Yıllar geçip yeni dönemler gündeme geldikçe, Kıbrıs sorunu için de yepyeni çözüm önerileri ve bu doğrultuda hazırlanmış olan paketler ile protokoller ileri sürülmektedir. İngiltere’nin Kıbrıs’ı işgal etmesinden sonra Kıbrıs adası dünya konjonktürü içerisinde her zaman en önde gelen sorunlardan birisi olmuştur. Dünyanın merkezindeki büyük devlet olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesinden sonra, eski imparatorluk toprakları üzerinde kendi hegemonyasını oluşturmak isteyen bütün büyük devletler, farklı senaryolarla merkezî coğrafyaya girmişler ve bu doğrultuda da merkezi bölgenin tam ortasında yer alan Kıbrıs adasının geleceği için de birbirinden çok farklı emperyalist politikaları uygulamaya çalışmışlardır. Küresel konjonktür değiştikçe, yeni dünya güçleri ya da süper devletler emperyalist vizyon ile siyaset sahnesinde yerlerini aldıkça, bu durumdan en çok etkilenen bölge Orta doğu olmuş ve zaman değiştikçe birbirinden çok farklı senaryolar ile politikalar bölge ile beraber Kıbrıs adası üzerinde yönlendirilmiştir. Kıbrıs adası bugün gene yeni bir dönemin ortaya çıkan koşulları doğrultusunda emperyal güçler tarafından, kendi çıkarları doğrultusunda, bir yerlere doğru sürüklenmeye çalışılmakta ve bugünün önde gelen emperyalist devletlerinin çıkarları sanki sorunun çözümü için bir formül gibi sürekli olarak çeşitli yollardan kamuoyuna ve Türk tarafına empoze edilmektedir. Kıbrıs adasının tarihi bugün karşılaşılan durumun benzeri birçok örnek girişim ile doludur ve ne yazıktır ki hiçbir çözüm önerisi Kıbrıs sorunu için kesin ve kalıcı bir düzen getirememiştir.
İngiltere’nin geçmişten gelen beş yüz yıllık hegemonya birikimi ile Batı dünyası küreselleşme aşamasında bir çözüm önerisi olarak Annan Planı’nı gündeme getirmiştir. İngiliz imparatorluğunun birikimi, Kıbrıs için bir kalıcı pakete dönüştürülmek istenmiş ve bu nedenle binlerce sayfalık Annan Planı Birleşmiş Milletler üzerinden gündeme getirilmiştir. Avrupa Birliği’ne Kıbrıs’ın bir ada devleti olarak zorla alınmak istendiği dönemde özellikle Türk tarafına dayatılan Annan Planı girişimi, Rusya Federasyonu’nun Ortodoks dayanışmasından yararlanarak, güney bölgesindeki Rum tarafına baskı yaparak olumsuz bir karar çıkarttırması ile akamete uğramıştır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Annan Planı’nı kabul etmemesine rağmen, Türk tarafına yapılan baskı ile alınan olumlu yanıttan yararlanılarak, Kıbrıs zorla Avrupa Birliği üyesi yapılmaya çalışılmış ve böylece açıkça Londra ve Zürih Antlaşmaları gibi iki önemli uluslararası hukuk belgesi çiğnenmiştir. Hiçbir biçimde kabul edilemeyecek bu çelişkili durum gene Batı’nın çıkarları için Türk tarafına zorla dayatılmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’yla beraber bir hegemonya çekişme alanı hâline dönüşen Ortadoğu’nun yanı başındaki Kıbrıs adası da çeşitli plan ve programların hedefi konumuna gelmiştir. Rusya’nın Kırım ve Kafkasya savaşlarını kazanarak Doğu Anadolu’ya girmesi üzerine Kıbrıs’ı hemen işgal eden İngiltere, bu adadan yararlanarak Osmanlı hinterlandında gelişmeye çalışırken, Fransa, İngiltere ile beraber hareket etmiş, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerika Birleşik Devletleri bölgeye gelirken, ABD desteği ile iki bin yıl sonra bir Yahudi devleti olarak İsrail kurulmuştur. ABD ve İsrail’in bölgeye gelişi ile beraber jeopolitik dengeler değişmiş ve bütün bölge ile beraber Kıbrıs da yepyeni bir konumun içine sürüklenmiştir. Irak’taki askeri rejimler Rusya’nın denetimine geçince, bölgede ABD ve SSCB arasında soğuk savaş gerginliği yaşanmış, sosyalist sistemin çöküşünden sonra da Amerika ordusu ile bölgeye gelerek önce Körfez Savaşı’nı daha sonra da Irak Savaşı’nı yürüterek, küresel emperyalizm saldırganlığı ile Orta doğu devletlerini karşı karşıya bırakmıştır. Avrupa Birliği bu aşamada, bölgede daha etkili olabilmek üzere, Kıbrıs adasının bir ada devleti biçiminde AB üyeliğine alınması için diretmiş ve bunun sonucunda da Annan Planı devreye sokulmuştur.
Soğuk savaş gerginliği içinde, Rusya Irak’a girince, bu ülkeden önce Suriye’ye daha sonra da Kıbrıs adasına girerek, Sovyetler Birliği’ne bağımlı bir siyasal yapılanma gerçekleştirmek istemiş, ne var ki önce Rum darbesiyle daha sora da Türkiye’nin Barış Harekâtı ile, SSCB’nin Kıbrıs’ı Akdeniz’in Küba’sı yapmasının önüne geçilmiştir. Osmanlı döneminden kalma ada üzerinde hak sahibi olan Türkiye’nin, bir NATO üyesi ülke olarak adaya askerî çıkartma yapması, Rusya’nın Kıbrıs’ı Küba gibi kendine bağlı bir sosyalist cumhuriyet yapmasını önlemiştir. Adadaki Türk varlığını Amerika ve İsrail, Ortodoks Hıristiyanlara, Ruslara ve Yunanistan’a karşı desteklerken, Rusya’da Kıbrıs’ın Ortodoks Rumlarını kendi kilisesi üzerinden denetim altına alarak, Kıbrıs üzerinden sıcak denizlere açılma stratejisini uygulamak istemiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılması yüzünden Kıbrıs bir sosyalist cumhuriyet olarak bu ideolojik kampa üye yapılamamış ama daha sonraki dönemde Avrupa Birliği’ne kesin olarak üye yapılarak, Ortadoğu’da ABD ve İsrail hegemonyasına karşı Avrupa Birliği’nin bir inisiyatif merkezi konumuna getirilmek istenmiştir. Bu hedef yüzünden, Londra ve Zürih Antlaşmaları bile çiğnenerek, açıkça uluslararası hukuka karşı çıkılmıştır. EOKA çetecilerinin Türk katliamı yüzünden adaya çıkmak zorunda kalan Türkiye, hiçbir zaman Kıbrıs’ta tam bir egemenlik peşinde koşmamış, Türklerin geçmişten gelen çıkarlarının koruyucusu olarak devreye girmiş, adada çatışmayı önlemek üzere bir Barış Harekâtı gerçekleştirmiştir. Türk ordusunun adaya gelmesinden sonra Kıbrıs’ta çatışma çıkmamış ve fiilî barış ortamı bugüne kadar devam etmiştir. Adadan Türk askerinin çekilmesini isteyenler önce bu gerçeği kabul etmek durumundadırlar.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Barış Harekâtı ile Kıbrıs’a bir sakinlik gelmiş ve eskisi gibi Türk-Rum çatışmaları görülmemiştir. Aslında, Barış Harekâtı ile Kıbrıs sorunu fiilen Türkler açısından çözüme kavuşturulmuştur. Adanın ikiye bölünmesi ve bu doğrultuda Türklerin kuzeyde Rumların ise güneyde toplanmalarıyla Kıbrıs iki devletli bir ada konumuna gelmiştir. Avrupa Birliği Malta adasında olduğu gibi, Akdeniz’in büyük adalarını ülkelerinden ayrı devletler hâline dönüştürerek içine almak istediği için, Fransa’ya bağlı olan Korsika adasının da bağımsızlığı ve tek bir ada devleti olarak Avrupa Birliği içinde yer almasını dolaylı yoldan desteklemektedir. Benzeri bir durum, Yunanistan’a bağlı olan Girit ile, İtalya’ya bağlı olan Sicilya ve Sardunya adaları ile İspanya’ya bağlı olan Balear adaları için de düşünülmektedir. Avrupa Birliği’nin Akdeniz’deki büyük adaları ayrı ayrı tek birer ada devleti biçiminde Birliğe üye yapma eğilimi en çok Kıbrıs’ta görülmektedir. Türkiye’nin üyeliğini sonsuza erteleyen Avrupa Birliği’nin Malta’da uyguladığı politikanın benzerini gündeme getirmek istemesi nedeniyle önemli ölçüde gerginlik tırmanmaktadır. Akdeniz’in Avrupa merkezli düzenlenmek istemesi, Kıbrıs’a Malta benzeri bir politika ile yansırken, Kıbrıs’ın farklı jeopolitik konumu, ada üzerinde Türkiye’nin, Türkiye üzerinden ABD ve İsrail’in, Yunanistan üzerinden de Rusya’nın hesapları ve sürdürmek istediği çıkarları görmezden gelinmektedir. Bu nedenle de Kıbrıs sorunu üzerinde bir türlü ortak zeminde çözüm arayışı gerçekleştirilememektedir. Taraflar bu durumu algılamadığı ve birbirlerinin konumu ile beraber diğer çıkarları hesaba katmadığı sürece de, Kıbrıs sorunu çözümsüzlüğünü sürdürecektir.
Avrupa Birliği’nin Kıbrıs üzerindeki tek devlet politikası yanlıştır ve gerçeklere aykırı düşmektedir. Dünyanın çeşitli bölgelerindeki adalara bakılırsa, tek bir ada üzerinde iki devlet yapılanması bazı yerlerde görülebilmektedir. Ayrıca, Amerika Birleşik Devletleri yüzlerce adadan oluşan Müslüman Endonezya’nın Timor adasını bölerek, bu adanın doğusunda kendisine bağlı bir Hıristiyan devletini Doğu Timor Cumhuriyeti statüsünde kurdurarak, Çin’e karşı kullanılan bir askerî üsse çevirmiştir. İrlanda adasında İrlanda Cumhuriyeti ile beraber Büyük Britanya’ya bağlı olan Kuzey İrlanda devleti yapılanması hâlen devam etmektedir. Ayrıca, Britanya İmparatorluğu’nun merkezi olan İngiltere adasında İskoçya ile Gal devletleri ayrı hukuksal varlıklarını sürdürebilmektedirler. Bu gibi örneklerin ortaya koyduğu üzere, her adada tek devlet olacak diye bir kuralın olmadığı görülmekte, her adada bölgenin koşullarını dikkate alan farklı siyasal düzenler kurulabilmektedir. Bu nedenle, Avrupa Birliği’nin Malta modeli, Kıbrıs için geçerli değildir. Ayrıca Fransa ve Yunanistan’da Korsika ile Girit üzerindeki haklarından vazgeçmemişlerdir. İtalya ise Sicilya ve Sardunya üzerindeki haklarını ısrarla sürdürmektedir.
Kıbrıs için her dönemde çözüm önerileri, Yunanistan, İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği gibi ülke ve merkezlerden öne sürülmüş ama bunların hiçbirisi Türklerin haklarını dikkate almadığı için bir siyasal çözüm üzerinden anlaşmak mümkün olamamıştır. Şimdiye kadar öne sürülen bütün planlarda Türklerin kazanılmış hakları göz ardı edilmekte iki devletli yapının kaldırılması empoze edilmekte, Türkler eskisi gibi küçük bir cemaat konumuna sürüklenmekte, Rumların kuzeye dönüşü kabul edilirken benzeri bir hak Türklere tanınmamakta, göçmen Türlerin geri gönderilmesi koşulu dayatılmakta, adada var olan Türk varlığının ortadan kaldırılabilmesi için ne gerekiyorsa hepsi ayrı ayrı maddeler hâlinde çözüm paketlerine konulmaktadır. Böyle olunca da Türk tarafı anlaşmaya yanaşmamaktadır. Hem adadaki Türk varlığını ortadan kaldırmak hem de Türklerin kazanılmış haklarını silmek için her yolu deneyenler, bu gibi gerçekçi olmayan düşüncelerini Türk tarafına kabul ettiremeyince Türkler olumsuz davranmakla ve çözümsüzlük istemekle suçlanmaktadırlar. Türkler sürekli olarak dışarıdan gelen baskılarla Kıbrıs’ta geri adım atmaya zorlanmaktadırlar. Ciddî hiçbir devletin kabul edemeyeceği gerçekçi olmayan öneriler çözüm için baskı ile kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin birer ayrı devletler olarak kendi ulusal ve hukuksal çıkarları olabileceği ve bunların da savunulabileceği bir türlü karşı taraflarca görülmek istenmemekte ve bu doğrultuda çözümsüzlük devam edip gitmektedir.
.....
Yazının devamı için tıklayınız
...