Önce uzman görüşlerinden hareket ederek, “senden bir şey olmaz” diyen bir baba ve “elleme benim (çoğunlukla) oğluşuma” diyen bir anne ile büyümenin -aslında büyüyememenin- ortaya çıkardığı problemleri özetleyelim.

1. Düşük özsaygı ve özgüven: Sürekli azarlanan çocuk, kendini değersiz hisseder ve düşük özsaygı geliştirir. Beri yandan, sürekli korunan bir çocuğun da kendi başına kararlar almakta ve sorumluluk üstlenmekte zorlanması, bu zorlanmanın da özgüven eksikliğine kapı açması en az ilki kadar olasıdır.

2. Bağımsızlık eksikliği: Korumacı bir anne, çocuğun bağımsızlık kazanmasını zorlaştıracaktır. Babanın “iten” tutumu karşısında zaten özgüveni örselenen çocuk anneye sığınır. Anne, evladıyla ilgili “her şeyi yapar” hale geldiğinde çocuk çoktan “hayat tembeli” olmuştur. Nasıl olsa yapan vardır. Bağımlılık, basit bir konformizme hatta yetinmeye dönüşür ve bağımsız bir kişilik gelişmez.

3. İletişim sorunları: Burada da aslında aynı “sebep sonuç ilişkisi” var. Sürekli azarlanan bir çocuk, duygusal olarak geri çekilebilir ve duygularını ifade etmekte zorlanır. Diğer yandan, sürekli korunan bir çocuk da duygusal bağımsızlığı öğrenmekte güçlük çeker.

4. Davranış problemleri: Bu tür bir aile ortamı, çocuğun stres ve duygusal baskı altında hissetmesine yol açar. Bu da çocuğun saldırganlık, isyan, ya da çekingenlik gibi davranış problemleri geliştirmesinin sebebi olur.

5. İlişki güçlükleri: Çocuk, sürekli azarlayan bir babadan kaynaklanan öfke veya sürekli koruyan bir anneden kaynaklanan bağımlılık hissi sebebiyle ilişki kurmada zorluk yaşar.

Bu tür bir aile dinamiğinin, çocuğun genel sağlığına ve hayat kalitesine olumsuz bir etki yapması kaçınılmaz elbette.

Başta da dediğim gibi annenin korumacılığı çoğunlukla erkek evladı kapsar ve bu da ayrı bir arazdır. Tıpkı çocuğa şekil verme ihtirası gibi…

Bu ön bilgiyi neden verdim? Şimdi oraya gelelim.

Ben toplumların da aynı bir çocuk gibi büyüyüp geliştiğini, aydınların da içinde yaşadıkları toplumun ebeveynleri olduklarını düşünürüm.

Bu düşüncemle paralel olarak…

Türkiye’de farklı katmanlarıyla klasik sağ aydınların “korumacı-pohpohlayıcı bir anne”, yine farklı katmanlarıyla klasik sol aydınların “bundan bir şey olmaz diyen bir baba” figürü olarak ne yazık ki “çocuğun” yani Türk toplumunun büyümesine, gelişmesine, tekâmül etmesine engel oldukları kanaatindeyim.

Biri toplumsal tüm çürümeleri görmezden gelir ve sebeplerini tarihsel süreçte, yönetilemeyen ekonomide, yaptığı seçim ve tercihlerde değil hep “dış güçlerde” arar, diğeri ise bilhassa her seçim öncesi insanlarının Prof. Dr. Ahmet Arslan’ın ‘toplum’ tanımlamasıyla “üyelerinin hem bireyselliği, hem farklılığı, hem bilinci olan, hem niçin bir araya geldiklerini bilen, hem güçlerinin farkında olan, toplumu niye kurduklarını bilen ve bu bildikleri amaç uğruna davranan insanların oluşturduğu bir yapının hür ve bağımsız bireyleri” olduğunu zanneder; öyle olmadıklarını görünce de her seferinde “senden bir şey olmaz, ne halin varsa gör” deyip kötü özelliklerini sayıp döker. Kısır döngü!

Her iki taraf da hırgürden dolayı sosyal talepleri duyulmayan, her sahada haklarını alıp sade vatandaş olarak huzurlu ve kaliteli yaşamaktan başka muradı olmayan” insanından kopar. Ne var ki koptuğunu, marjinalleştiğini fark edemez. Herkes aynı gemide mi bilmem ama o noktadan sonra herkesin aynı bataklıkta olduğu açıktır.

En kısa ifadeyle, kendisine “seçilmiş, ulu, temiz” olduğunu söylemenin de “aptal, çıkarcı, korkak” demenin de Türk toplumu için dolayısıyla geleceğimiz için bir faydası olmadı, olmuyor, olmayacaktır.

İfratla tefrit arasında “şiddetli geçimsizlik te” cabası!

Durum bu olunca gettolaşıp parçalanmaktan öteye gidemiyoruz.

Büyüyemiyoruz yani, gelişemiyoruz. Özellikle kültürde, bilimde, sanatta, felsefede, hukukta ve insan haklarında… Bireyin geliştirdiği, onu özgür kılan, geliştiren hiçbir alanda… Kısaca önce bireyin sonrasında da toplumun kendi ayakları üstünde durmasını, var olmasını sağlayan hiçbir sahada var olamıyoruz.

İçimize kapanıyoruz, kapandıkça gettolaşıyoruz, her getto biraz daha kapanıyor, diğerine diş biliyor ve hukuk ta yerle bir olunca eline mührü geçiren “öteki” gördüğünü “temizlemeye” çalışıyor.

Bunun sonuçları da oluyor. Ya da sonuç sandığımız sebepleri… Belki de ikisi birden.

Hemşericilik, bölgecilik, kâh sisteme çalım atarak, kâh torpil peşinde koşarak işini gördürmecilik, “gemisini kurtaran kaptancılık”, inançtan kimlik yapmacılık, mikro etnisite, millî kimliğin örselenip en az “yerli ve millî olmak kadar” sözde kalması hep “önce birey sonra toplum olamayışın” belirtileri…

Ne büyük ne çocuk… Yazının başındaki beş sorunun beşiyle de cebelleşen, ergenlikten çıkamayan koskoca bir ülke.

Büyümemiz, gelişmemiz, tekâmül etmemiz şart ta…

Önce ebeveynler mi büyüse acaba?

Anlayamayan, başka yollara sapan hatta cumhuriyetin mimarlarına iftiralar atan “günümüz kimi aydınlarına” rağmen…

Haftanın Notu:

“…Nihayetinde çekici eline alan, herkesi çivi olarak görmeye başlıyor. Kim çivi, kim çekiç? Onu da şartlar belirliyor. Kimseye faydası olmayan kısır döngü…” (Aynadaki Öteki-Roman)

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
ali kaybal 11 ay önce

Yüreğine sağlık sevgili dostum. Bir insan eşini niye öldürür, kadın cinayetleri neden artış gösteriyor sorularına verilecek güzel bir analiz. Sağlıcakla kalın

Avatar
AlperSirvan 11 ay önce @ali kaybal

Çok teşekkür ederim hocam. Vurgunuz ne kadar önemli ve acı bizim açımızdan. Daha fazla geriye düşmeden durup bir düşünmek ve duygusallıktan, ideolojiden uzak rasyonel yöntemlerle çocuğu yetiştirmek” gerek. Aksi halde acı çekecek, acı çekeceğiz.

Beğenmedim! (0)