Süleyman peygamberden rivayet edilen şöyle bir hikâye vardır.
“Bir grup kuş, yere konmuş yemlenirken uzaktan bir insan görünür. Kuşların dikkati bir anda uzaktan gelen bu yabancıya yönelir ve ‘insanoğlu geliyor, kaçalım’ diye söylenmeye başlarlar. İçlerinden en yaşlı olan bilge kuş, şöyle bir kafasını uzatır ve ‘durun’ der; ‘bu gelen insanoğlunun üzerinde cübbesi var; belli ki bir din adamı… Ondan bize zarar gelmez.’
Bu teyidi alan diğer kuşlar, yemlenmeye devam ederler. Uzaklardan onlara doğru yaklaşan cübbeli yabancı, kuşları görüp elindeki asasını onlara doğru savurur. Kuşlardan kimi yaralanır, kimi ölür, çok azı da kurtulup uçar.
Bu olayın ardından saldırıya uğrayan kuşlar, Süleyman peygambere gidip o kişiyi şikâyet ederler. Süleyman peygamber kuşlara ‘evet, haklısınız; ben bu insana bir ceza vereyim ama ne ceza vereceğime siz karar verin’ der.
Bilge kuş, kendinden emin bir biçimde konuşur:
‘Biz onun üzerindeki cübbeye aldanıp onun inanmış bir din adamı olduğunu zannederek aldandık. Sen onun üzerindeki o cübbeyi çıkart ki, bizim gibi başkaları da aldanıp zarar görmesin!’”
Bu kıssa ne zaman aklıma gelse “45 erkek çocuğa tecavüz” haberini hatırlarım.
En başta şunu açıkça ifade edelim ki gerek siyasi gerekse doğrudan devlet desteği bulunmayan hiçbir cemaat büyüyüp güç elde edemez. İktidar- tarikat ve cemaatler ilişkisi başta olmak üzere iktidarın her tür ilişkisindeki “ben seni göreyim (besleyeyim), sen de beni gör (destekle)” sisteminden halen medet ummak bir tercihtir şüphesiz ama bunun sosyal felakete yol açtığı ortadadır. Ayrıca bu sistemin, 100 yıllık cumhuriyetin altına dinamit değil atom bombası konulması demek olduğu da kaskatı bir gerçek.
Geldiğimiz nokta, ortak geleceğimiz için bir kırılma noktasıdır.
Gerek inançsal gerekse siyasî liderlere kapılanıp cemaat ve grup gettolarımıza sığınmak yerine, laik, sosyal, hukuk devletinin bedeni olan cumhuriyet şemsiyesi altında “fikri hür, vicdanı hür” bireyler olarak ayakta durabilsek, ilave reçetelere ihtiyaç duymaksızın birçok sosyal hastalığımızdan kurtulabiliriz kanaatindeyim. Sen marabalığı kabul edersen kişi de ağalığa soyunur elbet. Sonuçta o da senin kadar “sadece insan.”
Siyasî ve dinî açıdan tek adama biat, doğu ve bilhassa Ortadoğu toplumlarının iyileşmeyen hastalıkları…
İran şahının iktidarı sallandığında birçokları İran’a artık tek adamlıktan uzak demokratik bir düzenin geleceğini umarken, tarihçiler şu tespiti yapmaktaydı:
“İran, ‘bir kişiye biat etmekten’ asla kurtulamaz; adı şah olmaz da başka olur… Kişi de düzen de değişebilir ama söz konusu ‘şahsız olamama durumu’ değişmez.”
Nitekim kısa süre sonra İran’da Humeyni bir başka isim ve şekille tek adamlığa devam etmiştir.
Akıl kullanılmazsa, isimler değişir, bağımlılıklar değişmez. Sonunda da bağımlı, acılar içinde ölür gider!
Bu bağımlılığın tedavisi yok mu? Elbette var. Her ne kadar doğru işletemesek de karşıtlarına iktidar verip orada tutsak ta gerekli reçeteye zaten 29 Ekim 1923’ten bu yana sahibiz. Yemek bir süredir yemeklikten çıksa da reçete halen orada.
İşin inançsal çözümü de aslında inancın içinde. Kişiye şah damarından da yakın olduğu söylenen Allah’ın dininde ruhbanlık var mıdır?
Her bir tarikat ve cemaat, “en cennetlik benim” iddiasıyla kendi grubundan olmayan kim varsa “kafir” ilan ederken birileri onların söz sahibi olduğu bir düzeni hayal ededursun…
Bu kafada ısrar edilirse…
Bu kısır döngü içerisinde zarar görenlerin listesi kuşlarla sınırlı kalmaz.
...
Haftanın Notu:
Anayasa Mahkemesi kararlarını yok saymak, hukuk devletinin yok sayılması dolayısıyla cumhuriyetin askıya alınması demektir. Mesele Can Atalay yani kişi meselesi değil hukuk devletinin varlık meselesidir. Adaletin olmadığı yerde kalkınma olmaz; devlet hiç olmaz.
Geçen hafta Suudi Arabistan’da yaşananlar, tepeden emirle (“bir şeyin yapılması ‘talimatını ver’, yutulursa ‘ben yaptım’ deyip sahiplen, yutulmazsa ya da işler kötü giderse ‘haberim yok’a yat, bir günah keçisi bul, emrindeki uçsuz bucaksız medya havuzundaki kimi karakterleri onun üstüne sal ve kendin sıyrıl’” düzeneğini artık görmemiz gerek!) TFF tarafından hayata geçirilmeye çalışılan bir rezaletti.
Atatürk, yapılamayan maçta Fenerlilerle Galatasaraylılar başta tüm futbol camiasını birleştirdi de, sağdan soldan kimi aydınları birleştiremedi ya… Yanarım yanarım, ona yanarım!..
Çoğumuzun aklındaki, muhalefetinden tut sağdan sola tüm aydınlara kadar, bu ülkede yaşayan hatta gelecekten kaygı duyan herkesin üzerinde düşünmesi gereken hatta kendine batırması gereken iğne misali o soruyu bir de ben sorayım:
Atatürk gibi bir “birleştirici ana fikir” varken, 23 senedir bu iktidar neden?