Türkiye için A Planı olarak yıllarca gündemde tutulan Avrupa Birliği üyeliğinin gerçekleşememesi durumunda, Türkiye'nin bunun yerine kendi ulusal çıkarlarına uygun bir biçimde B Planı olacaktır. B Planı har zaman A Planı'nın gerçekleşmediği aşamalarda ortaya çıkar. Türkiye'nin A Planı artık devre dışı kaldığına göre, müzakere süreçlerinde yeniden bir yarım yüzyıl kaybetmenin hiçbir anlamı bulunmamaktadır. Emperyal güçler dünyanın merkezi bölgesini ve buradaki doğal zenginlikleri paylaşmak için çekişirken, altta kalarak ezilip yok olmamak için, Türkiye kendisini ayakta tutabilecek bir B Planı'nı ortaya koymak zorundadır. Bu planı hiçbir dış güç Türkiye için hazırlayamaz. Türkiye'deki dış güçlerin işbirlikçisi lobiler ya da kadrolar da böylesine bir planı hazırlayamazlar çünkü Türkiye ve Ankara merkezli dünyaya bakma alışkanlığına sahip değildirler. Tıpkı Ulusal Kurtuluş Savaşı döneminde olduğu gibi, Ankara ve Türkiye merkezli bakış açısı, değişen koşullarda Türkiye'nin B Planı'nı ortaya koyacaktır. Çünkü Türkiye bu tür bir bakış açısı ile kurulmuştur, o nedenle de Türkiye'nin yoluna devam etmesi aynı bakış açısıyla sağlanacaktır.

Hiç kimse, Amerika, İngiltere, Almanya ya da İsrail merkezli bakış açılarını Türkiye'ye zorla kabul ettirme durumunda değildir. İsrail nasıl Kudüs merkezli Ortadoğu'ya bakıyorsa, Avrupa nasıl Brüksel merkezli bu bölgelere yaklaşıyorsa, Türkiye de Ankara merkezli bir bakış açısı ile Misakı Milli sınırlarına ve bu sınırlar içerisindeki ülkenin birliğine sahip çıkabilecektir. Bize dost olduğunu söyleyen Batılı ülkelerin hepsi emperyal bakış açısı ile dünyanın merkezini kendilerine göre düzenlemeye çaba gösterdiklerinden, Türkiye'nin çıkarları ve istekleri sürekli olarak güme gitmekte ve ertelenmektedir. Böylesine olumsuz bir süreç içinde Türkiye Cumhuriyeti devleti yarı yarıya tasfiye edilmiştir. Tam bu aşamada Ankara'daki devleti küçültmek üzere harekete geçen cemaatçi bir kadro ulus devleti başına geçmiştir. On beş milyonluk İstanbul'dan Ankara'ya gelerek beş milyonluk Ankara'yı küçültmek üzere hareket edenler, İstanbul'un Ankara'nın üç misli büyük olduğunu görmezden gelmekteler, her nedense mütareke dönemindekine benzer bir konuma sürüklenmiş olan İstanbul'u değil de Yeni Bizans ya da Büyük Ortadoğu projelerinin önünü açmak için ulus devletin başkenti Ankara'yı ortadan kaldırmayı hedeflemektedirler. Türkiye'nin ulusal çıkarları için ve Üniter devletin sağlıklı biçimde yoluna devam edebilmesi için Ankara'nın değil fazlasıyla dağınık bir gelişim göstermiş ve bu nedenle de hastalıklı bir yapıya sürüklenmiş olan İstanbul'un küçültülmesi zorunlu görünmektedir. Küresel emperyalizme sermaye ilişkileri ile teslim olmuş İstanbul küçültülmezse, İstanbul'u bir atlama tahtası olarak gören küresel emperyalizmin bütün ülkeyi teslim alması gündeme gelebilecektir. Türkiye'nin B Planı açısından Ankara'nın Orta Anadolu'da daha da büyütülmesi ve İstanbul'un devlet merkezine bağlı kalabilmesi için de bu İstanbul'daki Bizans artığı zihniyetin hakimiyetinin kırılması gerekmektedir, Ankara merkezli bir ulusal plan ancak İstanbul'un küçültülmesi ile başarılı olabilir, aksi takdirde bu dış rüzgarlara fazlasıyla açık metropoldeki zihniyet Yeni Bizans projesi doğrultusunda kullanılmaya devam edilecek ve Ankara'nın karşısına başlıca engel olarak çıkacaktır.

 Merkezi Devletler Birliği

Mustafa Kemal'in Ankara'sından bölgeye bakıldığı zaman, ortaya tıpkı Atatürk'ün zamanında olduğu gibi Sadabat Paktı benzeri bir manzara çıkmaktadır. Bir yandan, İsrail merkezli yapılanma bölgenin bütün ülkelerini tehdit etmekte, diğer yandan on bin kilometre öteden küresel emperyal güç saldırgan ordusu ile bölge ülkelerinin içine girerek hem saldırmakta hem de yeni bir yapılanmaya doğru zorlamaktadır. Başta Irak olmak üzere, İran, Suriye, Azerbaycan, Gürcistan, Ürdün, Suudi Arabistan, Lübnan ve Mısır büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar. Küresel eşkıya olarak Amerikan ordusu bütün bölgeyi işgal etme planları içindedir. Bu süreçte Türkiye, hem bölgeye karşı müttefiklik görünümü ile kullanılmak istenmekte hem de bölgenin merkezindeki ülke olarak yeni yapılanma sürecinde dönüştürülmek istenmektedir. Türkiye bölgeye ve komşularına yönelen askeri saldırı planlarına kesinlikle alet olmamak durumundadır, Aksi takdirde işbirlikçi ülke görünümü ile bölgenin bütün ülkelerinin düşmanlığına hedef olacak ve tüm İslam dünyasından dışlanacaktır. Türkiye'yi yönetenler, yeni bir Haçlı Seferi olarak Ortadoğu'ya gelen bu saldırganlığa karşı hem Türkiye'yi korumak, hem de bölge ülkeleri olan komşuları ile bir araya gelerek beraber hareket etmek zorundadır.

Atatürk’ün İran'ı muhatap alarak bir bölgesel paktı gündeme getirmesinin; Türkiye gibi bir Türk ülkesi olan, nüfusunun yüzde yetmişi ile Türk asıllı olan İran'ın Anadolu'daki Türk devletinin kurucusu tarafından muhatap olarak ele alınmasının; Batılı emperyalistlerin bölgeye yeniden gelmelerini önlemek üzere Türkiye ile İran arasında bir yakınlaşmanın temellerinin o dönemde atılmasının anlamı çok büyüktür. Dünyanın merkezinde, Ön Asya'da bir Türk devleti kuran Atatürk, belgenin diğer büyük Türk devleti olarak İran'ı başlıca muhatap olarak kabul etmiş ve dünyanın büyük emperyal güçlerine karşı bir ittifak oluşturmak istemiştir. Sadabat Paktı. II, Dünya Savaşı öncesinde Ortadoğu'ya Batılı emperyalist güçlerin gelmesi tehlikesine karşı atılmış bir adımdır Mustafa Kemal, batıda Balkan Paktı ile Türkiye’yi güvence altına alırken, doğuda da Sadabat Paktı ile Türkiye’yi daha güvenli bir ortama kavuşturmak istiyordu. Emperyal güçler yerinde kaldığı sürece Türkiye kendi coğrafyasında ayakta kalabilmek için, sınır komşusu ve akrabası olan İran ile yakınlaşmak zorunda idi. Türkiye'nin iki misli genişlikte bir ülkeye sahip olan ve nüfusu Türkiye ile aynı düzeyde olan bu büyük petrol ülkesi ile yakınlık, Türkiye açısından son derece önem kazanmaktaydı. İki Türk asıllı toplumun bir dostluk ve dayanışma ittifakı çerçevesinde bir araya gelmesi, dünyanın jeopolitik merkezinde Osmanlı sonrasında meydana gelen otorite boşluğunu dolduracak nitelikte bir girişimdi. II, Dünya Savaşı öncesinde oluşturulan bu yakınlık, Hitler'in ordularının Ortadoğu'dan uzak kalmasında etkili olmuştur.

Mustafa Kemal, Osmanlı sonrası dönemde dokuya açılırken güney Avrasya hattını esas almış ve bu hat üzerinde bulunan iki Türk ülkesi olarak İran ve Afganistan'ın Sadabat Paktı içinde yer almasını sağlamıştır. Ayrıca eski bir Osmanlı ülkesi olan ve milyonlarca Türkmen’in yaşadığı Irak’ı bu paktın içine alarak, dünyanın merkezi bölgesinde bir bölgesel ittifakın temellerini atmıştır. II Dünya savaşı öncesinde zorunlu görünen bu girişimin benzeri günümüzde yeniden önem kazanmaktadır. İsrail ve Amerika’nın sürekli tehditlerine maruz kalan İran ve Suriye, günümüzde Türkiye'ye yakınlaşmaktalar ve Türkiye ile beraber ortak bir hareket tarzı geliştirebilmek için çaba göstermektedirler. Türkiye Cumhuriyeti nüfusunun tamamı Türk asıllı bir ülke konumundaki Azerbaycan'ı da yanına alarak, İran ve Suriye ile bir araya gelmelidir. Türkiye ve Iran gibi iki eşit ağırlıkta ülkenin bir araya gelmesiyle dünyanın yeni bir süper gücü bu kez anakaranın merkezinden ortaya çıkacaktır. Orta Asya ve Ön Asya Türklüğü arasında köprü görevi yapabilecek bir konuma sahip olması nedeniyle önem kazanmakta olan Bakü, küçük ülke başkenti olarak İran ve Türkiye arasındaki yakınlaşmanın da merkezi olabilir. Suriye de eski bir Osmanlı ve Türk ülkesi olarak böylesine bir yakınlaşmanın içinde sınır komşusu bir ülke olarak yer alabilecektir. Sadabat Paktı sırasında Fransız işgali nedeniyle dışarıda kalan Suriye bu kez bağımsız bir devlet olarak Ortadoğu'daki dört ülke birliğinin içine girecektir.

Dünyayı işgale kalkarak, finans kapitalin küresel imparatorluğunu kurmak üzere yola çıkmış olan Amerikan emperyalizminin, Ortadoğu'daki askeri birliklerinin adı "Merkezi Kuvvetler" olarak konulmuştur. Bu adlandırma ABD tarafından da bölgenin, dünyanın merkezi olduğu kabul ettiğine işaret eder. Bölge ülkeleri de merkezi kuvvetlerin işgali ve saldırı tehdidi ile karşı karşıya kaldıkları için, böylesine bir merkezi hegemonyaya karşı bir araya gelerek; Merkezi Devletler Birliği'ni kurmalıdırlar. Böylelikle merkezi kuvvetlerin emperyalist işgal saldırısına karşı, Merkezi Devletlerin birliği direnecek, karşı koyacak, gerekirse savaşacaktır. Merkezdeki ülkeler kesinlikle emperyalistlerin çıkarları için birbirleriyle savaşmayacaklar ama bir araya gelerek, dünyanın merkezini işgal ederek bu bölgedeki bütün devletleri ortadan kaldırmak, bölge halklarını parçalayarak sömürge yönetimine sürüklemek gibi insanlık dışı girişimlere karşı direneceklerdir. Bölgenin saflık ve selameti, bölge ülkelerinin bir araya gelerek dayanışma içine girmelerinde ve örgütlenerek ortak bir savunma gücünü, eski CENTO gibi, işgalci saldırgan merkezi kuvvetlerinin önüne koyabilmesine bağlı görünmektedir. Eski CENTO'da ABD ve İngiltere vardı, yenisi ise bu iki saldırgan emperyalist ülkeye karşı kurulacaktır.

Sovyetler Birliği'nin dağılmasından son Yakın Çevre Doktrini çerçevesinde komşularını Bağımsız Devletler Topluluğu adı altında gevşek bir konfederasyon statüsünde bir araya getirmiş olan Rusya'nın tecrübesinden Merkezi Devletler Birliği'nde faydalanılabilir. Sovyetler'in geri çekildiği Avrasya bölgesine bir anlamda Batılı emperyal güçlerin girmesini önleyebilmek devreye sokulmuş olan Bağımsız Devlet Topluluğu örneğine benzeyen bir gevşek konfederasyon Merkezi Devletler Birliği için de düşünülebilir. O zaman varolan devletler davam edecek, dörtlü birliğe üye olan devletlerin birbirine karışması ya da bunlardan birisinin başka bir yapıya sürüklenmesine karşı, konfederasyon protokolü ile gerçekleştirilecek çatı altında bir ortak koruma düzeni saklanacaktır. İran, Türkiye, Azerbaycan ve Suriye'nin hızla bir araya gelerek oluşturacağı Merkezi Devletler Birliği, acilen bölgede yayılma tehlikesi gösteren savaşa karşı üye ülkeleri koruyacak bir yeni yapılanmayı gerçekleştirecek. Kurulacak ortak savunma birlikleri ile bölgenin güvenliği saklanacaktır, Halen NATO üyesi olan Türkiye'nin kendini korumak için böyle bir savunma örgütüne girmesine başta Amerika olmak üzere diğer Batılı ülkelerin karşı çıkacağı açıktır, Bölgenin petrol yataklarından yararlanmak isteyen bütün Batılı emperyal devletler, bölge ülkelerinin kendilerini korumaları için böylesine bölgesel bir birlikteliği oluşturmalarına izin vermek istemeyeceklerdir. Dörtlü birliğe yönelecek olan bölge ülkeleri bu durumları da hesap ederek, kendi varlıklarını güvence altına alma doğrultusunda adım atacaklardır,

İran ve Türkiye'nin öncülüğünde başlamış olan Ekonomik İşbirliği Teşkilatı'nın da yeni dönemde daha da gelişmesi ve giderek bir bölgesel ortak pazarın Avrupa kıtasında olduğu gibi gündeme gelmesi de sağlanmalıdır. Batılı emperyalist devletlerin her türlü engelleme oyunlarını bozacak yeni adım, eskiden bu yana davam adan Ekonomik İşbirliği Teşkilatı hızla bir Ortadoğu pazarına dönüştürülmedir. Böylece, Batılı Ülkelere ekonomik bağımlılıkları azalacak olan dört ülke daha kolay bir biçimde ekonomik entegrasyona yönelebileceklerdir, Türkiye, Avrupa'nın dışında kaldığı yeni dönemde, kendi bölgesinde Merkezi Devletler Birliği çatısı altında gerçekleştireceği bu yeni entegrasyonu, kendi bağımsız geleceği açısından düşünmelidir. Zamanla Orta Asya ülkelerini de içine alacak bir bölgesel ortak pazar, bu bölgenin Batılı emperyalistlerin sömürge alanı olmaktan kurtularak, bağımsız bir ekonomik yapılanmaya yönelmesini sağlayacaktır. Bölge ülkeleri hem petrollerine daha güçlü biçimde sahip çıkabilecekler hem de sahip oldukları tüm ekonomik zenginliklerini dengeli biçimde yardımlaşarak paylaşacaklardır. Böylece bölge halklarının emperyalist Batı ülkelerinin, yardımlarına gereksinmeleri kalmayacaktır.

.....

Yazının devamı için tıklayınız

.....

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.