Bildiğimiz gibi yaşam, gezegeni birlikte paylaştığımız sayısız organizma genomu tarafından belirlenir. Her organizma, o organizmanın bir yaşam örneğini inşa etmek ve sürdürmek için ihtiyaç duyduğu biyolojik bilgiyi içeren bir genoma sahiptir. İnsan dâhil çoğu genomlar ve tüm diğer hücresel yaşam formlarının genomu, RNA (ribonükleik asit) genomuna sahip olan birkaç virüs dışında, DND (deokisiribonükleik asit) yapılıdır. DNA ve RNA, nükleotit denilen monomerik alt birim zincirlerinden oluşan polimerik moleküllerdir (Brown, 2015: 3). DNA canlıların her hücresinde bulunan organizmaya ait genetik bilgileri taşıyan çift sarmal moleküllerdir. Hücre çekirdeğinde ve mitokondride bulunan DNA'lar şeker, fosfat ve dört bazdan oluşur. Bu bazlar: Adenin, Guanin, Sitozin, Timindir. Bazlar ikili olarak eşleşir ve baz çiftleri olarak isimlendirilir (adenin-timinle, guanin-sitozinle eşleşmektedir). DNA da kromozomları meydana getirmektedir. O canlı türüne ait kalıtsal bilgiler DNA’da saklıdır ve DNA üzerinde kalıtsal özellik taşıyan genler bulunmaktadır. Kromozomlar ise DNA'nın özel proteinlerle birleşmesiyle oluşur. DNA hücrenin sentez ve yönetim özelliğine sahip bulunmaktadır.
Tüm çok hücreli hayvanların genomları için tipik olan insan genomu iki farklı kısımdan oluşur:
-Çekirdek genomu, en kısa 50.000.000 ve en uzun ise 260.000.000 nükleotit uzunluğunda, her biri farklı kromozomda yer alan 24 doğrusal moleküle bölünmüş DNA yaklaşık 3.2000.000.000 nükleotitten oluşur. Bu 24 kromozom 22 otozom ve 2 eşey (X ve Y) kromozomundan meydana gelmektedir.
-Mitokondri genomu, mitokondri olarak adlandırılan enerji üreten organelde çoklu kopyalar halinde yerleşik olan 16.569 nükleotitlik halkasal bir DNA'dır. İnsan mitokondri genomu sadece 37 gen içerir. Erişkin insan bedenindeki yaklaşık 10hücrenin her biri tamamı ile farklılaşmış halde bir çekirdekten yoksun olan kırmızı kan hücreleri gibi sadece birkaç istisna hücre tipi dışında, kendi genomunun kopya veya kopyalarına sahiptir. Hücrelerin büyük çoğunluğu diploittir ve bu yüzden her bir otozomun iki kopyasına ilave olarak dişiler için XX veya erkekler için XY olmak üzere iki eşey kromozomuyla toplamda tüm hücrelerde 46 kromozom yer alır. Haploit ve her bir otozomdan bir ve bir de eşey kromozomu içeren sadece 23 kromozoma sahip olan eşey hücreleri ya da gametlerin aksine bunlara somatik hücreler denir. Her iki hücre tipi her bir mitokondrisinde on veya daha fazla olmak üzere mitokondri genomunun yaklaşık 8.000 kadar kopyasına sahiptir. Genom biyolojik bilginin deposudur ancak kendi başına bu bilgiyi hücreye salamaz. Genomun içermiş olduğu biyolojik bilginin kullanımı, genom ifadesi olarak anılan kompleks bir seri kimyasal reaksiyona katılan enzim ve başka proteinlerin koordineli aktivitesini gerektirir (Brown, 2015: 4). Coğrafi şartlar iklim göç, hastalık kültürel alışkanlık ve birçok nedenle genlerde değişiklik meydana gelebilir. Erkek eşey hücrelerinde bulunan Y kromozomundaki meydana gelen her genetik değişim bir harf ile kodlanır ve bu her yeni genetik değişikliğe-özelliğe- (mutasyona) Haplogrup (SNP-Single Nucleotide Polymorphism) adı verilmektedir.
Haplogrup; aynı SNP mutasyonlarını içerdiği için ortak atadan geldiği bilinen gen serilerinin oluşturduğu gruptur. Y-DNA haplogrubuna bakarak bir insanın baba tarafından nerden geldiği anlaşılabilir. Y-kromozomunda meydana gelen her genetik değişim (SNP-Single Nucleotide Polymorphism) bir harf ile kodlanarak ‘Haplogrup’ adı verilmektedir. Kronolojik olarak ilk SNP değişimi ile BT Haplogrubu oluşmaktadır. Daha sonra birkaç bin yıl geçince bir başka genetik mutasyonla CT haplogrubu oluşur ve bu değişimler bir ağaç dalları gibi çeşitlenerek günümüze kadar devam eder. Anne tarafından ise mitokondrial DNA Hablogrupları dikkate alınmaktadır.
Genetik bilimi ve bilimsel etik açısından buraya kadar bir sorun görünmemektedir. Bundan sonra mutasyonlar üzerinden yeni etnik gruplar oluşturma veya insanların milliyetlerini mozaik haline dönüştürme, aidiyet şuurunu bulanıklaştırma projeleri başlamaktadır. Ataların izinde programları ile insanların duygularını okşayan ve cazip gelen her teklif ve bunun bedeli daha sonra torunlardan çıkarılacaktır. National Geographic & IBM gibi uluslar üstü kuruluşlara gönderilen DNA örnekleri tek amaçlı kullanılmamaktadır. Bu ve benzeri çalışmaların sadece Avrupa-Türkiye bulgularına göz önüne atıldığında çalışmanın nasıl yönlendirildiği anlaşılmaktadır.
“HAPLOGRUPLARA GÖRE AVRUPA’NIN ETNİK YAPISI:
Mezolitik Avrupalılar:
I1: Ön-Germen (İskandinav);
I2b: Ön-Kelt-Germen;
2a1: Sardunya, Iberia
I2a2: Adriyatik, Tuna havzası
Neolitik göçmenler:
N1c1: Uralo-Fin, Baltık, Sibiryalı
G2a: Kafkasya, Greko-Anadolu
E1b1b: Kuzey Afrika, Yakın Doğu, Balkan
T: Orta Doğu, Doğu Afrika
Bronz çağı göçmenleri:
R1a: Balto-Slav, Germen, Hint-İran
R1b: İtalo-Kelt, Germen, Hitit, Ermeni
J1: Kafkasya, Mezopotamya, Semitik
J2: Greko-Anadolu, Mezopotamya, Kafkasya” (Mirza, 2012: 11)
“Haplogruplara Göre Avrupa’nın Etnik Yapısı” başlığının yorumu Murat D. Mirza’ya göre şu şekilde yapılmıştır: “Örnek olarak R1a haplogrubunu inceleyelim: Yukarıdaki şemaya baktığımızda bu grubun 25 bin yıl önce tahminen Doğu Avrupa veya Güney Asya’da oluştuğunu görüyoruz. Daha çok Slav ve Germen’lerde rastlanan bir haplogruptur. Bugün Rusya, Ukrayna, Polonya gibi Slav ülkelerinde yoğun olduğunu göreceksiniz. Buradan yola çıkarak R1a’nın sadece Rus veya Slav halklarının geni olduğunu söyleyemeyiz. Evet, Slavların ataları R1a haplogrubundandır, ancak 25 bin yıl önce ortaya çıkan bu grup %19-27 oranında Norveç ve İsveç’te de görülüyor. Demek ki R1a hem Slav hem de İskandinav milletlerinin ortak atasıdır. Bir anlamda bu uluslar barındırdıkları R1a oranı kadar birbirleriyle akrabadır denebilir. Şimdi bir Avrupa haplogrubu olan R1b’yi inceleyelim. Bu genetik grup İspanya, Fransa, İngiltere gibi Batı Avrupa ülkelerinde yoğun olarak karşımıza çıkıyor. R1b yaklaşık 23 bin yıl önce oluştu, kronolojik şema R1a ve R1b’nin ortak ataları R1’in 28-30 bin yıl önce doğduğunu söylüyor. Bu ne demektir? Bu demektir ki, 30 bin yıl geriye gittiğinizde Fransız, İngiliz, Rus kalmıyor büyük ölçüde akraba oluyorlar. Eğer 45 bin yıl geriye giderseniz bütün Avrupalılar IJK haplogrubundan olup aynı dedenin torunlarıdırlar” (Mirza,2012: 12). “Türkiye’ye baktığımızda adeta bir gen mozaiği görüyoruz, neredeyse hiçbir haplogrup baskın değil. J1 ve J2 grupları Orta Asya doğumlu değil. Nitekim bu araştırmayı yapan kaynak Türkiye için özel bir not düşmüş: “Türkiye, bu tabloya alınmayan Afrika ve Asya haplogruplarını da (A, ExE1b1b, C, H, L, O, R2) %8.5 oranında barındıran tek ülke…” (Mirza, 2012: 13).
Burada ilginç olan “R1b: İtalo-Kelt, Germen, Hitit, Ermeni”olarak gösterilerek yaklaşık 28-30 bin yıl öncesine tarihlenen R1b Hablogrup bir biri ile alakasız tarihi toplulukları göstermektedir. Hititlerin; Ermeni ve Germenlere yakın çağlara tarihlenmesi tarih bilmemektir!... Bronz çağı göçmenleri döneminde Ermeni, Germen ismi ve Germen, Ermeni milletleri yoktur. Buna karşın o çağlarda Erken-Türk, Ön-Türk Kavimleri ve Uygarlıkları mevcuttur. Bu ve birçok çalışmada Türkler her zaman göz ardı edilmekte veya melezliğin üst noktası olarak tanımlanmaktadır(!) Hâlbuki bu çalışmalarda iddia edilenin aksine R1b'nin Türklerin atası olan Ön-Türkler olduğu daha başka yayınlarda gösterilmiştir. Osman Çataloluk'un“Türk’ün Genetik Tarihi” eserindeki tespitlerine göre “Türk'ün dünya milletlerine nispetini ortaya koyacak bir benzetme yaparsak hücrede matriks denen yapı vardır. Bütün organeller bu yapı içinde yerleşir ve görevlerini icra ederken bu yapıdan destek alırlar. Bu yapı olmadan hiçbir organel görev yapamaz ama hiçbir organel de bu yapının içinde faaliyet gösterebildiğinin farkında değildir. İşte matriks'in hücreye nispeti ne ise Türk'ün de dünyaya nispeti odur. Dünyada Türk'ün kan vermediği hiçbir kabile ve hiçbir millet yoktur. İşte bu yüzden Türk dünyası(Aslında rahatlıkla R Dünyası denebilir) alabildiğince geniş ve farklıdır. Bu dünya Türk olduğunu bilen R1a ve R1b’lilerle Türk olduğunu bilmeyen R1a ve R1b'lilerden oluşmaktadır (Çataloluk, 2012;25). Bununla beraber birçok Türk boyu R1a ve R1b Haplogrupu içinde değerlendirilemeyeceği için genetik bir sınıflama ve sınırlama her milleti olduğu gibi Türk milletini de zora sürükleyebilecektir. Bunu Ermeniler denemeye çalışmışlar ve başarısız olmuşlardır. Şu da unutulmamalıdır ki Türk Milleti bir gen mozaiği değil bir ekinin (kültür’ün) ebru desenidir. Ebru deseninin en belirgin özelliği bir birinden ayrılmaz ve birlikte şekillenerek hareket etmesidir.
Hilmi ÖZDEN
Tıp Tarihi ve Tıp Etiği Ph.D.
.
Kaynaklar
T. A. Brown. (2015). Genomlar 3, Nobel Yayınları (çeviri Editörü: Fevzi Bardakçı-Celal Ülger), Ankara.
Murat D. Mirza. (2012). Türk müsünüz?, Yakın Plan Yayınları, İstanbul.
Osman Çataloluk. (2012) Türk’ün Genetik Tarihi, Togan Yayıncılık, İstanbul.