Bu köşemde 12 Eylül'ü anlatmak için 1 ay önce Ankara'da Ulucanlar Cezaevini (Müzesini) görmeye gittim.
12 Eylül zalimlerinin zulmünü yaşadım, okudum, duydum ama gördüklerim karşısında çok duygulandım, gözyaşlarımı tutamadım. Özellikle hücrelerden efektlerle gelen işkence seslerinden, koğuşta çay içerek, kitap okuyarak -belki de idamlarından habersiz- bir şeylerle meşgul olanların canlandırıldığı mizansenden ve idam sehpasından çok etkilendim. Ulucanlar'da can veren masum insanların mağduriyetine şahit oldum. Görmenizi tavsiye ederim.
Ben sizlere, EYLÜL sarısında, 12 EYLÜL karasından söz edeyim.
Herhangi bir şeyi bulunduğu zamana, duruma, ortama, şartlara ve imkânlara göre değerlendirmek gerekir.
1980 öncesi sağcılar-solcular değil, milliyetçi ülkücülerle, komünist devrimciler vardı. Her iki tarafın sloganlarını, pankartlarını ve ellerinde (silahtan başka) taşıdıklarını bildiğiniz için kimlikleri ve niyetleri hakkında bilgi sahibi olduğunuzu düşünüyorum. Her iki taraf da kendi siyasi düşüncelerine göre "demokrasi, vatanseverlik, özgürlük, eşitlik...vs" gibi anlayışları vardı. Taraflı (bir tarafı) yazdığımı düşünebilirsiniz, haklısınız. Siyasi görüşüm itibariyle "kendimi" anlatmam normal değil mi? Karşı görüşün de hayat hikâyelerini yazanları vardır. "Bir sağdan, bir soldan" diyerek "denge" anlayışıyla hareket eden cuntacıların, 17 yaşında (çocuk) olan solcu bir gencin yaşını, mahkeme kararıyla büyüterek idam etmelerine hepimiz üzülmedik mi? "Önce insanım" demenin ahlaklı, vicdanlı, asil bir davranış olacağının bilinmesini isterim..
12 Eylül ihtilaliyle bıçak gibi kesilen çatışmalar, keşke daha önce bitirilseydi de bu kadar fazla can kaybı olmasaydı. Emperyalizmin sahneye koyduğu senaryo, kargaşanın uzun sürmesi için kurgulanmıştı. Bu oyunun sanatçıları PAŞA olsa da bu rolde birer MAŞA idi. Amerika, "bizim çocuklar başardı" derken bunlara "kimin çocuğu?" demek aklımıza gelmiyor mu? Kendi vatandaşına işkenceyi, zulmü, ölümü uygun gören diktatörlere, milletin ve anaların bedduasına "amin" dememek mümkün mü?
Ben, sizlere "EYLÜL"ü bir başka yönüyle anlatayım da bu, KANLI ve KARA ihtilalin amacına açıklık getirmiş olayım.
Eylül... Sizler, eylülü nasıl bilirsiniz, eylülde neler düşünürsünüz, eylül için ne söylersiniz bilemiyorum ama, ben, sizlere eylülün bana düşündürdüklerini, çağrıştırdıklarını söylemek istiyorum.
Eylül, resmi olarak yaz mevsiminin sona erdiğini belirten aydır.
Eylül, yaşlılara, hayatın bitmekte olduğunu fısıldayan aydır.
Eylül, yeşilin, yaprakların solduğunu (hüznü) söyleyen aydır.
Eylül, şaire, verdiği ilhamla şiir yazmasını hatırlatan aydır.
Eylül, çiftçiyi hasadındaki bereketi yaşadığı bağ, bahçe, tarla işlerine çağırdığı aydır.
Eylül, mahsullerdeki alın terinin tadını, bağbozumu şenliklerinde yaşatan aydır.
Eylül, okulların açılmasıyla zil sesini, öğrencilerin sevinç çığlıklarını duyduğumuz, öğretmenlerin tatlı telaşlarındaki heyecanlarını gördüğümüz aydır...
Eylül, evet, bu güzellikler içerisinde bir başka eylül daha vardır. Bu eylül, hiç de hak etmediğimiz bir zulmü yaşatan, darağacındaki 9 yiğidin idamını hatırlatan kara ve kahpe 12 Eylül’dür...
Eylül bilinsin ki, takvimdeki 12 Eylül gününü sildim. Vahşet, 41 yıldır yüreğimi yakıyor. Avucumun içinde sakladığım kinimi, bütün hırsımla sıkıyorum, her gün... Nefret sözlerimle rahatladığımı sanmayın. Yüreğimde taşıdığım derin yaraların izi silinmiyor, acısı gitmiyor, derdi bitmiyor. Her yıl, “keşke bir yıl 364 gün olsaydı, 12 Eylül günü olmasaydı” dediğim günler çok olmuştur.
Sizler de adı ONİKİ, soyadı EYLÜL olan KARA ve KAHPE GÜN’ü bilirsiniz. “Unutmak ihanettir” diyerek her yıl olduğu gibi, bu yıl da "vefa" adına hatırlama ihtiyacı duydum.
İdamları, işkenceleri, sakat kalanları, aklını kaybedenleri, zalimlerin zulmünü, sürgünleri, hukuksuzluğu, keyfi yargılamaları, kurgulanmış özel mahkemeleri, fişlenmeleri, gözaltına alınma durumlarını, işten atılmaları, görevden alınmaları, vatandaşlıktan çıkarılmaları, kaçmak zorunda kalanları...vb olayları tekrar hatırlamak ve yaşamak zorunda kaldım. Ben de o dönemin bedel ödeyen mağdurlarından biri olmama rağmen (bedel ödemeyen yok gibiydi), darağacında can veren şehitlerin son sözlerinin ağırlığı altında hep ezildim. Genç yaşta solan, biten hayatlara hep üzüldüm. İdamlarda yaşanılan durumlar karşısında duygulandım, gözyaşlarımı tutamadım. Kalem kıran, kırdıran diktatörlerle aynı dönemde yaşadığım için insanlığımdan utandım.
Bana, “olaylara duygusal bakıyorsun” diyebilirsiniz. Hayata dair hikayeler vardır. Romanlar yazılır dünya klasiklerinde. Şiirler anlatır şairlerin hayallerini. Masallar dinlenir Kaf Dağı’nın ardından... Bunlar birer EDEBİ eserdir. Ya DESTAN yazanlar. Bu destanlar, efsanelerin EBEDİ eserdir. Sizlerin de 12 EYLÜL’de, darağacında can veren 9 yiğidin yazdığı destanı bilmenizi isterim.
Bu destan; son kez, "bir isteğin var mı?" diye sorulduğunda, "vatan sağolsun" diyen efsane kahramanları anlatır.
Bu destan; "beni senden önce assınlar, ben senin asılmana dayanamam" diyen asil bir vicdanı anlatır.
Bu destan, "katilim olmasın" diye ipini kendisi çekerek celladını dahi ağlatan bir duygu dünyasını anlatır.
Bu destan; yazdığı mektubu okuyanları gözyaşına boğan, hıçkırıklarla ağlatan, vatan sevdalısı yanık yürekleri anlatır.
Bu destan; idamının bir hafta ertelenmesini, bitiremediği Kuran-ı hatim için fırsat bilip sevinen iman ve inanç dolu bir ruhu anlatır.
Bu destan; idam edildikten sonra, mahkeme sonucunda suçsuz bulunan masumları ve mağdurları anlatır.
Bu destan, “sağ – sol dengesi, karıştır – barıştır” diyen kahpelere inat değerleri uğruna yaşamasını ve ölmesini bilenlerin ilahi kaderini anlatır.
Bu destan, “idamı imzalarken ellerim hiç titremedi, asmayalım da besleyelim mi, şartların olgunlaşmasını bekledik” diyen katilin vicdansızlığına karşılık; idamına tebessümle, dualarla giden ölümsüz ruhları anlatır.
Bu destan, suçsuzluğu ispat edilmesine rağmen, iki defa idam kararı verilen için, “biliyorum, ancak, artık çok geç, infazdan dönemeyiz” diyerek Amerika Başkanı J. Canter’a “bizim çocuklar başardı” denilen sözünün muhatabı olan uşaklara, Türklük gururunu ve şuurunu, İslam ahlakını ve faziletini anlatır.
Bu destan, “en güçlü silah fikir, en güçlü fikir Türk milliyetçiliğidir” haykırışıyla, ebedi hayatın sırrındaki erdemlere erenleri anlatır.
Bu destan; ülküyü, davayı, imanı, idealizmi, milli ve manevi değerleri, adam olmayı, anlamlı yaşamayı, vefayı, ahlakı, vicdanı, yüreği, "insan" olmayı, dünü ve bugünü anlatır.
Bu destan, sonbahar sarısının kara ve kahpe 12 Eylül sancısında, darağacındaki 9 yiğidi unutmamamız, unutturmamamız gerektiğini anlatır...
Haklarınızı helal ediniz.
Rahmet dileği ve duası ile ruhunuz şad olsun, kabriniz nurla dolsun inşallah...