BOLŞEVİK İHTİLALİNİ BAŞLATAN SÖZLER:
CLEBA, CLEBA!.. (Ekmek! Ekmek!)
Çarlık Rusya’sı birçok kez ihtilalle yüz yüze gelmiştir. Ancak her seferinde çarlık düzeni baskın çıkmayı başarmıştır. Mesela, Japonya karşısında alınan ezici yenilgi, yeni ihtilal girişimini tetikledi ama yönetim girişimi bastırmayı başardı. 1905’den sonra toplumsal çalkantılar hiç durmadı. Ne zaman ki pazar yerinde hamile kadınlar canhıraş bağırmaya başladı, o gün başlayan olaylardan sonra ihtilalin önü alınamadı.
Ocak 1917’de, Petrograd’ta Kanlı Pazar olayının yıldönümü münasebetiyle, savaş aleyhine ve yiyecek sıkıntısını protesto amacıyla nümayiş düzenlendi. Nümayişi grevler takip etti. Bunların hiçbiri beklenen sonucu doğurmadı ama toplumu biraz daha ısıttı. Günün birinde çocukları açlıktan ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalan kadınlar fırınların önünde toplanıp “chleba, chleba!” (ekmek, ekmek!) diye bağırmaya başlayınca halk hareketi çığ gibi büyüdü. İsyancılar Petrograd hapishanesini basıp mahkûmları saldılar. Olayların önü alınamıyordu. Üstelik isyanı bastırmakla görevli askerler de kitleler halinde isyancılara katılıyordu.
Rus tarihinin bu dönüm noktasını anlamak önemlidir. İsyanlar, o zamana kadar çarlık düzenini yıkmak amacıyla kurulan irili ufaklı örgütler sayesinde değil, bilâkis, bu örgütlerin küçümsediği ahalinin, insanlık tarihi boyunca sık sık karşılaşılan bildik isyan biçiminde hareket etmesi yüzünden çıkmıştı. Örgütlü bir karar, teşebbüs, irade ve yönetim olmadan, erzak bulamayan halkın bir pazar yerinde bağıra çağıra yağmaya başlamasıyla ortaya çıkıp çığ gibi büyümüştür. Sonunda otoritenin kalmadığı Rusya’ya örgütlü Bolşevikler egemen oldu.
SOVYET SİSTEMİNİN ÇÖKMESİNİN NEDENİ HALKI BESLEYEMEMESİDİR
Çarlık Rusya’sının yıkılışı gibi, Sovyet Rusya’nın tarihe karışmasında da açlığın büyük rolü vardır. Her iki yıkılışın aynı nedenle tetiklenmiş olmasının nedeni, üzerinde kurulduğu coğrafyanın, hayat şartları bakımından iklim şartlarına çok hassas olmasıdır.
SSCB’nin çöküşünden sonra kurulan Boris Yeltsin hükümetinde ileri gelenlerden biri olan Yigor Gaidar, rejimin yıkılmasının arkasındaki nedenin “halkı besleyememek” olduğunu açıklamıştı. Gerçekten de Rusya’da 60’lardan bu tarafa kronik bir kıtlık durumu vardı. Söz konusu kıtlık, Stalin’in 1920’lerde başlattığı sanayileşme programı anlayışı yüzünden önlenemez bir hal almıştır. Yeni sistemde sanayi işçileri değerliydi, köylüler ise pek bir değer ifade etmiyordu.
Kruşçev, Stalin’in ölümünden sonra 1953’de iktidara geldiğinde tahıl üretimi, yüzyılın başına göre yüzde 20 oranında azalmış, buna karşılık nüfus epey artmıştı. Tarımdan elde edilen ürün kentleri dolduran sanayi işçilerini doyurmak için kullanılıyordu. Üstelik kentlerin besin ihtiyacı her geçen gün artarken tarımsal üretimde gerileme sürüyordu. Bir başka deyişle, kentleşme ile tarım ürünlerine talep artarken tarım sektörü buna cevap veremiyordu. Bu yüzden 1963’den sonra, SSCB tahıl ithal etmeye başladı. Ülkenin altın stoklarından üçte biri demek olan 372 ton altını satarak tahıl ithal etti. Bu durum aralıksız devam etti ve 1980’lerin ortalarında SSCB, dünyanın en büyük tarım ithalatçısı haline geldi. Oysa yüzyılın başında en büyük tahıl ihracatçısıydı. Bu ürkütücü gidişat karşısında uzun vadeli ithalat antlaşmaları yaptı. Söz konusu antlaşmalara göre, ABD, her yıl 9 milyon ton, Kanada 5 milyon ton ve Arjantin ise 4 milyon ton tahıl göndermeyi garanti etti.
Söz konusu ithalat artışı, SSCB’yi dış kredi bulmaya, altın stoklarını da daha da eritmeye zorladı. Bu noktaya sanayi üretimini artırmak isterken gelmişlerdi ama sanayi üretimi de diğer ülkelerin mallarıyla rekabet edebilir düzeyde değildi.
Durum kronik bir hal aldıkça besin fiyatları alabildiğine yükseldi. Rejim o zamana kadar uyguladığı yanlış politikalarla ülke tarımını halkı besleyemez noktaya kadar geriletmişti. Oysa Sovyet bürokrasisi – memurlar ve askerler – özel açılmış dükkânlardan indirimli fiyatlarla gıda maddesi satın alabiliyorlardı. Sınıfsız toplum kurmak iddiasıyla kurulmuş olan rejimde, yeni bir sınıf türemiş, tabandaki halk terk edilmişti. Bu yüzden, halk arasında devlete ve bürokrasiye karşı bir hınç ortaya çıkmıştı. Yönetim, durumun ve tırmanışının farkındaydı ama bir çare bulamıyordu; uzun yıllardır sürmekte olan yanlışlar yüzünden iyice kapana kısılmıştı. Ne yaptılarsa tarımsal üretimi artıramadılar ve hızla çöküşe doğru ilerlediklerini bilmelerine rağmen bir yol bulamadılar.
Kanaatimce, Orta Doğu’daki Arap-İsrail Savaşları’nda Rusya’nın katalizör rol oynamasının arkasında, petrol fiyatlarının artırmak için bir yol bulmak gayreti yatar. Nitekim 1973 Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan petrol fiyatlarındaki muazzam artış (1. Petrol Şoku), Sovyetlerin can simidi olmuştu. Petrol gelirleri sayesinde hem tarımsal ürün ithalatını finanse edebildi hem de silahlanma yarışında büyük atılımlar yapabildi. Rejim, petrol fiyatlarının düşmeyeceği beklentisi içinde kararlar veriyordu. Hatta fiyatların daha da yükselmesi beklentisi de vardı. Söz konusu beklentinin verdiği cesaretle, borçlanabildiği kadar borçlanma politikasını da aralıksız sürdürdü. Soğuk Savaş’ın içindeydi, üstelik gerilimi tırmandıran politikalar da yürütüyordu. Ne var ki, en büyük stratejik eksiği olan beslenme sorununda düşmanlarına bel bağlamıştı.
Beklentilerin tersine, bir zaman sonra petrol fiyatları hızla düştü ve Sovyetlerin bütün petrol geliri dış borçların faizlerini ancak karşılayacak duruma kadar geriledi. Üstelik 1989-90’da tahıl hasadı dünyanın her tarafında gerilemişti. Buna bağlı olarak, tahıl fiyatları bir kez daha yükseldi. Sonuçta Rusya, borçlarını ödeyemez duruma düştü ve dünya piyasasından mal alamaz duruma geldi. Sadece ekmek değil, şeker, pirinç, yağ ve tuz bile ithal edilmesi gerekiyordu. Söz konusu gıda maddelerini alabilmek için dükkânların önünde uzun kuyruklar oluşmaya başladı.
1991’de Gorbaçov’un yardımcılarından biri güncesine şunları yazmış [4]:
“… Ülkede ekmek bulunması artık hayali bir şeye dönüştü. Dışarıdan ekmek satın almak için sağlam para ve kredi bulma imkânlarımızı tüketmiş bulunuyoruz. Bu da yetmezmiş gibi artık kredi vermeye değer bir ülke olmaktan çıkmış durumdayız… Aracımla Moskova’yı gezindim… Fırınlar ya kapılarına kilit vurulmuş bir halde ya da korkunç bir şekilde boşaltılmış durumdaydı.”
Sovyet rejimi işte o yılın son günlerinde (26 Aralık 1991) son buldu. Kuruluşu ekmek yokluğunda olmuştu, yıkılışı da aynı nedenle oldu.
Makalemize son olarak şu hususu eklemek isterim:
Nüfusu hızlı artan ülkelerde, tarım politikalarının doğru ve tarih tecrübesi göz önünde bulundurularak belirlenmiş olması gerekir. Bunun yanında, tarımsal üretimi olmayan ya da çok az olan birçok ülkede nüfus yüzde 3 dolayında artmaktadır. Bu göstergeler, yakın gelecekte küresel kargaşaya doğru yol alınmakta olduğunu gösterir.
Ülkemizde de tarım ürünleri ithalatı her geçen yıl artmaktadır. Büyük bir hayvancılık potansiyeline sahip olmamıza rağmen hayvan yemini bile ithal ediyoruz. Mısır ithalatındaki tırmanış buna tipik örnektir. Birçok yörede tarlalar ekilmemektedir. Eğer tarım sektöründe yapısal reformlar daha fazla geciktirilirse ileride ülkemizi çok büyük tehlike beklemektedir. Sovyetlerin ithalatı finanse edemediği için yıkılışı tipik örnektir. Bu konuda daha birçok şey söyleyebiliriz. Ancak dergimizin çerçevesi dışına çıkmamak adına hem dünyayı bekleyen yakın tehlikeye hem de ülkemizi bekleyen yakın tehlikeye değinmekle yetiniyoruz.
...
[4] Tom Standage, İnsanlığın Yeme Tarihi, Maya Kitap, sayfa 238
...
..
Sayın Hocam her iki yazınızı da okudum. Teşekkürler.