Dünyanın Merkezi
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması üzerine, dünyanın merkezi bölgesinde bir otorite boşluğu meydana gelmiştir. Tarihsel süreç içerisinde bu bölgeye bakılırsa, dünyanın merkez gücünün Osmanlı coğrafyasından çıktığı görülmüştür. Tarihin ilk döneminde, Asya’da kurulmuş olan büyük devletler, dünyanın merkezine yöneldikleri aşamada, bu bölgeyi ele geçirmek istemişlerdir. Asya’dan gelen Cengiz Han, Timur Han ve İlhan Han gibi imparatorların orduları, dünyanın merkezi coğrafyasını ele geçirmek istemişlerdir. Asya’nın büyük devletleri gibi, Avrupa’nın büyük güçleri de Osmanlı İmparatorluğu’nun kurulmuş olduğu bölgeyi ele geçirmek için çeşitli girişimlerde bulunmuşladır. İran’da kurulan Pers imparatorluğu gibi Makedonya’da kurulmuş olan İskender İmparatorluğu da bu coğrafyayı kontrol altında tutmak istemiştir. Avrupa Hıristiyan olduktan sonra, tam on bir Haçlı seferi, bu bölgeyi ele geçirmek ve Hıristiyanlaştırmak için düzenlenmiş ve saldırıya uğrayan halkın direnmesi yüzünden bu tür planlar gerçekleşememiştir. Napolyon Fransa merkezli bir Büyük Avrupa’yı gerçekleştirmek isterken, gene bu bölgeye saldırmış, Hitler ise Avrupa merkezli bir Büyük Avrupa devleti kurmaya çalışırken, Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesi sonucunda otorite boşluğu alanına dönüşmüş olan bu bölgeyi ele geçirmek için planlar yapmıştır. Avrupa kıtasını denetimi altına almak isteyen güçler ile Avrupa’da kurulmuş olan büyük imparatorluklar, kendisini dünyanın jeopolitik merkezi olan Orta doğu bölgesini ele geçirmek zorunda hissetmişlerdir. Bu yüzden Bağdat kenti tarihin her döneminde saldırı ve tahribat ile karşılaşmıştır.
Batı uygarlığının merkezi bu bölge olmuştur. Uygarlık tarihi incelendiği zaman, Avrupa’ya kaynaklık yapan birikimin eski Yunan’dan doğduğu görülmektedir. Eski Yunan’a eski Mısır, Mısır’a da Mezopotamya uygarlık beşiği olarak kaynaklık yapmışlardır. Günümüz süper gücü olan ABD’yi yaratan da Avrupa uygarlığıdır. Avrupa ise birikimini, eski Yunan ve Roma döneminden gelen miras ile gerçekleştirmiştir. Kısaca dünya tarihinin oluşumunda Orta doğu denilen bölge ana merkez olarak işlev görmüştür. Milat sonrası dönemde dünya gücünü eline geçiren siyasal yapılar ya da devletler, bu nedenle Orta doğu bölgesini kendi denetimleri altında tutmak istemişlerdir. Bu yüzden bölgenin insanları ve devletleri tarih boyunca dış saldırılardan ve hegemonya mücadelelerinden kurtulamamışlardır.
Ortadoğu'da kurulmuş olan devlet yapıları, jeopolitik konumları gereği, Asya ve Avrupa arasında kaldıkları için, tarihin her döneminde ya Asya ya da Avrupa güçlerinin hedefi konumunda olmuşlardır. Asya'da ya da Avrupa kaynaklı bölgeye yönelik saldırılar tarihin her döneminde görüldüğü gibi günümüzde de benzeri bir saldırı ortaya çıkmıştır. Bu kez saldırı, bir başka kıtadan, okyanus ötesi Amerika'dan kaynaklanmaktadır. Okyanus ötesi bir kıtadan, on bin kilometrelik mesafeyi aşarak gelen dünyanın yeni süper gücünün bölgede yerleşmeye çalışması, bu bağlamda bakıldığında tarihin dinamiklerine uygun bir gelişme olarak görülmektedir. Avrupa'nın bütünleştiği, Asya'nın büyük güçlerinin yavaş yavaş dünya sahnesinde ağırlıklarını hissettirmeye başladığı bir dönemde; okyanus ötesi gücün dünyanın ana karası olan Avrasya bölgesini kendi kontrolü altında tutma zorunluluğu ortaya çıkmakta ve bu nedenle de ABD, kendisini yaratan ve kendinden önce dünyanın egemeni olan diğer Atlantik gücünü de yanına alarak, dünyanın jeopolitik merkezine girmektedir, Böylesine büyük bir operasyon gerçekleşirken üç yüz yıllık Siyonizm'in ve bu harekete bağlı olarak hareket eden Siyonist lobilerin son derece etkin çalıştıkları ve yarım yüzyıl önce kurulmuş olan küçük Yahudi devletini "Büyük İsrail"e dönüştürme doğrultusunda ellerinden gelen her türlü desteği Atlantik güçlerine sağladıkları görülmektedir, Sadece Yahudi kökenlilerle yetinmeyen bu lobilerin, Tevrat'a inanan Evanjelik Hıristiyanlarla da Büyük İsrail Projesi doğrultusunda ciddi bir Siyonist ittifakı oluşturdukları görülmektedir.
Dünyanın Merkezi Üzerindeki Projeler
Bu proje, Osmanlı İmparatorluğu'nun hasta adam düzeyine geldiği 19. yüzyılın ortalarında Yahudi asıllı İngiliz Başbakanı Benjamin Disraelli tarafından hazırlanmış olan, "Dörtlü Konfederasyon" planının yeni bir versiyonu olarak devreye girmiştir. Osmanlı İmparatorluğu merkezi gücünü kaybederek sarsılmaya başladığı bir aşamada; Rus İmparatorluğu ile İngiliz İmparatorluğu dünyanın merkezi devletini hasta adam olarak ilan etmişler ve bunu paylaşmak için birbirlerini yoklamaya başlamışlardır. Bir Yahudi başbakanın yönetimindeki İngiliz İmparatorluğu, Siyonizm’in ana hedefi olan İsrail'i kurmak ve bu doğrultuda Yahudileri Filistin'de toplamak olduğu için, bu amacı da gerçekleştirecek bir planı, dünya dengelerini dikkate alarak yavaş yavaş uygulamaya başlamışlardır. 20. yüzyıla kadar dünyanın batısını keşfetmeye uğraşan insanlığı yeniden dünyanın doğusuna yönlendirme noktasında oryantalizm çalışmaları başlamış ve dünyanın bütünleştirilmesi noktasında, Batı'nın yanı sıra Doğu'nun da kontrol altına alınması gereği ortaya çıkmıştır. Batı'nın egemen gücü bu doğrultuda. Dünyanın merkezi alanına sahip çıkmak istemiş ve Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra meydana gelen otorite boşluğu alanında yeni bir siyasal yapılanma planlanmıştır.
Günümüzde Ortadoğu'ya Batı'dan gelen güç Avrupa kıtasından değil ama Amerika kıtasından gelmekte ve bir Atlantik ittifakı doğrultusunda kendisinden önceki Atlantik gücü ile ortak bir girişim çerçevesinde, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra meydana gelen otorite boşluğu alanını doldurmak üzere devreye girmektedir. İngiltere'nin eski Osmanlı alanında meydana gelen otorite boşluğunu "Şark Meselesi" olarak ilan etmesi ve bu sorunu çözmek üzere Dörtlü Konfederasyon olarak bir "Yakın Doğu Konfederasyonu" kurmak istemesi, Atlantik gücünün dünya hegemonyasına dönüşebilmesi için yüz elli yıl önce yapılmış bir plandı. 20. yüzyıla kadar dünyayı "güneş batmayan" bir imparatorluk olarak yöneten Britanya Krallığı, iki dünya savaşı sonrasında gücünü kaybedince yerine onun yavrusu ve varisi olarak Amerika Birleşik Devletleri geçmiştir. İkisi de Atlantik gücü olduğu için Atlas Okyanusu'ndan bu bölgeye baktıkları zaman, dünyanın merkezinin Avrupalı ve Asyalı güçlere bırakılmaması gerektiğini görüyorlar ve kendilerinin dünya hegemonyası doğrultusunda dünyanın merkezine gelerek, burada kendi güçlerinin merkezde yer alacağı bir bölgesel konfederasyon kurmayı planlıyorlardı.
İngiltere açısından, Osmanlı İmparatorluğu çöktüğü zaman meydana gelen otorite boşluğu alanının, başka bir güce bırakılmaması gerekiyordu. Bu noktada; Almanya'nın doğuya ilerlemesi, Rusya'nın güneye inerek sıcak denizlere ulaşması, Arapların bir araya gelerek bir Arap Birliği Konfederasyonu kurmaları, İran'ın önderliğinde Abbasi ya da Emevi İmparatorluğu benzeri yani bir İslam Birliği Konfederasyonu oluşturulması, Osmanlı topraklarında yaşayan Türklerin yeniden eski Selçuklu İmparatorluğu alanına yönelerek bir Türk Birliği yapılanması yaratması, ya da Asya'nın büyük güçleri olan Rusya, Çin ve Hindistan'ın sahip oldukları milyonlarca Müslüman nüfustan yararlanarak bu bölgeye sahip olmalarının önlenmesi gerekiyordu. Aynı şekilde, İtalya'nın Doğu Akdeniz'de yeni bir Roma İmparatorluğu arayışının, Fransa'nın 11. yüzyılda Filistin'de kurduğu Latin Devleti planı ve bu doğrultuda Ermenileri kullanarak ve Hıristiyan Süryanilerden yararlanarak, Suriye Devleti ya da Büyük bir Ermenistan yapılanmasını gündeme getirmesinin de önlenmesi gerekiyordu. İngiltere merkezli dünya, Osmanlı sonrasında ortaya çıkan Şark sorununun çözümü için Dörtlü Konfederasyon planını gündeme getiriyordu. Bu doğrultuda; Balkanlarda, Anadolu'da, Kafkasya'da ve Ortadoğu'da etnik topluluklar ve cemaatlerden oluşan küçük devletlerin federasyon kurmasını ve oluşacak bu dörtlü federasyonun daha sonra "Yakın Doğu Konfederasyonu" adı altında İngiltere'nin güdümünde, İstanbul merkezli bölgesel yapılanmaya götürülmesini hedefliyordu. Bir anlamda İngiltere, Anglosakson egemenliği üzerinden yeni bir Bizans Projesi'ni devreye sokuyordu.
Eğer I. ve II. Dünya Savaşları sonrasında, Büyük Britanya İmparatorluğu eski gücünü koruyabilseydi; Londra merkezli dünya yapılanması çerçevesinde Yakın Doğu Konfederasyonu Osmanlı sonrasında bir siyasal merkez olarak gerçekleştirilecekti. Yeni yükselen güç olarak Almanya'nın tasfiye edilmesinde İngiltere çok zorlanınca; II. Dünya Savaşı sonrasında yenidünya yapılanması. Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği dengesinde yeni bir dünya düzeni, soğuk savaş aşaması olarak gündeme geliyordu. Soğuk savaş yıllarında İngiltere'nin yerini bütünüyle Amerika alıyor ve dünyadaki İngiliz egemenliği ile kurulmuş olan Atlantik inisiyatifi düzeni, Amerika'nın denetimi altına giriyordu. İşte bu aşamada, ABD, II. Dünya Savaşı'nın hemen sonrasında geleceğe dönük yeni bir plan hazırlayarak; Sovyetler Birliği'nin yıkılmasından sonraki dönem için yavaş yavaş yeni girişimlerde bulunuyordu.
Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği macerasıyla hem Türkiye hem Avrupa kamuoyu oyalanırken; ABD'nin soğuk savaş sonrası için geliştirmiş olduğu Büyük Ortadoğu Projesi hazırlanıyordu. II. Dünya Savaşı sonrasında bölgeye gelen ABD, Filistin'de İsrail devletini kurdurduktan sonra, İsrail merkezli bir Büyük Orta doğu için çaba göstermiştir. Bu doğrultuda, Türkiye'nin NATO'ya girmesinden yararlanılmış; Türkiye Cumhuriyeti'nin ülkesi, Amerika'nın bölgeye girişi için bir giriş kapısı konumuna getirilmiş; İncirlik ve benzeri NATO üsleri ABD merkezli dünyanın güvenlik arayışı çerçevesinde kullanılmıştır. Türkiye Atlantik İttifakı'nın, bölgeye girişinde merkezi üs olarak kullanılırken, "stratejik müttefik" olarak ilan edilmiş ve böylece ABD planlarına uyumlu olması sağlanmış ama aynı zamanda bölgenin merkez ülkesi olması nedeniyle, Atlantik İttifakı'nın bölgede gerçekleştirmeye çalıştığı yeni siyasal düzene uyum için dönüştürülmeye de çalışılmıştır. İsrail'in büyük bir bölgesel federasyona dönüşebilmesi için; Türkiye Cumhuriyeti, Avrupa kapısında, Avrupa Birliği ilkeleri doğrultusundaki uygulamalarla dönüştürülmeye çalışılmış; Türkiye, Avrupa'ya tam üye olabilmek için uyum programları çerçevesinde birçok ödün vermiş ama buna rağmen Avrupa Birliği'nin dışında kalmıştır. Avrupa'ya giremeyen Türkiye, üye olma sürecinde vermiş olduğu ödünlerle yapısal bir dönüşüm içine sürüklenmiş ve bu aşamada İsrail merkezli bölgesel yapılanmanın istediği gibi, Büyük İsrail Projesi'ne uygun bir duruma getirilmiştir. İsrail de tıpkı İngiltere gibi, küçük küçük eyaletlerden oluşacak devletçiklerin bir araya gelmesinden oluşacak bir bölgesel konfederasyon arayışını gerçekleştirmeye çaba göstermiştir. Bu plan doğrultusunda Kürdistan'ın kuruluşu gündeme gelmiş, İsrail'in organizasyonu ve ABD'nin desteği ile bölgeye yeni bir devlet olarak getirilen Kürdistan projesi fiilen zorlanarak kurulmuştur.
ABD merkezli Ortadoğu Projesi; İngiltere'nin alternatifi olarak Osmanlı alanını düzenlemek değil, Sovyetler Birliği'nin çökmesinden yararlanılarak dünyanın tek süper gücü olarak hegemonyaya dayanan küresel bir düzen kurmak olduğu için; Osmanlı hinterlandı merkez alındıktan sonra buna dünyanın merkezi belgesinde bulunan İslam coğrafyası da eklenmiştir. Fas'tan Endonezya'ya kadar, bütün Kuzey Afrika, Orta doğu, Kafkasya, Orta Asya ve Güney Asya İslam coğrafyası olarak bu projenin içinde yer almıştır. Osmanlı'dan kalma önemli bir Müslüman nüfus barındırdığı için Balkanlar'ı da bu Müslüman coğrafyasına eklemek mümkündür. Bosna ve Arnavutluk gibi Müslüman ülkelerin halkının dinlerine sahip çıkması, Osmanlı mirasının Balkanlar'da günümüze kadar devam etmesini sağlamıştır. Bu kadar geniş bir alana yayılan Müslüman ülkeleri tek bir projenin denetimi altında kontrol etmekte zorlanınca, bu kez ABD, projenin adını değiştirerek; Genişletilmiş Kuzey Afrika ve Orta doğu adı altında yeni bir proje uygulamasını gündeme getirmiştir. Amerika böylece, İngiltere'nin Şark Meselesinin çözümü için hazırladığı, dört federasyona dayanan Yakın Doğu Konfederasyonu yerine, gene Osmanlı ülkesini merkez alacak ama doğu ve batıya doğru genişleyen ve Müslüman ülkelerin hepsini kucaklayan bir hegemonya projesini; "Büyük Ortadoğu" adı altında devreye sokmaya çaba gösteriyordu.
.....
Yazının devamı için tıklayınız
.....