Doğaya verdiğimiz zararın geriye dönüşü yok. Betona yenik düşürdüğümüz tarım alanlarını, yaktığımız kestiğimiz ve madencilere delik deşik ettirdiğimiz ormanlarımızı, kirlettiğimiz deniz, göl ve nehirlerimizi, enerji üreteceğiz diye canını çıkardığımız akarsularımızı eski hallerine getirebilir miyiz?
Para için gebertiyoruz tüm değerlerimizi, göz göre göre elden çıkartıyoruz varlıklarımızı. Altın çıkaracağız diye, zehirliyoruz güzelim ormanlarımızı, tarım alanlarımızı. Kaz dağlarını mahvettik, topraklarını siyanürden korumak isteyen Erzincanlıları, Ordu Fatsalıları sokağa döktük. Karadeniz köyleri ve köylüleri, elde kalan son akarsularını HES’lere kaptırmamak için savaş veriyorlar adeta. Maraş yeni termik santrale direniyor, Muğla yeni çimento fabrikası istemiyor. Ülkenin her yerinden “doğaya kıymayın” çığlıkları yükseliyor. Yükseliyor ama, duyan ve oralı olan yok. Ankara’daki Çevre Bakanlığı, sanki konular ona ait değilmiş gibi, sanki sadece şehircilikten sorumluymuş gibi davranıyor. Buna bir de iklim değişikliğini eklediler şimdi. Aslında tabelasını sadece “İnşaat Bakanlığı” diye değiştirmek daha doğru olacak.
Seçimler yaklaşıyor ya, kaçak yapılar da ülke genelinde tüm hızıyla sürüyor. Köylerde, kentlerde mantar gibi bitiyor yeni binalar. Belediyeler cılız imkânlarıyla baş edemiyorlar bu kaçak kasırgasıyla. Birini mühürleseler, bininin temeli atılıyor, katları çıkıyor. Hele turizm bölgelerini, sahilleri bir görseniz var ya, dağına taşına geceli-gündüzlü evler yapılıyor. Hiçbirinin altyapısı, kanalizasyonu filan yok. Güya turizm sezonunda inşaat yasağı var. Hafriyat kamyonları, beton mikserleri vızır vızır çalışıyor buralarda. Kentlerin ve köylerin en kıymetli yerlerine, ormanların içine vahşi çöp depoları yerleştiriliyor. İnşaat hafriyatları artık devlet ana yollarının kenarlarına rastgele dökülüyor.
İstediğimiz kadar yazalım, çizelim, tepki gösterelim. İpin ucu kaçtı bir kere. Çevre ve yapılaşma konularında tam bir karambol var. Hele rant bölgelerinde, hele rant bölgelerinde.. Çok örnekler verebiliriz ama, bunun en çarpıcı örnekleri Marmaris ve Bodrum’da görülüyor. Marmaris’in hikayesi çok eski, 35 yıldır süregelen bir hikaye… İşadamı Emin Hattat’ın başladığı ve Singapurluları da ortak ettiği otel projesi, geçmişte Türkiye’nin de başını belaya soktu. Singapurlular dolandırıldık diye uluslararası mahkemelere bile başvurdular. Yıllardır sürüncemede ve kaba inşaat halinde kalan bu proje, zaman zaman yasaları zorlayarak yeniden kımıldamaya kalkıştıysa da, her defasında hukuki engellere takıldı. Sonradan ne oldu, nasıl olduysa proje ve kaba inşaatlar iktidar yanlısı SİMPAŞ’ın eline geçti. Bir şirket iktidara yakınsa ve onu destekliyorsa, günümüzde ona her kapı açılıyor. Nitekim Simpaş da, otel projesine devre mülkü ve termali de ekleyerek, tahsisli arazisini ve imarlı alanını öylesine büyüttü ki, Marmaris milli park sınırlarını da deldi.
Mahkemeler, keşifler, kadastrolar filan derken, Marmaris Belediyesi de işin içine ruhsatlarla karıştı. CHP’li Belediye ile AKP’li şirket koalisyon halinde el ele vererek, yılan hikâyesine dönen projenin önünü açtılar. Hoş belediye ruhsat vermese de, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı onay verdikten sonra projeyi durdurabilene aşk olsun… Şimdi gidin bakın doğa faciasına, inşaat mezbeleliğine, giderek büyüyen projeye.. 500’den fazla daire yapılmış, bir kısmı “yeni nesil muhafazakâr devre mülk” diye satılmış, milli parka bile zincir çekilmiş, inşaatlar sürüp gidiyor… Bu halde kalsa rezalet, projenin daha da büyüyerek sürmesi felaket, iki ucu oklu değnek örneği…
Bodrum’da da durum farklı değil. Muhteşem bir ormanken yapılar ve otellerle delik deşik edilen Kaynar bölgesi yetmiyormuş gibi, iki-üç yıldır Torba-Yalıkavak arasındaki ormanlar da imara açılarak, yeşil örtü mahvedildi. Oralara yapılan yazlık siteleri görseniz, ormanın nasıl mahvedildiğine tanık olsanız yüreğiniz dağlanır, gözleriniz yaşarır. Bir Cengiz İnşaat eksikti, şimdi o da katıldı tahrip kervanına. Cennet koyu da elden gidiyor. Millet ayağa kalktı, tepkiler giderek büyüyor ama ne çare.. Tepki dediğiniz ne ki, bir meltem rüzgârıyla dağılıp gidiveriyor hemen. Akyarlar da öyle olmadı mı, Hüseyin Burnu da öyle olmadı mı, Gündoğan büklerinde öyle olmadı mı? Bizim çevreciler Milas’taki projelere kafayı takmışlar, yaşadıkları Bodrum’un içindeki rezaletleri görmezden geliyor, seslerini çıkaramıyorlar. Torba Otobüs terminalinin karşı köşesinin hali ne öyle? Yalıçiftlik’e giden yolun başındaki inşaat malzemesi artıkları, kum işletmesi, asfalt yolun sağına soluna dökülen taş, beton ve toprak hafriyatları, kimse görmüyor mu bunları, Belediye mani olamıyor mu?
Söylenenler doğruysa, Yalıçiftlik’teki otel ve tatil köylerine giden bu yolun başındaki mezbelelik görünümlü işletme, bir bakana ve Bodrum’un bir belediye Meclisi üyesine aitmiş, ortaklarmış yani.. İnşallah doğru değildir ama, bu rezalete mani olunamazsa, söylentilerin gerçek olduğu anlaşılır ki, farklı ve benzer iddialara inançları da arttırır.
Bölgedeki söylenti ve olumsuz gelişmeler bitecek gibi değil. Sahillerin ve koyların yönetimi de yeni bir şirkete devredilecekmiş. Eskiden Muğla Valiliği’nin kurduğu MUÇEV işletiyordu bağlama iskelelerini ve bazı koylarla plajları. Şimdi MUÇEV’in başı mahkemelerle sürekli derde girdiği için, yerine kurulan yeni bir şirket giriyormuş devreye. Artık tüm koylardan, sahillerden ve iskelelerden bu şirket sorumlu olacakmış. Anlaşılır gibi değil, devlet sahadan yavaş yavaş çekilip, özelleştirme ya da devir adı altında yetkilerini, işlevlerini ve değerlerini özel sektöre bırakıyor. Sadece bu konuda değil, dikkat edin her sektörde dikkati çekmeye başladı bu durum. Fabrikalar, araziler, binalar, mülkler sürekli satılıyor, devlet giderek küçülüyor. Ciddi olarak incelenmesi gereken bir durum…
Aslında suç kaçak inşaat yapan da, dağları taşları altyapısız binalarla dolduranlar da, ormanları delik deşik eden madenciler de, denizleri gölleri ve akarsuları pisletenlerde değil, tüm bunlara imkân ve ortam yaratan merkez yönetim de, Ankara da yani…
Ankara ülkeyi iyi yönetse, demokrasiyi ve idareyi kafasına göre değil, sağlam ve etkili yasalarla sürdürse, Anayasaya sadık davransa, siyasetin değil devletin liyakatli, bilgili, becerikli ve tecrübeli memurları ile çalışsa, başımıza bu rezaletlerin hiçbiri gelmez. Ama Ankara, ülkeyi torba yasalarla yönetmeye devam ederse, yandaşlarını ihya etmeyi sürdürürse, kafasına göre takıldığı bu yönetim modelinde ısrar ederse, yıllardır süregelen şikayetler ve giderek artan çıkar kavgaları daha da alevlenir.
Ülkenin içinde bulunduğu bu şartlar değişmezse eğer, daha çok doğa katliamlarına ve değerlerimizin kayıplarına tanık oluruz. Telafisi mümkün olmayan kayıplara uğramamak için, önce Ankara’nın yani merkez yönetiminin düzelmesi ve yasalara eksiksiz uyması gerekir.