Birinci dünya savaşı sırasında yeni bir dünya düzeni kurulurken, Türk dünyası Rusya aracılığı ile Sovyetler Birliği’nin egemenliğine terk edilmiş ve Türk devleti batı dünyasının ileri karakolu haline getirilerek sosyalist sistemin sınır bekçisi konumunda kullanılmıştır. Türk devleti Türk dünyasından ayrı tutularak ve batı blokunun doğu kapısı konumuna getirilerek, merkezi alandaki siyasal dengelerde bir batılı güç konumunda kullanılmaya çalışılmıştır. Jeopolitik biliminin ortaya koyduğu veriler doğrultusunda Slavlar, Hintliler ve Çinliler’in büyük imparatorluk devletleri çatısı altında bir arada yaşamalarına izin verilirken, yeryüzü haritası üzerinde yaşamaya çalışan Türk topluluklarının ortak bir çatı altında bir Türk imparatorluğu statüsünde büyük bir birliktelik kurmalarına izin verilmemiştir. Muhtemel bir üçüncü dünya savaşı senaryosu doğrultusunda geliştirilen orta dünya plan ve projelerinde büyük Türk Birliği projesi belirsiz bir geleceğe doğru ertelenirken , ABD ve İsrail ikilisinin planları doğrultusunda Büyük Orta Doğu ya da Büyük İsrail projelerinin önü açılmış ama Büyük Türkiye adını alacak bir Büyük Türk Birliği’nin önü doğu, güneydoğu ve de doğu Karadeniz bölgelerinde yer alacak farklı din ve etnik kimlikler üzerinden eyalet devletleri oluşturma projesi ile kesilmeye çalışılmıştır. Türk Birliği önlenirken, ülkedeki milli potansiyel ve bunların örgütleri Yeni Osmanlıcılık düşünceleri ile oyalanmaya çalışılmıştır. Tarihte kalmış eski koşulların ürünü olan bir Osmanlı devletinin yeniden kurulacağı görüşleri ile merkezi coğrafyada Türkiye merkezli bir büyük birliktelik ya da Büyük Türk Birliğine giden yollar engellenmiştir. İkinci dünya savaşı sonrasında kurulan İsrail devletinin merkezi alana yerleşmesiyle, Türklük olgusu ve Türkçülük akımları durgunluk ortamına doğru kaydırılırken, bunların yerine Yeni Osmanlıcılık adı altında Osmanlı döneminden kalma özlemler siyaset sahnesinde bir amaç ya da hedef olarak ortaya konularak, Türklük çizgisinde geleceğe hazırlanması gereken Türk asıllı topluluklar, yeniden Osmanlıcılık hayallerine doğru yönlendirilmiştir. ABD ve İsrail ikilisi Yeni Osmanlıcılık kavramını kullanarak eskiden kalma Osmanlı ülkelerinin tamamını merkezi federasyon çatısı altında Büyük İsrail olarak bir araya getirebilmenin çabası içinde olmuşlardır. Bu doğrultuda Türkiye’yi İsrail’in de içinde yer aldığı eski Osmanlı ülkeleriyle birlikte ortak bir bölge devletine doğru zorlarlarken, Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğunun Türk asıllı kavim ve boylardan geldiklerini unutmuşlardır.
Rusya Federasyonu devlet başkanlığı baş danışmanı Aleksandr Dugin geçenlerde yayımladığı makalesinde bugünün gerçekleri karşısında Yeni Osmanlıcılık akımını incelerken, günümüz ılımlı İslamcı iktidarının eskiden Türk dünyasına fazlasıyla uzak dururken, bugünün koşullarında Afganistan sorununun öne çıkmasıyla birlikte Türkiye Cumhuriyetinin önemli bir tavır değişikliğine giderek yeni dönemde Türk dünyasına yakın dururken , geçmişten gelen bir Yeni Osmanlıcılık politikasına yönelmediğini açıkça ortaya koymaktadır. Soğuk savaş yıllarında batılı gizli servisler tarafında Sovyetler Birliğine karşı desteklenen Pan-Türkizm akımının, son dönemlerde Büyük İsrail projesi için yeniden canlandırılmaya çalışılan Yeni Osmanlıcılık girişimleri aracılığı ile eski hızını kaybettiği görülmektedir. Türk dünyası ile büyük bir birliğe gidebilecek Pan-Türkizm akımı ile Yeni -Osmanlıcılık akımı karşılaştırılırsa, tıpkı Osmanlı döneminde olduğu gibi etnik kimliklerin dışlanarak ikinci plana itildiği ama bunun yerine sürekli olarak Hristiyan Avrupa ile savaşarak canlı tutulan bir İslam kimliğinin, Yeni-Osmanlıcılık akımı aracılığı ile öne çıkarılarak Türk kimliği ve Türkçülük akımının devre dışı bırakılması olarak göze çarpmaktadır. Batı emperyalizmi Türkiye’yi sürekli olarak Rusya’ya karşı kullandığı için Türkçülük akımının yeniden canlandırılması girişimleri etkin olamayarak, siyasal gündemin gerisinde kalmıştır. Dugin son yazdığı makalesinde Batının eskisi gibi Türkiye ile Rusya’yı karşı karşıya getiremeyeceğini, I5 Temmuz olayı ile de batının Türkiye’deki ılımlı İslam iktidarını hedef alarak yıkmak istemesi karşısında, Rusya’nın zaman zaman Türkiye’yi desteklediğini ifade etmektedir. Rusya’nın bu aşamada ABD emperyalizminin önünü keserek tek kutuplu faşist bir dünya düzeni oluşumunu engellemeye çalıştığını öne süren Dugin bir jeopolitik uzmanı olarak, Türkiye’nin artık Nato’cu politikalara son vermesi gerektiğini de önemle vurgulamıştır. Ona göre Türkiye yeni dönemde emperyalizm yapmamak için Yeni Osmanlıcılık ile Türk dünyasına ya da Orta Asya bölgesine gidemez. Yeni dönemde Müslüman kimlikli Yeni Osmanlıcılık değil ama Rusya’nın uyguladığı Rus Avrasyacılığı’na benzer bir biçimde Türk Avrasyacılığı’nın uygulanması gerekmektedir. Türkiye özel bir önemle değil ama diğer dünya ülkeleri ile ortak hareket ettiği gibi normal bir davranış içinde olursa, o zaman Türk devletleri ile daha yakın ilişkiler kurabilir. Rus emperyalizminin temsilcisi olan Dugin, Türkiye’nin emperyalizme yönelmemesini ve Rusya ile karşı karşıya gelmeden yeni bir Avrasya stratejisi izlemesi gerektiğini söyleyerek Rus emperyalizminin temsilciliğini sürdürmektedir.
Georgeon isimli bilim adamı Türkiye’nin eski Osmanlı devletinin mirasçısı olarak büyük bir birikimi teslim aldığını ve bu nedenle Türkiye’nin bir ulus devlet değil ama bir ulus imparatorluğu olduğunu ileri sürmektedir. Rusya, Çin ve Hint yarımadasında olduğu gibi Anadolu yarımadasında da çeşitli halkların temsilcileri bir araya geldiği için Türkiye için de bir ulus imparatorluğu adının kullanılması söz konusu olabilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Türk kimliğini esas alan bir ulus devlet olmasına karşılık, Osmanlı döneminden gelen birçok farklı kimlikte insanın aynı ülkede toplanması ile uluslaşma süreci tamamlanamamış ve bu yüzden de Türk devleti tam anlamıyla ulus devlet konumuna gelememiştir. Bütün dünyada küresel şirketler ulus devletlere karşı girişimleri örgütledikleri için ulus devletlerin hem uluslaşma süreçleri tamamlanamamış, hem de bu devletlerin güçlenmeleri küresel şirketler aracılığı ile ekonomi üzerinden önlenmiştir. Küreselleşme dönemi ile birlikte bütün ulus devletler bazı sosyal, ekonomik ve siyasal krizlere, sürüklenmiştir. Küresel ekonomilerin ulus devletleri sarsması yüzünden, birçok yoksul ülke vatandaşı yollara dökülerek zengin ülkelere doğru göç hareketine yönelince, ulus devletlerin ulusal bütünlükleri bozulmuş ve dışarı giden göçmenler hem kendi uluslarının bütünlüğünü bozmuşlar hem de gittikleri zengin ülkelerin ulusal toplum yapılarını da çok kültürlü yapılanmaya sürükleyerek, ulus devletlerin insan unsuru olan ulusal toplumları parçalamasına giden yolu açmışlardır. Afrika’nın yoksulları göç ederken kendi ulusal yapılarını bozdukları gibi aynı zamanda Avrupa’nın ulus devletlerini de tehdit ederek çağdaş ulus devlet modelinin ortadan kalkmasına yardımcı olmaktadırlar. Balkan ve Kafkas bölgelerinde yaşanan azınlık sorunları tarihsel süreç içinde Türk dünyası ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal bütünlüğünü fazlasıyla bozarak, ülke birliğini tehdit etmiştir.
Yeni Osmanlıcılık akımı Türkiye’nin ve Türk dünyasının sorunlarını çözmede yetersiz kalmıştır, çünkü Osmanlı devletinin yıkılışını önlemek üzere önce Osmanlı aydınları Osmanlıcılık ilkesi ile Osmanlı milleti yaratmaya çalışmış ama bir imparatorluk olan Osmanlı devletinde yeni Osmanlıcılık siyaseti üzerinden bir Osmanlı milleti yaratılamamıştır. Bunun üzerine ikinci aşamada İslam dini üzerinden İslam milliyetçiliği ile Avrupa tipi bir İslam ulusu yaratılarak Osmanlı devleti bir İslam imparatorluğuna dönüştürülmek istenmiş ama bu girişim de bir millet yaratılması konusunda yetersiz kalmıştır. Bunun üzerine Osmanlı aydınları bir üçüncü millet denemesini Türkçülük ilkesi üzerinden gündeme getirmişler ve bu doğrultuda başarılı olmuşlardır. Rusya sınırları içinde yaşamakta olan Türk topluluklarının zaman içinde Balkan, Kafkas ve Anadolu bölgelerine göç etmeleri nedeniyle bu bölgelerde Türkleşme başlamış ve halk kitleleri arasında en çok benimsenen milli kimlik olma noktasına gelince, Türk milleti kimliği yaygınlık kazanarak imparatorluk sonrasında kurulan ulus devletin milli kimliği olmuştur. Türkler Osmanlıcılığı benimsemediği için Türk kimliğinde anlaşılmış ama küreselleşme sürecine geçilmesi sonrasında, ABD-İsrail ikilisi eski Osmanlı topraklarını Kudüs merkezli bir Büyük İsrail imparatorluğuna dönüştürürken, Yeni Osmanlıcılık kavramını yeniden piyasaya sürerek merkezi coğrafyada da din ağırlıklı bölgesel bir devletin Evanjelik tarikatının öne çıkardığı gibi kurulmasını hedeflemişler ama Atatürk’ün Türk milletine miras olarak bıraktığı laik-ulus devlet sayesinde bu tür bir emperyalist din projesi geride kalmıştır. Yeniden bir Osmanlı imparatorluğu kurulamayacağına göre Yeni Osmanlıcılık hareketi bölgedeki Osmanlı ülkelerini ve halklarını oyalamaktan başka hiçbir şeye yaramayacaktır. Asıl amaç Büyük Orta Doğu görünümlü bir Büyük İsrail imparatorluğunun kurulmasıdır. Yeni Osmanlıcılık kavramının böylesine emperyalist bir proje olarak kullanılmasına, Türk milletinin izin vermeyeceğini Osmanlı tarihi ortaya koymuştur. Osmanlılık tarih kitaplarında yer alan bir geçmişin öyküsüdür, Türklük ise yaşayan bir gerçekliktir.
Osmanlı tartışmaları ile Türklerin geçmişe yönlendirilmesine karşı çıkan Atatürk Türk milletinin atası olarak çok güçlü bir ulus devlet kurmuştur. Ne var ki, Hristiyan Avrupa kadar, Büyük İsrail’ci Musevi Orta Doğu ile birlikte Rusya, Hindistan ve Çin gibi doğu dünyasının gayrimüslim ülkelerinin ve de önde gelen Müslüman Arap ülkelerinin Atatürk’ün kurmuş olduğu laik ve ulusal çağdaş Türk Cumhuriyeti’ne karşı çıktıkları görülmektedir. Osmanlıcılığın kurtaramadığı Türk devletini en son aşamada Türkçülüğün kurtardığı gerçeği görülerek hareket edilirse, o zaman Yeni Osmanlıcılık ile Atlantik emperyalizmi ya da İsrail Siyonizm’ine alet olma gibi bir olumsuz durumdan Türk milleti kurtulabilecektir. Yıllarca Avrupa Birliği kapılarında bekletilen Türkiye’nin, çağdaş bir demokratik devlet olarak batı uygarlığı çizgisinde ilerlemek istemesine, ABD’nin tarikat mensubu Evanjelikleri ile İsrail’in Siyonistleri karşı çıkarken, Türkiye’nin bu doğrultuda yoluna devam edebilmesi için Kemalist kimliğini koruyarak hareket etmesi gerekmektedir. Bunun için de Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk’ün izinden gitmesi, Atatürk’ün cumhuriyet devleti modelini koruması ve kurucusunun ortaya koyduğu ulusal - üniter devlet modelinden vazgeçmemesi gerekmektedir. Bu durumu gören bazı batılı merkezler ise, Türkiye’nin bir Neo-Kemalizm politikasına gereksinmesi olduğunu açıktan dile getirmeye başlamışlardır. Türkiye’nin katı bir Kemalist cumhuriyet olmasına karşı çıkan batılı merkezler, Türk devletinin bir yumuşak güç olarak davranarak hem bölgesindeki hem de batılı merkezlerle olan ilişkilerinde daha dikkatli bir yol izlemesiyle başarılı olabileceğini öne sürmektedirler. Kemalist devletin laik yapılanmasının hiçbir biçimde dinsel kamu alanında tesettürü ya da dinsel gereklilikler çerçevesindeki toplumsal hareketleri tümüyle yasaklaması hiçbir zaman söz konusu olmamıştır. Ne var ki, batı emperyalizmine karşı Kemalizm her zaman antiemperyalist çizgide olmuştur ve laik devleti koruma yolunda da Orta Doğu ülkelerinden kaynaklanan şeriatçı girişimlere karşı da sağlam bir laiklik uygulamasına girerek, Türkiye’yi yeniden sömürge ya da orta çağ düzeni gibi geriye kaydıracak olumsuz gelişmelere karşı çıkmıştır. Yeni Osmanlıcılık oyunları ile Türkiye’nin siyasal düzeninin saptırılmasına da Kemalist sistem her zaman için karşı çıkarak çağdaş cumhuriyet yönetiminden hiçbir ödün bugüne kadar verilmemiştir.
Son günlerde tartışma alanına yeniden getirilen Neo -Kemalizm konusu iki binli yılların başlarında tartışılarak konu hakkında bir kamuoyu tespit edilerek bu durum ile ilgili değerlendirmede Kemalist toplum ve devlet kesimlerinde Neo-Kemalizm kavramına karşı çıkılmıştır. Bu satırların yazarı olan bir Kemalist bilim adamı, bu doğrultuda çeşitli çalışmalar yaptıktan sonra önce “Neo-Kemalizm” adı ile bir kitap hazırlamış ama batı emperyalizminin bir Neo-Kemalizm senaryosu olduğu öğrenilince bu kitaptan vaz geçilerek, yerine “Güncel Kemalizm” isimli bir kitap yayınlanmıştır. Türkiye’de bu konular üzerine tartışmalar yapılırken ve kitaplar yazılırken ilgisiz kalan batı kamuoyunun yeni gelinen aşamada bir Neo-Kemalizm arayışı içine girmesi, çok geç kalmış bir girişim olarak bugün sonuçsuz kalmaktadır. Küresel dönemde yıllarca Türkiye’yi baskı altına alan batı emperyalizminin daha sonra yeniden Türkiye ile arayı düzeltmek ve Türkiye’yi yeni dönemin koşullarında merkezi alanda gene çeşitli projelerde kullanabilmek amacıyla, Türklerin gönlünü alınıyormuş gibi pozitif görüntü yaratmak amacıyla, Neo-Kemalizm kavramı ortaya atılmaktadır. Kemalist Türkiye Cumhuriyeti açısından çeyrek yüzyıllık bir zaman diliminde geride kalan batı emperyalizmi bugün Büyük Orta Doğu ya da Büyük İsrail projelerinde, Türkiye’yi kullanabilme doğrultusunda anti emperyalizm kavramını durduk yerde öne çıkarmaktadırlar. Batılılar yıllarca Türkiye’yi baskı altında süründürdükten sonra, şimdi yeniden Türkiye’yi yanlarındaymış gibi göstererek, yeniden kendi çıkarları doğrultusunda kullanabilmenin çabası içinde görünmektedirler. Türkiye’nin ulusal çıkarlarının batılı emperyalistler ile karşı karşıya geldiği bugünkü noktada, Türkiye yeni dönemin koşullarına uyarak kendi çıkarları doğrultusunda yoluna devam edecektir. Batılı ülkeler eğer gerçekten Türkiye’nin dostları iseler o zaman kendi çıkarlarını koruma hakkının sadece kendileri için değil bütün insanlık için kabul edildiğini de iyi bilerek, haksızlıklara karşı kendi hakkını koruyan Türkiye gibi batı blokunun dışında bırakılmış ülkelerin de hak ve özgürlüklerini sonuna kadar savunacaklarını da iyi bilmek zorundadırlar. Atatürk kararlı bir antiemperyalizmi ile ulusal kurtuluş savaşını yaparak Türkiye’yi çağdaş uygarlık düzeyinin onurlu üyesi bir ülke konumuna getirmiştir.
Günümüzde Türkiye için Neo-Kemalizm olamaz çünkü, Kemalizm antiemperyalist, bir çizginin görüşüdür. Neo-Kemalizm ise batı emperyalizminin yeniden Türkiye’yi yanına çekerek kullanmaya çalışmasının savunulduğu bir karşıt görüştür. Merkezi coğrafyada bir tarafta Müslüman ülkelerin İslam dünyası, diğer tarafta da ABD’yi kontrolü altına almış olan Siyonizm’in dünya ülkelerine yayılmış olan kadrolarını yönlendiren İsrail yapılanmasının arasında kalan Türkiye ve Türk dünyası önümüzdeki dönemde, birlikte hareket ederek böylesine ağır bir çıkmazdan çıkabilmenin çabalarını göstereceklerdir. Batılı gizli servislerin Neo-Kemalizm kavramını kullanarak Türkiye ve Türk dünyasını eskiden olduğu gibi yeniden aldatmalarına, Türk ulusu kesin karşı çıkarak direnecektir. Zamanında Türkiye’ye karşı her türlü emperyalizmi uygulayan sömürgeci büyük devletlerin, yeniden Türkiye gibi bir ülkeyi kendi çıkarları doğrultusunda kucaklarına oturtarak kullanabilmelerini sağlayacak yumuşak görünümlü yeni emperyal oyunları, Türkiye’nin kabul etmesi artık mümkün değildir. Önümüzdeki dönemde yaşanacak çeşitli olaylar ya da gelişmeler karşısında, Türkiye artık çok daha dikkatli ve ilkeli bir tutum ve davranış içerisinde olması beklenmektedir. Bu doğrultuda Türkiye Neo-Kemalizm oyununa izin vermeyecektir. Ne var ki, Atatürk’ün ulusal kurtuluş savaşı verdiği zaman diliminden bugüne kadar bir yüzyıl geçmiştir ve bugün yeni bir dünya vardır.
Cumhuriyet kurulurken bu bölgede Sovyetler Birliği vardı ve İsrail yoktu. Bugün ise yüzyıllık zaman dilimi içinde Sovyetler Birliği gibi dünyanın en büyük devletinin dağılarak ortadan kalktığı, ama arkadan iki dünya savaşının sonucunda bölgede küçük bir İsrail devletinin kurulduğunu görmek gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti, çok önemli bir jeopolitik konuma sahip olan nevi şahsına mahsus orta boy bir devlettir ama jeopolitik konumunu kullanarak dünyanın büyük devletlerine karşı koyabilecek güce sahip olduğunu ulusal kurtuluş savaşı sırasında kanıtlamış olan gerçek bir devlettir. Bütün dünya ülkelerinin bu durumu görerek hareket etmelerinde dünya barışı açısından yarar vardır.