan devleti kurulmuştur. Sasanilerin bu bölgede yaşayan insanlara Afgan adını vermesi üzerine devletin adında Afganistan kavramı kullanılmıştır.
Büyük Asya kıtasının orta ülkesinde Türk kökenli kavimlerin yeni bir Türk devleti kurmalarına kadar uzanan bir yol üzerinde yirminci yüzyılın bağımsız devleti olarak Afganistan krallığı kurulmuştur. Daha sonraki yıllarda ise Rus imparatorluğu ile Britanya imparatorluğu arasındaki çekişmeler ve savaşlar birbirini izlemeye başlayınca Afganistan ülkesi zaman zaman savaş alanı haline dönüşmüştür. İran ile üç yüz yıllık sınır komşuluğu bulunmasına rağmen Osmanlı devleti ya da Türkiye Cumhuriyeti ile hiç bir sınır komşuluğu bulunmayan Afganistan, Asya kıtasını paylaşmak isteyen büyük devletler ile ya savaşarak çarpışmış ya da bunların sürdürdüğü çatışma çekişmelerin ortasında kalarak zaman içinde birçok kayıplara hedef olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Asya toprakları üzerinde kurulurken İran ve Afgan şahları Anadolu yarımadasına gelerek ve sömürgeci batı blokunun saldırgan atakları ile karşı karşıya kalarak bazı savaşlarda yenilgiye uğramıştır.
Birinci Dünya Savaşı sonrası dönemde dünya düzeni yeniden kurulurken İngiltere ve Amerikan emperyalizmleri ortaklaşa sömürgecilik hedefinde bir araya gelerek, batıdan doğuya doğru yeni sömürgecilik akımını başlatmışlardır. ABD NATO örgütlenmesi ile doğu bölgelerine doğru yayılırken geçmişten gelen İngiliz imparatorluğunun plan ve programlarına uygun davranarak, Türkiye ile birlikte Afganistan’ı da sömürgeleştirebilmenin yol ve yöntemlerini araştırmıştır. Asya kıtası çevresinde bu tür kullanım için elverişli topraklar ve bölgeler bulunduğu için, batılı emperyalistler daha kolay yayılma politikaları geliştirebilmişlerdir.
Türk ve Afgan dayanışması on dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkarılarak kullanıldığı için savaş sonrası dönemde küresel alanların yeniden tesis edilmesinde, Afgan halkı ve devletinin olumlu destek ve katkılarda bulunabilmişlerdir. Bir yeşil kuşak oluşturarak eski sosyalist sistemi başarıyla yıkan batı emperyalizmi geleneksel sömürgeciliğini sürdürerek yoluna devam etmek istediği aşamada Asya ülkeleri ile doğu devletlerinin sert tepkileri ile karşı karşıya gelerek zaman içinde bir ulusal ve ülkesel dayanışma içerisine girebilmişlerdir. Sovyetler Birliğinin Rusya adına yaptığı saldırı hareketi Afganistan’ı bir Sovyet cumhuriyetine dönüştürürken ülke tam anlamıyla bir çöküntü sürecine doğru kaydırılmıştır. SSCB’nin Afgan işgali sonrasında dağılma aşamasına gelmesi üzerine, Amerikan emperyalizmi tıpkı İngilizlerin yaptığı gibi sömürgecilik yolunda epey yol almıştır. Sovyetler Birliğinin dağılması aşamasında Afgan ülkesinin önce bir saldırıya uğraması ya da yeni silahlar ile güçlendirilmiş bir işgal olayı ile saldırının sürdürülerek, Afganistan üzerinden Türk dünyasına Atlantik emperyalizminin yönlendirilmesi ile, geleceğin tek kutuplu dünya düzenine geçiş hedef alınmıştır. Afganistan işgalinin Rusya’dan Amerika’ya doğru kaydığı bir aşamada Rusya’nın iflas eden işgalinin Amerika’ya da yansıdığı görülmüştür. Asya kıtasını teslim almak isteyen büyük emperyal saldırıların birbiri ardı sıra başarısızlık çizgisinde bozulması ile saldırılar kesilmiştir.
Kendisini demokratik uygarlığın yaratıcısı gibi gösteren ABD emperyalizminin aslında sömürgeciliğin en büyük şahı olarak tüm yeryüzü kıtalarını ele geçirme planları vardı. Bu doğrultuda iki büyük cihan savaşlarını kazanarak bütün dünya karalarında ABD merkezli bir yeni emperyal düzeni geçerli kılarak hegemonya çekişmelerinde İngiltere’yi geride bırakarak geleceğin sömürgeleştirilmiş dünya yapılanmasını tamamlamaya çaba gösteriyordu. ABD’nin iki kutuplu dünyada SSCB ile rekabet yarışına yönelmesi aşamasında iki kutup başı ülkenin yanında ya da yakınında yer alan devletlerin eskisinden çok farklı yeni jeopolitik konumlara dönüştükleri gözlemlenmiştir. Bu aşamada Asya kıtasının merkezi konumunda yer alan Afgan devletinin iki kutuplu dünya yapılanması içinde sosyalist sistemin komşusu gibi yeni bir konumlanmaya kaydığı görülmüştür. Afgan devleti böylesine bir konum değişikliği içine girerken, Türk dünyasının diğer temsilcisi olarak Türkiye Cumhuriyeti ele alındığında eski Orta Doğu merkezli yapılanmadan hareket ederek Sovyetler Birliğinin sınır komşusu gibi yepyeni farklı bir bölgesel bir varlık ortamına doğru kayma gösterdiği görülmektedir.
Ortadoğu ve diğer doğu bölgelerinin, ele alınarak değerlendirilmesinin bilimi olarak ortaya çıkartılan oryantalizm açısından konu ele alındığında hem Türkiye’nin hem de Afganistan’ın eskisi gibi sahip oldukları merkezi konumlarından uzaklaşarak, kutup başı ülke ve bölgelerin yanında yer alan komşuluk ilişkileri çerçevesinde yer alarak, eskisinden çok farklı jeopolitik konumlarda yön değişikliği konumuna sahip olmuşlardır. Önceden sömürgecilik ve emperyalizm ilişkileri çerçevesinde ele alınan her iki ülkenin, geçmişten bu yana gelen konumunun iki kutuplu dünyanın gündeme getirilmesi, çizgisinde emperyalizm ve bağımlı sömürgeler olarak değerlendirilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. Batı bloku emperyalizm kavramını gözlerden kaçırırken büyük devletlerin öne geçtiği kutup merkezi konumunun eskisinden çok daha fazla etkin bir duruma getirildiği öne çıkarılmıştır. Soğuk savaş döneminin koşulları altında öne çıkan Afganistan’ın parçası olduğu Türk dünyasının içindeki eski konumunun yeni bir komşuluk ilişkisi ile açıklanmaya çalışıldığı görülmektedir.
Soğuk savaş yıllarının Afganistan başlığı altında incelenmesi sayesinde Taliban adı verilen bir öğrenci isyan hareketi olarak, bu ülkenin terör olaylarına doğru yönlendirildiği ortaya çıkmıştır. Sosyalist sistemin çöküşü ile birlikte batı merkezli terör hareketlerinin bütün Asya kıtasını kapsadığı görülmüştür. Ülke içindeki yoksulluk emperyalizmin sömürgeleştirilmesine doğru sistemi dışa bağımlı bir hale getirmiş ve bu amaçla ülke içindeki yoksul ve işsiz ailelerin üniversite çağına gelmiş olan çocuklarını, ülke gençliği olarak isyancı ve talipci bir karaktere doğru sürüklenmesini gündeme getirmiştir. Ülkedeki siyaset yeni dönemin ideolojisi ile açıklanmaya çalışılırken çöken sosyalizme alternatif olarak terörizmi öne çıkarmışlardır. Afgan devletinin terör olaylarının sahası haline getirilmesi ile birlikte Rusya’dan sonra Amerika’yı da Afganistan ülkesinde yenilmiş bir konuma getirmiştir. Amerika’nın Afganistan yenilgisi küresel sistemde bir kırılma noktasının başlangıcı olmuştur. Sosyalist sistemi çökerten ABD kendisinin içine sürüklendiği demokrat görünümlü sömürgecilik yüzünden, kendi halkına ve gençliğine bir şey veremez duruma düşerken içinde bulunduğu çelişkili ortamın ortaya getirdiği demokrasi ya da terör ortamında Rusya’nın işgalini Amerikan işgali izlemiş ve bu bağlantı çerçevesinde Afganistan ülkesi terör ortamına sürüklenirken aynı zamanda terör kaynağı bir ülke olarak yenidünya düzensizliğinin en önde gelen örneklerinden birisi olmuştur. Orta Doğu ve Doğu bölgelerinde terörün giderek yayılması konusunda Afganistan yeni bir merkez olarak öne çıkmıştır. Taliban’dan başlayarak El Kaide ve İşid gibi örgütlerle terörün genişlemesi olayında Afganistan çıkış noktası olarak öne sürülmüştür. Bu durumda dünya ülkeleri yeni bir terör oluşumunun hedefi haline gelmiştir. Ülkelerin karıştırılması ve bölünerek anarşiye itilmesi Taliban sonrası terörün ana hedeflerinden birisi olmuştur.
Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi olarak Türk devletini dünyanın ortasında kurarken, orta boy bir devlet olarak büyük güçlerle mücadele sırasında Türkiye’nin gücünün yetersiz kalabileceğini görmüş ve bu nedenle Orta Doğu’da Sadabat Paktı ve Balkanlar’da Balkan paktı gibi savunma ve güvenlik kuruluşlarının oluşumunu sağlamıştır. Atatürk böyle bir koruyucu şemsiye kurarken, sınır komşusu olmayan Afganistan’ı da İran ile birlikte kurulan bu ortaklığın içine alarak sınırların ötesindeki bölgelere ulaşmanın zorunluluğunu görüyor ve buna göre eski Osmanlı ülkeleriyle birlikte Afganistan’ı da Türk dünyasının bir parçası olarak bu yeni örgütlenmede Türkiye-Afganistan çizgisi oluşturmaya çalışıyordu. Batılı emperyalistlere karşı Balkan paktını kuran Atatürk’ün eski Osmanlı ülkelerini esas alarak Müslüman bölge devletlerini bir güvenlik örgütü içinde birleştirmeye çalışması onun ne derece geleceği gören bir önder olduğunu ortaya koymaktadır. Bugün yaşanan kaos ortamını emperyalistler kışkırtırken yeni dönemde çatışma, iç savaş, bölge savaşı ya da dünya savaşı gibi olumsuz gelişmelere karşı Türkiye’nin çok dikkatli olması ve komşu devletler ile bir araya gelerek bölgesel bir güvenlik örgütü çatısı altında çatışma, saldırı ve işgal gibi kaotik girişimlere karşı çıkması gerekmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken, Atatürk mazlum milletler için askeri savunma modelini gündeme getirmiş ve böylesine bir örgütlenme ile de batının büyük devletleriyle baş ederek, Türk ulusuna özgür ve bağımsız bir cumhuriyet kazandırmıştır. Bugün gelinen aşamada bölgeye getirilmek istenen savaş ortamını kışkırtmak üzere, Afganistan üzerinden binlerce insanın Türkiye’ye gelerek önce bir kaos ortamı yaratacağı ve daha sonrada alt kimlikler üzerinden önce bir iç çatışmalar ortamı daha sonra da iç savaş ve bölgesel savaş olarak merkezi coğrafyayı tümüyle yok edecek bir kaos planını emperyalistlerin destekleri ve yönlendirmesiyle uygulama alanına aktarılacağı fısıltı mekanizmaları ile deşifre edilmektedir. Türk devleti kurulurken Türk dünyası için başta Afganistan olmak üzere kardeş devletlere özgürlük ve bağımsızlık getirmeye çalışmıştır. Ne var ki bugün merkezi coğrafyadaki devletleri yıkmaya çalışanlar önce Türkiye’yi hedef alırken Türkiye’nin her zaman başta Afganistan olmak üzere tüm diğer Türk devletlerini korumaya çalışırken, Türk devletini tehdit eden emperyalistlerin Afgan kökenli bir terör dalgasına Türkiye’nin hedef yapılması, hiçbir zaman kabul edilemez. Taliban geride bırakılırken, bugün çağdaş cumhuriyete ve hukuk devletine sahip çıkılmalıdır.