Türkiye Cumhuriyeti yüzüncü yılını geride bıraktıktan sonra yirmi birinci yüzyılın yollarında geleceğin dünyasına doğru bir gelişme göstermektedir. Milyonlarca yıl öteden gelmekte olan insanlığın sosyal ve siyasal birikimi bugünün insan toplulukları ile birlikte, var olan iki yüz civarındaki ulus devletlere de yön göstermekte ve bu doğrultuda insanlık bugün gelmiş olduğu önemli geçiş noktasında, gelecek için daha güvenli ve gelişmiş bir yol haritası üzerinde ilerleyerek gelişme yolunda emin adımlar ile ana hedefe doğru ilerleme mücadelesine devam edilmektedir. İleri doğru yürüyüş sürdürülürken ara sıra durarak geriye doğru bakılması, geleceğe daha yakın bir tutumu öne çıkarmakta ve geçmişten geleceğe uzanan insanlığın gelişimi süreci, böylece bir süreklilik halinde gündeme gelerek evrim olgusunu insanlık açısından insanlığın ulaşabileceği en ileri noktaya doğru taşımaktadır. Bu açıdan yeryüzünün kurallarına bakıldığı zaman sürekli bir işleyiş içinde bulunan çok büyük bir motora benzeyen doğal bir düzenin, evrenin mimarları tarafından işin başında kurulduğu anlaşılmaktadır. Doğanın mimarları ile birlikte evrensel düzenin öncülerinin bir arada öne çıkarak geleceğe dönük bir yapılanma içinde olmaları, insanlık için bir büyük şansı gündeme getirmektedir. Evrenin saati işlemeye başladıktan sonra binlerce ve milyonlarca yıl boyunca bir ilerleme süreci tamamlanmıştır. İnsanlık için gelişme ve büyüme evreleri birbiri ardı sıra belirli aşamalarda doğal ortam ya da koşul değişikliklerini insanlığa dayatırken, diğer mekanizmaların da devreye girmesi ile dünya topunun dönmesi ve ilerlemesi ile ilgili farklı bazı geçici durumların, bazen beklenmedik bir biçimde ortaya çıktığı görülebilmektedir. İnsanlık günümüzde hem süreklilik arz eden evrimsel gelişim ile uğraşmakta, hem de bu sürecin sürekliliğini sağlayan diğer dinamiklerin yansımaları ile yarışarak yeni bir dünya düzenine giden yolları gündeme getirebilmektedir.

Dünya da hızlı bir değişim süreci yaşandığı için her şey sürekli olarak değişmekte ama böylesine hızlı değişim süreçleri içinde değişmeyen ve gelecek için yön gösteren çeşitli durumlar ve kesişme noktaları da öne çıkarak yer kürenin biçimlenmesinde fazlasıyla etkili olabilmektedir. Her toplumun ya da milletin geçmişten gelen siyasal birikimlerinin yansıra, çok değişik faktörlerin aynı dönemde devreye girmeleriyle birlikte, bir çok beklenmedik gelişme gündeme gelebilmektedir. Türk siyasal alanına genel olarak bakıldığı zaman evrensel alanın içinden geçtiği bir değişim süreci içinde değişme ve buna bağlı olarak da dönüşüm olgusu bazen istikrarlı bir devamlılık ya da bazen da inişli çıkışlı bir süreçten geçerek uygulama alanında yepyeni bir oluşumun önünün açılması gibi gelişmeler öne çıkabilmiştir. Normal koşullarda beklenen değişim ve dönüşümler birbiri ardı sıra devreye girerken, bazen da beklenmedik iniş ve çıkışların değişim sürecine fazlasıyla etki yaptığı bütün dünyadaki var olan siyasal düzenlerde görülebilmektedir. Bu çerçevede Atatürk’ün cumhuriyeti ile birlikte başlayan devrim ya da değişim olgusu, geleceğin dünyasında insanlık için daha ileri bir yaşam düzeni kurmak açısından önem taşımaktadır. Yıkılan bir imparatorluğun küllerinden ortaya çıkarılan çağdaş Türkiye Cumhuriyeti devleti içinde bulunulan hızlı değişim süreci içinde ciddi anlamda yapısal dönüşümlere uğrarken, geçmişten gelen oluşumların ya da süreçlerin var olan esas yapıları bile bazen bozduğu görülmüştür. Normal koşullarda var olan değişim süreçleri, her yerde olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti devleti ya da siyasal düzeni üzerinde zamana uygun düşen bazı yenilikleri öne çıkarırken, gelmekte olan yeni yüzyılın önü açılmakta ve bu çizgide eskisinden çok daha farklı yepyeni bir oluşum Türk devleti üzerinde öne çıkmaktadır. Yıkılan bir imparatorluğun geride kalan toprakları üzerinde yaşamını sürdürmeye çaba gösteren Atatürk cumhuriyeti, tarihsel dönüşüm kuralları çizgisinde varlığı ile direnerek yok olmamış, aksine mücadele ederek geleceğe dönük bir biçimde kendisini güvence altına almıştır. Savaşlar yarattıkları sonuçlar ile bazı devletleri yıkarken, Osmanlı devleti de yıkılmış ama daha sonraki aşamada Türk milleti direnerek yeni cumhuriyet devleti ile yeniden var olabilmiştir. Osman bey ile başlayan imparatorluk devleti daha sonraki aşamada Atatürk ile temelleri atılan Türk ulus devleti aracılığı ile yoluna devam etmiştir. Birinci dünya savaşı ile birlikte uluslararası imparatorlukların sonu gelmiş ve cihan savaşı sırasında sürdürülen yoğun savaşlar sonrasında, imparatorluklardan ulus devletlere geçiş sağlanmıştır. Günümüz koşullarında dünya kıtaları üzerinde iki yüzden fazla ulus devlet kurulurken, dünya savaşı yarım kalmıştır. Ulus  devletler savaş sonrası koşullarda dünya sahnesine çıktıkları gibi  ayakta durmaya çalışırlarken, savaş sonrasında Asya kıtasının tam ortalarında bir din devleti olarak Musevilerin eski toprakları üzerinde yeni bir din devleti oluşturarak, yollarına devam etmeye çalıştıkları görülmüştür. Birinci cihan savaşı aracılığı ile  imparatorluklar ulus devletlere dönüşürken, bir de arkadan Siyonist bir din devletinin dünyanın tam ortalarında kurulması iki bin yıl öncesinde olduğu gibi, bir de din devletleri konusunu var olan siyasal savaş sürecine dahil etmiştir. Savaş yılları öncesinde Sovyet Rusya’da bir ideolojik imparatorluk kurulurken, bu büyük imparatorluk devletinin sağladığı geniş alan hegemonyasının, İslam dünyasının tam ortalarında farklı bir din devletinin kurulabilmesi açısından, elverişli bir ortam sağladığı görülmüş ve bu doğrultuda üç büyük kıtanın üzerindeki toprak parçaları yeniden düzenlenerek ulus devletlerin üç büyük kıta üzerinde daha dengeli bir siyasal yapılanmaya doğru yönlendirilmesi sağlanabilmiştir. Çağdaş ulus devletler sömürgelerin bağımsızlığı ve imparatorlukların alt kimlikçi eyaletlere bölünmesi aracılığı ile siyaset sahnesinde boylarını gösterirken, merkezi coğrafyanın tam ortalarında yer alan Atatürk’ün ulus devleti uluslaşma ve ulus devletler çağının en önde gelen siyasal organizasyonu olarak yeryüzü haritasının tam ortalarında yer alıyordu. İmparatorluk devleti modelinden bir ulus devlet yapılanmasına geçiş aşamasında, Atatürk’ün ulus devleti kurucu önderin sahip olduğu farklı özellikler üzerinden öne geçerek, yeni bir yapılanma süreci içinde uluslararası siyaset alanının yeniden dengelenmesi aşamasında önde gelen bir yapılanmaya doğru gelişiyordu. Kurucu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ortaya koyduğu ilke ve programlar doğrultusunda atılan adımlar aracılığı ile, yeni Türk devleti kendine özgü bir devlet modeline doğru gelişmeler gösterirken, Avrupa ve İslam dünyası karşılarında kurucu önder Atatürk’ün ortaya koyduğu bir Türk ulus devleti planı ile karşılaşıyordu.

Dünyanın jeopolitik merkezinde kurulmuş olan Atatürk Cumhuriyeti hem merkezi bölgenin özelliklerine hem de kurucu önderin sahip olduğu jeopolitik bilgi birikiminin etkilerinde kalarak, çok özel birikimlere ve özelliklere sahip bir devlet örneği olarak dünya sahnesindeki yerini alıyordu. Bu tür bir yapılanma kurucu önderin kişiliği ve yönlendirmesi, var olan diğer ulus devlet modellerinden çok daha farklı bir yapılanma ile öne çıkarak, o dönemin koşullarında yeni bir siyasal kamu düzeni yapılanması olarak ortaya çıkıyordu. Atatürk yeni kurulmakta olan devletin hem her şeyi hem de uluslararası siyasal alana çıkış noktası olarak öne çıkıyordu. Yirminci asrın yılları içinde ulus devletlerin kurucu önderleri öne çıkarken, imparatorluklara ve emperyalizme karşı çıkmakta olan ulus devletlerin hemen hepsi, kendi ülkelerinin jeopolitik yapılarına uygun düşecek bir yeni yapılanma arayışına giriyorlardı. Büyük devletler arasındaki siyasal çekişmelerin savaş alanlarına taşınması sayesinde, kurucu önderlerin isimleri ulus devletler üzerinden siyasal modellere dönüştürülmeye çalışılırken Mustafa Kemal Atatürk’ün dünya siyaset sahnesindeki özel ve önemli konumu, Türkiye için yeni bir siyasal kimlik getirecek kadar etkili oluyordu. Atatürk’ün sahip olduğu siyasal model ve kimlik üzerinden Tük devleti modern bir ulus devlet olarak gündeme geliyordu. Devlet başkanlığı ile kurucu önderlik sıfatlarının aynı yöneticinin aracılığı ile kişisel bir otoritenin ellerinde birlikte ele alınması, yeni kurulan ulus devletin modelini de kurucu önderin ismi üzerinden tanımlamaya doğru çekmesi, ulus devletler çağının savaşlar ile dolu olan sahnelerinde kurucu kadronun kahramanlıklarını da gündeme getiriyordu. Mustafa Kemal’in ulus devleti Kemalist Cumhuriyet olarak adlandırılırken, sadece devletin yeni kurulduğu yer ya da bölge değil ama aynı zamanda kurucu önderin kimliği üzerinden geliştirilen kalıcı bir model adı da devlet kimliğinin açıklanmasında ya da yansıtılmasında öne çıkmakta ve Kemalist devlet ya da cumhuriyet adları birbirini tamamlayacak biçimde kuruculuğu ve de yeni siyasal yapılanmanın tanıtılmasında, önde gelen bir simgesellik olarak etkin oluyordu.

Her devletin kurucu önderleri olduğu için bunlara özellikle büyük devletlerin başına geçmeleri gibi otorite ve yönetim birlikteliğinde, bunlara kurucu babalar adı verilerek, devlet yönetimine kurucuların adı üzerinden yeni bir kutsallık kazanımı kazandırılmaya çalışılmış ve daha çok batının önde gelen ulus devletlerinin kurucu babalar üzerinden zenginleştirilen prestijleri aracılığı ile, devletlerin merkezi konumlarının güçlendirilmesine çalışılmıştır. Ulusların simgesel bir yapılanmalar olması yüzünden zamanla ulus devletler zayıflayabilir ve çok fazla güçlü bir merkezi yapılanma olmaması yüzünden alt kimlikçi etnikçilik üzerinden ulusal toplumlarının parçalanma riskleri ile karşı karşıya getirilmeleri de dikkate değer toplumsal hareketlilik ya da karmaşa ortamlarının öne çıkarılmasında değişik sosyal sorunlar öne geçebilir. Kurucu önderlerin hayatta olduğu ya da yaşadıkları zaman boyutlarında devlet istikrarı daha da etkili olabilir. Var olan kurucu kadronun tabanının genişletilmesi ve üst düzeyde yeni üyeleri ile eski kurucu kadronun öne çıkması ve daha alt düzeydeki kadroların ya da grupların önde gelen girişimlere kalkışmalarıyla, devletin zayıflaması ya da iç çatışma ortamına sürüklenmeleriyle, ulus devletin istikrarlı yapılarının tehlikeye doğru kaymasına giden dağılma yollarına yardımcı olmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti devleti yapılanması çerçevesinde Türk milleti ile devletin kurucusu olarak Atatürk her zaman için birlikte olmuşlar ve ortak ulus devlet örgütlenirken, dış tehditlere karşı her zaman dayanışma içinde karşı çıkarak, devletin daha sağlam temellere oturtulabilmesi sağlanabilmiştir. Kurucuların içinde ya da yönetiminde bulunduğu bir siyasal yapılanmanın her zaman için daha güçlü bir devlet yönetimine giden yolları açık tutulmuştur. 

Atatürk’ün bir kurucu önder olmanın ötesinde aynı zamanda bir asker olması her açıdan devlet düzeninin örgütlenmesinde önemli bir rol oynamıştır. İmparatorluğun dağılmasından sonra devlet bir ulusal kurtuluş savaşı verilerek kurulmuştur. Böylesine bir süreçte devletin kuruluşunu Türk Silahlı Kuvvetleri sağlamış ve daha sonraki aşamada cumhuriyet devletinin kuruluşu tamamlanınca ikinci aşamada yeni bir anayasal düzen ile birlikte çağdaş parlamenter sistem kurulmuştur. Türk halkının gerçek temsilcisi olarak Türkiye Cumhuriyeti halk kitlelerinin gerçek temsilcilerinin katılımı aracılığı ile çağdaş bir parlamenter sistem oluşturulmasına öncelik verilmiş ve kurucu kadronun devleti kurması süreci tamamlanmıştır. Atatürk bütün bu aşamaların tamamlanması çizgisinde kurucu önder olarak devlet ve toplum içinde yer alan gruplar ve kuruluşların hepsinin öncüsü olarak ve bunlar arasında her açıdan uyum sağlayarak, devletin her aşamasında kurucu önder tavrını her zaman için hazırda tutarak ve her türlü çekişme ile çatışmanın önlenmesinde, kuruculuğun genel egemenliği çerçevesinde koruyucu ve önleyici bir önemli rol oynamıştır. Asker ve devlet adamı kişiliklerinin kurucu önder üzerinde toplanması, her açıdan sosyal dayanışmayı güçlendirmiş ve bu doğrultuda devlet ile millet kaynaşmasının öne çıkmasıyla merkezi gücün daha üst düzeylerde örgütlenmesi açısından yarar sağlanmıştır. Atatürk bir asker olarak halk kitlelerinin içinden gelirken en zor koşullarda ulusal kurtuluş savaşının geri adım atmadan en üst hedefe doğru ilerlemesini sağlamıştır. Atatürk bir halk adamı olarak öne çıkarken, Türk ordusunun bütün kesimleri ile diyalog kurmasını sağlamıştır. Atatürk’ün öncülük ettiği bütün devrimci adımların arkasında Türk ulusunun fertlerinin yer alması ve büyük önder Atatürk’ün her türlü olumlu gelişmeye öncülük etmesi, Türk toplumunun bütün ulusal katmanlarının daha aktif bir çalışma düzeni içine girerek, ulusal önderin az zamanda çok işler yapılması projelerine giden yollarda, devlet ve millet iş birliği ve dayanışması karşıya çıkan tüm engellerin aşılmasında destek sağlayıcı önemli adımların atılmasında önemli rol oynamıştır. Bir halk adamı olarak hiçbir zaman halkın içinden çıkmayan ve her yaptığı iş de ya da attığı adımlarda, halka giderek halk kitlelerinin genel anlamda desteklerine başvuran Atatürk, her zaman için Türkiye Cumhuriyeti’ni sadece bir Türk devleti olarak değil, ama aynı zamanda bütün Türk dünyasının temsilini sağlayan Türkçü bir anlayışın her zaman için takipçisi olarak, geleceğin dünyasının yaratılmasında Türkçü bir bakış açısının ağırlıklı biçimde öne geçmesine özellikle dikkat etmiştir. Atatürk kendisini her zaman için en büyük Türk olarak görmüş ve Türk devletinin kurucu önderi olarak da her zaman Türklük ve Türk dünyası arasında gerekli olan bağlantıların tamamının oluşturulmasına dikkat etmiştir.

Atatürk her zaman için uluslararası gelişmeleri yakın izleyerek onlara ayak uydurmaya çalışmış gerçekçi bir ulusal önderdi. Hiçbir zaman hayal peşinde koşmamış ve Türk ulusunu ya da devletini ortadan kaldırabilecek ütopyaların peşinde giderek yanlış politikalara alet olmayan bir önderdi. Atatürk üç kıta ortasında yer alan Türkiye haritasının her yönü ile yakından ilgiliydi. Avrupa ülkelerini çok iyi tanıyan bir önder olarak aynı ağırlığı doğu dünyasının önde gelen ülkelerinin mazlum uluslara benzeyen konumlarını yakından izleyen bir yaklaşım çerçevesinde hareket ederek, kalıcı bir biçimde küresel bir dünya barışının arayışı içindeydi. Askeri bir meslekten geldiği için savaşların ne anlamlara geldiğini iyi biliyor ve bu nedenle sürekli olarak barıştan yana bir siyasal çizgiyi izleyerek merkezi alandaki bütün savaş senaryolarının önünü kesecek bir biçimde “Yurtta barış ve dünyada barış “ ilkeleri çizgisinde orta alandaki merkezi ülke olarak, Türkiye Cumhuriyetini önce bir barış adasına dönüştürmek ve daha sonra da dünyanın doğu yarıküresinde yer alan bütün mazlum ulusları arkasına çekecek bir çizgide uluslararası bir barış  platformunu, Milletler Cemiyeti ya da bunun gibi yeni ortaya çıkan uluslararası kuruluşları dayanak noktası yaparak, yeni bir dünya savaşının çıkmasını önleyecek derecede küresel bazı girişimlere kalkışıyordu. Bir büyük dünya savaşının kalıntılarının içinden çıkmış olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin öncelikle kurumsal yapılanma aşamasını tamamlayarak, üçüncü dünya ülkelerine örnek olacak bir düzeyde merkezi alanda güvenilir ve sağlam bir devletin dünya sahnesine çıkartılması gerekiyordu. Düveli Muazzama emperyalizmine karşı çıkarak direnen Anadolu insiyatifi, Türk devleti olarak hem bir barış ülkesi olmak hem de evrensel barış düzeni için öncü bir güç olarak Kuvayı Milliye mücadelesini sonuna kadar götürmek zorunda idi. Emperyalizme karşı var olma savaşını kazanmış olan Türk milletinin en önde gelen yükümlülüğü olarak böylesine bir atılım gerçekleştirilmeliydi. Türk ulusunun var olma mücadelesi bütün diğer mazlum uluslar içinde geçerli olacak ve böylece dünya savaşların alanı olmaktan çıkarak tümüyle bir barış adasına dönüştürülecekti.    

 Atatürk Avrupa benzeri bir ulus devletin yanı sıra aynı zamanda halkçı bir cumhuriyet rejimini tesis ederken, halktan yana bir tavır izleyerek halkçılığa dayanan bir kitlesel dayanışmanın arayışı içinde olmuştur. Yoksul halk kitlelerinin, iflas etmiş ve çökmüş devlet düzenlerinin hiçbir şey yapabilme şansları olmadığı için Atatürk hem Türk toplumunun bütün kesimlerini dikkate alarak adım atmış, hem de daha güçlü bir çizgide örgütlenerek savaş alanlarına gelen batı emperyalizminin ordularını dikkatle izlemiştir. Atatürk ulus devleti kurduktan sonra gerçek anlamda bir halkçılığa yönelerek doğunun mazlum uluslarını hedef alırken, batının önde gelen zengin devletlerinin dayanak noktası olan batı tipi bir sosyal demokrasi arayışı içinde olmamış ve de bu yönde bir tutum izleyerek Avrupa’nın zengin ülkelerinde var olan sosyal demokrasi anlayışına karşı çıkmıştır. Bu nedenle batılı zengin sınıfların kapitalist çıkarlarının korunmasına öncelik veren sosyal demokrasi anlayışını red ederek, halkçılık devrimi ile çağdaş bir ulus devlet kuran Atatürk, yoksul halk kitleleriyle yakınlaşarak gerçekçi anlamda ulusalcı sol politikaları öne çıkarmaya çalışmıştır. Asya kıtasının tam ortasında büyük bir sol sistem kuran Rus halkçılığı, Rusya’nın önde gelen devrimcilerin ve filozoflarının büyük çabaları ile dünyanın öbür kıtalarında da var olma ve yaşama mücadeleleri veren işsiz, güçsüz ve yoksul halk kitleleri ile yakın ilişkiler kurularak, batı emperyalizmine karşı çıkacak bir biçimde devrimci ve halkçı kitlesel çıkarlara bugünün koşullarında öncelik getiren yeni tür yaklaşımlara öncelik verilmiştir. Atatürk ülkesini batılı emperyalist ülkelerin işgal girişimlerinden kurtarmak üzere yola çıkan bir önder olarak ve sonuna kadar direnerek, az zamanda çok işler yaparak ülkesini tam bağımsız ve gerçekten demokratik bir statü ortamı içinde gerçek anlamda bir hukuk devletine kavuşturmuştur. Özgürlüğü kendi karakteri olarak gören Atatürk, hem Türk milletinin hem de insanlığın kazanılmış hak ve özgürlüklerinin korunması ve geliştirilmesi hedefi doğrultusunda gereğini yaparak, yirminci yüzyılın bir hak ve özgürlükler dönemine dönüşmesi amacıyla uluslararası alanda her türlü işbirliği ve dayanışma girişimlerinin örgütlenebilmesi için, önde gelen girişimlerin birbiri ardı sıra öne çıkartılması gene Atatürk’ün öncülük misyonları doğrultusunda öne geçmiş ve siyasal gündemlerin bu yolda  oluşturulması çizgilerinde, halkçılık özünü taşıyan yeni  politik açılımların gündeme gelmesi  de kaçınılmaz hale gelmiştir.

Medeniyetin beşiği Avrupa kıtasının yanında bir ulus devlet kuran ve daha sonraki aşamada ise var olan sosyalist büyük konfederasyon yapılanmalarından yararlanarak hareket eden Atatürk, kurmuş olduğu ulus devletin eksik kalan yanlarını giderebilmek için halkçılık özüne dayanan bir halkçı rejimi halkçı cumhuriyet adı altında eski Osmanlı toprakları üzerinde kurabilmiştir. Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde gündeme gelen Avrupa’nın hukuka dayanan ulus devletleriyle birlikte aynı zaman dilimi içinde bir de halkçı cumhuriyetçiliğin devreye sokulması ile aynı dönemde burjuvazi ve işçi sınıfının siyasal eğilimlerini birlikte ele alarak değerlendiren, yeni bir sentez denemesi öne çıkarılmaya çaba gösterilmiştir. Atatürk toplumun bütününü oluşturan halk kitlelerinin çeşitli taleplerini karşılamaya çalışırken, toplum içinde zamanla meydana gelen sınıfsal yapılanmalar ve dengeleri de dikkate alan bir kurucu devlet iradesini temsil eden Atatürk kendi ülkesiyle birlikte aynı zamanda Türkiye’ye benzeyen diğer ülkeler açısından da bir model olabilecek yeni bir devlet yapılanmasını öne çıkarıyordu. Asya gibi her yönü ile büyük bir kıtanın üzerinde yaşamakta olan milyonlarca büyük nüfuslara sahip olan büyük devletler daha çok kitlesel sosyalizmde çıkışı ararlarken, bu açıdan Sovyetler Birliği gibi büyük alanlara yayılmış ve büyük devletlerin katkıları ile ayakta kalabilen yeni siyasal dengelerin gündeme getirilmesiyle, liberal kapitalist rejimlere karşı yeni yapıların oluşturulmasıyla birinci dünya savaşı sonrası koşullarda farklı siyasal rejimlere sahip bulunan devletler ve bölgeler arasında yeni siyasal gelişmeler sağlanarak, savaşların önlenmesi doğrultusunda geleceğe dönük adımların atılması öne çıkarılarak, barış ortamı arayışlarında yeni bir hızlanma yönelişine öncülük yapılmıştır.

Ulusalcı devlet ve halkçı cumhuriyet rejimlerini bir bütünlük içerisinde öne çıkaran Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu Cumhurbaşkanı Atatürk, devletin kuruluşu aşamasında Kemalist rejim ve devlet modeli açısından tehdit ve tehlike geliştiren diğer siyasal gelişmeleri boykot edercesine sistemin dışında tutmaya çalışmıştır. Atatürk Sovyet Rusya ile iyi geçinerek araya mesafe koyarak Asya kıtası içinde bir barış ortamı yaratmaya çaba göstermiştir. Çağdaş batı tipi bir yeni devlet modeli geliştirilirken, Marksist-Leninist Rusya ile araya mesafe konulmuş, eski Osmanlı ülkesi olan Arap devletleri İslami rejimleri yüzünden ayrı bir kategori içinde ele alınarak değerlendirilmiştir. Bir tarafta sosyalist bir doğu dünyası ya da Asya kıtası oluşumları gündeme gelirken, bunlara karşı yeni bakış açıları ile yaklaşım içine girilmiştir. Atatürk, yeni bir siyasal sentez görünümü altında çağdaş bir ulus devlet ve halkçı bir cumhuriyeti aynı çatı altında örgütlerken, emperyalizm işbirlikçisi olan ve gericilik çizgisinde ülkeyi tehlikeli bir durumu yakınlaştıran ve kurulmuş bulunan devlet ve kamu düzenlerini tehdit eden siyasal çizgilerin dayandığı partileri de ya önünü keserek ya da bu partilerin açıldıktan sonra kapatılmalarını gündeme getirerek Kemalist rejim sisteminin ayakta kalması sağlanmıştır. Marksist-Leninist partiler batı tipi demokratik ulus devletini korumak için alınan kararlar ile kapatılmıştır. Rusya’daki Marksist-Leninist partinin kapatılması gibi, bir Rus Partisi olarak Sosyal Demokrasi Partisi, Rusya’daki aktif siyasal yapılanma dikkate alınarak kapatılmıştır. Lenin’in devrim yapan partisinin adı Marksist değil aksine Sosyal Demokrat parti idi. Sosyal Demokrasinin yumuşak görünümlü çizgisine rağmen, Rusya’da devrimi örgütleyen Rusya Sosyal Demokrasi Partisini dikkate alan Atatürk, benzeri bir hatalı durumun Türkiye’de gündeme gelmesini önlemek üzere, Türk Sosyal Demokrat Partisi’ni devlet kararı ile kapatmıştır. Marksizmin öncesinde hazırlıkçı yapılanması ile ve daha sonraki aşamada da kapitalist emperyalizmin liberal görünümlü işbirlikçiliğine yönelmesi ile sosyal demokrat partilerin Rusya’da olduğu gibi daha sonraları Türkiye’de de kapatılma aşamasına geldiği anlaşılmaktadır. Liberalizm ve Marksizm çizgilerinde gidip gelen Sosyal Demokrat Partiler zamanla bulundukları ülkelerde devlet açısından istikrarsızlık yarattıkları için kapatılmışlardır. Atatürk siyasal gelişmeleri dikkatli bir biçimde izleyerek ve inceleyerek Türk devletinin kuruluş döneminde Kemalist rejim açısından tehlikeli görülen Sosyal Demokrat Partinin kapatılma kararı alarak, batı ya da Rus emperyalizmlerinin bu tür partileri ülke aleyhine kullanılmalarını önlemiştir.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.