Ülke olarak çok zor bir ay geçirdik. Kırıldık, döküldük, üzüldük, sevindik. İftiralar, kasetler, yalanlar havada uçuştu. Adına da demokrasi dedik. Duyarlı seçmenler ter dökerken, memleket gündemine takılıp giderken birileri yaptıklarını yapmaya, birini bin etmeye devam etti. Günün sonunda bitap düşen yine biz olduk.
Ülkenin yarısı, diğer yarısını cahil, Atatürk düşmanı olarak ilan ederken diğer yarısı da vatanın kuşatıldığına ve bunun bir istiklal mücadelesi olduğuna inandırılmıştı. Çünkü önlerinde savunma sistemine karşı çıkan bir muhalefet vardı. Bu seçimde bidon kafalı göbeğini kaşıyan adam, makarnacı söylemlerini işitmedik çok şükür. Gerçi o makarnacılar verilen bedava evleri, 15 bin lira bayram harçlığını hatta yüzde elli zammı ellerinin tersiyle itmişlerdi. ”Bu kez acımayacağız size, menemene talim edin et yerine” söylemleri havada uçuştu sanki menemen çok ucuzmuş gibi.
Yerli otomobil, uçak gemisi, petrol, doğalgaz. Adamlar çalışıyordu, ülke uçuşa (!) geçmişti. Hayatları boyunca diğer yarının konforuna ulaşamamış kitle için muazzam bir gurur kaynağı oluştu Daha ne kadar mutlu olabilirlerdi ki. Bir lokma bir hırka ama din, bayrak, vatan elden gitmesin, ezan dinmesin. Üstelik yedi düvelin çığırtkanları da habire cumhurbaşkanına sayıp sövüyorlardı. Mahalle ayağa kalkmıştı. Küskünler döndü, eski dostları ile kucaklaştılar. Şimdi kenetlenme zamanıydı. Bizim anlamadığımız, kabullenemediğimiz gerçeğin ham maddesi buydu ve Erdoğan tam da bu damardan giriyordu.
Bu ülkenin genleri milliyetçidir. Biz Kurtuluş savaşını görmedik ama 15 Temmuz kalkışmasını gördük. Ülkenin başkanı, vatan elden gidiyor iması ile "Ben milletten daha büyük güç görmedim” diyerek milyonları sokağa çağırmış ve bu karşılık bulmuş, kimse kimsenin cinsine, cibilliyetine, mezhebine, meşrebine bakmaksızın elde bayrak, tankları durdurmuş, şahadete yürümüştür. Günlerce şehir meydanlarında nöbet tutmuştur. Bizzat şahidim Bursa Fomara’da şortlu, askılı, açık elbiseli kızlarımızla başı fesli şalvarlı cemaat delikanlılarımızın kol kola ele ele halay çektiklerine, sohbet ettiklerine. Yaşlı, genç, açık kapalı, hiç fark etmeden vatan nöbetinin paydaşı oldular.
Sonra ne mi oldu? Bir el kesin hatları çizdi ve “Siz bir arada olamazsınız! Siz bir arada olursanız ülkenizi sömüremeyiz, istediğimiz gibi coğrafyanızı dizayn edemeyiz” dediler. İlaç, uyuşturucu, silah ve daha birçok tüccarların uykuları kaçtı. Öyle bir düşman ettiler ki bizi birbirimize, diğer yarımız yok olsun diye vatanın yerle yeksan olmasını diledik.
Seçim bitti dostlar. Ve Erdoğan’ın gitmesi için bizi karpuz gibi ikiye bölenler, tarihimizde görülmemiş şekilde tüm koalisyonlarına, sömürgelerine tebrik ettirdiler. Adını anmadığımız birçok devletin Cumhurbaşkanı, Başbakanı Erdoğan’ın yemin törenine iştirak ettiler. Biz küsmekle, kırılmakla, delirmekle baş başa kaldık. Bu işin bir yanı. Ama seçimin de bir realitesi var. Tüm bunlara rağmen Muharrem İnce’nin dediği gibi “Adam kazandı.” Nasıl ve niye?
Yukarıda saydığım söylemleri içselleştirdiği, inandığı için inandırdı. Liderlerin özelliği ve başarısı inandıkları şeyleri söyleme samimiyetinden geçer. Ve bu karşı tarafı etkiler. İnanmadığınız bir şeyi söyleyin, bir de ne kadar yanlış olsa da inandığınız şeyi, inandırırsınız.
Erdoğan’ın kumaşı bu. Bizi çıldırtan her söyleminde dürüsttü. “85 milyonun başkanı olacağım.” dedi ama bir kesimi her zamanki gibi hedef alarak taraftarlarının içini soğuttu. Onlara verdiği her sözü tuttu. Yanlış doğru ama onları mutlu etti. Türk insanını iyi analiz ederek ve her seçimde vatan elden gidiyor kuşatıldık söylemi ile konsolide etti. Vatanından başka kaybedecek bir şeyi olmayan insanların maddi vaatleri ellerinin tersi ile itmesine niye kızıyoruz ki. Sonuç da sevinmeliyiz de. Vatanı kurtarmak için can verecek “Bidon kafalılar” (!) çoğunlukta.
Gelelim Kılıçdaroğlu’na.. Adam dürüst saf, temiz. Ailemizden birisi gibi ama “lider” değil. Hani “Kemal Dede” modunda.. Torunlarına yumuşak ve sabırlı. Öyle saf ki (!) etrafındaki aymazların kendisine kurduğu tuzaktan bi haber. Beş benzemezle yola çıkıp uzun süre emek etti, samimiydi kazanmayı çok istiyordu. Hatta o kadar çok istiyordu hiç emeksiz eski artıklara kırk kadar milletvekili bağışladı. Nasılsa tüm paralı troller ve anket uzmanları (!) onun kesin kazanacağını söylüyorlardı. Bu kadar hediye mahallesini çıkar uğruna terk eden yol arkadaşlarına hediye olsundu… İkinci turda bir baktı ki herkes kendi derdinde. Masaya vurup, tuzağı anladığını ifade etti, saatler süren tv çekimlerinde kendisi oldu, ona biçilen rolü kusmuştu ama vakit çok geçti artık.
Bir gazetecinin yorumu ”Cumhur ittifakına teşekkür borçluyuz adamı değiştirme fırsatı verdikleri için" diyor. Kemal Bey elinden geleni yaptı, onunla uğraşanlar da. Her türlü tuzağı kurup, nemalanmayı bekleyen zevat hiç vakit kaybetmedi, “değişim” demeye başladılar. O yenilmişliğin, umudu tükenmiş, seçmenlerinin bir kez yüzüne içten bakabilselerdi utanırlardı belki. Yetersiz kalacağınızı bile bile, eşlerini dostlarını, iş arkadaşlarını, hatta aile fertlerini kırıp dökecek, çaresiz depremzedeleri hedef alacak kadar gözleri dönerek savundular sizi. Hatta Ata’mızın 6 okuna aykırı tüm söylemlerine rağmen Selo’yu da HDP’yi de savundular, gerekçesini anlatmaya çalıştılar. Açtığınız her gediği canhıraş kapatmaya çalıştılar. Hatta “Seneye yine seçim olacak. Yeter ki Erdoğan’ı gönderelim. Bir daha aday olamaması için” bile dediler. Canı boğazında, enflasyon canavarı ile boğuşan, yurdu, yuvası, canları yerle bir olmuş, umudunu yitirmiş acılı insanlara en aşağılık biçimde saldırdılar. Bu kesim resmen Erdoğan’a hizmet etti. “Bu beş benzemez karar verinceye kadar gün akşam olur” diyerek, bozanın yapması için son bir şans vermeyi tercih ettiler.
Şu bizim gözümüzü kör eden kin ve nefretten bir adım geri atarsak bu gerçeği daha sağlıklı yorumlayabileceğiz. Olur ya bir seçim daha olursa yüzde kırk sekizlere çakılmamak için o insanları inandırmanın yollarını aramalıyız. Allah belanızı versin diyenler “Sandığa gitmem, oyumu da vermem ya da kerhen Erdoğan’a veririm.” dediler. Kimse kusura bakmasın bu zehirli dil seçimi kaybettiren.
Değişim isteyenlerin, yıllar yıllardır CHP’ye gönül vermiş seçmenlerin istedikleri tek şey vardı: bir kez olsun zaferi tatmak. Ve Kılıçdaroğlu sizin inadınız, yoldaşlarınızın basiretsizliği, samimiyetsiz aşağılayıcı söylemleri bu kitleye hüznün, kaybetmişliğin, hüsranın dibini yaşattı.
Bunca yazdıklarımdan sonra bana gelince şöyle düşünüyorum; Türk’ün töresini, dünyayı kıskandıran eşsiz kadın anlayışını, çalışkan, dürüst, paylaşımcı sosyal anlayışını sözde değil özde özümsemiş bir liderim olmadı. Vardı rahmetli oldu. Yolunda yürüyoruz mottosu da “Mustafa Kemal’in İtleri” diyenle el ele olanlar sayesinde masal oldu. Velhasıl “Bir dost bulamadım / Gün akşam oldu” Gerçek Atatürkçülerin partisi de duman oldu.
Seçim gecesi ağlayarak arayan arkadaşımın arkasında zafer çığlıkları yükseliyordu. “Keşke bu kadar çılgınca eğlenmeselerdi, çok zoruma gitti çok” diyordu. Seçim boyunca bu denli aşağılanıp, tercihlerini dahi söyleyemeyecek kadar baskılanmış kitleden başka ne beklenir ki. Tersi olsa da yirmi yıldan sonraki zafer kutlamaları farklı olmazdı. Kimse kimseyi kandırmasın.
Bu seçimin bir tek kazananı var sadece. Kumaşından ödün vermeyen Erdoğan. Nokta.. Kabul etsek de etmesek de…
Çok tebrik ederim hocam. Elinize , yüreğinize sağlık.