Cemre düştü. Havalar bahar tadında. Gölgeler hala kışlığını sürdürse de Güneş doğayı neşelendiriyor. Bursalılar bilir, dağdan gelen küçük çayın şırıltısıyla çay içmek keyiflidir Simit Sarayı’nda. Üç kat aşağı iner dere boyunda üstünüzdeki köprüden gelen geçeni izler, insan davranışlarının çeşitliliğine şahit olursunuz. Yanı başınızda konuşulanlara kulak tıkayamazsınız çünkü pek çok insan ev rahatlığında sohbet etmekte bir sakınca görmez. Şimdi onlara bir de telefon konuşmaları eklendi ve özel hayat yerle yeksan oldu.
“Komşu çocuğun düğün masrafları dert olmuş. Değmezmiş. Zaten askere bile gitmemiş nasıl yaptıysa. Nasıl adam olacakmış ki? Bilmem ne marka arabasına pek havalı binip günaydın bile demiyormuş. Dil bilse yurt dışında okusa bile adam olamazmış, başı secde görmezmiş yüzü gülmezmiş.” Hiç tanımadığım bu genç adamın tercihleri için böyle malzeme yapılması canımı sıktı. Hasta olabilir, işini sevmiyor olabilir, evliliğe zorlanıyor olabilir, edebinden başını kaldırmıyor olabilir diye düşünmeleri gerekirken yeni deyimle gömdükçe gömdüler delikanlıyı.
“Ben” diye başlayan cümlelerden hoşlanmasam bile bu konuyu anlatmak için mecburum.
Allah kullarına özgür irade ile “muayyen bir vakte kadar” istediği gibi davranma özgürlüğü vermiştir. Sonrasına da seçiminize göre Yüce mahkemede karar verilecek. İnananlar için böyle.
Allah bu hakkı tanırken insanların bir şeyleri zorla sevdirme baskısı benim vicdanımı hep rahatsız etmiştir, Bir rengi, bir insanı, bir dini, bir memleketi, bir geleneği ve daha birçok şeyi zorla sevdiremezsiniz. Mecbur bıraktığınızda insan ruhu hastalanır. Çünkü baskı yaratılış felsefesine aykırıdır, Sınırsız özgürlükten bahsetmiyorum.
Çocukluk çağımızda günün geçerli mesleklerinden birini seçmeye zorlanırız. En çok da doktorluk mühendislik. Başarısızsan insan için en değerli mesleklerden biri olması gereken öğretmenlik de “en azından “ diye yaftalanır. Günümüzde giderek maaşı iyi hale gelince tatilleri çok bahanesine sığınılarak o da seçkin meslekler arasına girmiş. Ve maalesef ki maalesef paraya en uzak olması gereken meslek bile demeye dilimin varmadığı imamlık.. İlahiyatçılık günün geçerli mesleği. Tam tembel işi. Parası çok, işi hiç yok.
Ülkemizin bilimde, sanatta ve diğer dallarda kayda değer başarısızlığının ana nedeni bu baskılarla yapılan seçimlerdir. Zeki bir çocuk sanatı seçemez, ziyan olur, sanat para getirmez zira. Zorlanarak okul bitirir ve hastasının yüzüne bile bakmayan nemrut bir doktor oluverir Kurduğu diyaloglarla bile şifa dağıtanla aralarındaki farklılık tam da budur işte. Biri isteyerek, biri zorlanarak seçim yapmıştır. Yeteneğin ayrıştırılmadığı eğitim sistemi ve seçme yerleştirme komedisi birçok gencimizi heder etmekle kalmayıp ruhlarını hasta etti.
İstemeden askere gitmiş bir gencin canından olması belki çok kızacaksınız ama hamasi söylemlerin dışında yalın düşünürsek ona şahadet, gönderene cinayet gibidir. Zorla ettirilen sadakat yemini geçerli olsaydı çok değil birkaç yıl önce “15 Temmuz hıyaneti” ile karşı karşıya kalmazdık. Oysa o kuşak andımızı her gün okumuş, Atatürk ilke ve inkılaplarını ezberlemiş, milletimizin kurtuluş savaşında engin ve eşsiz çabasını anlatan film ve romanlarla büyümüş bir kuşaktı.. Bunu özümsememiş, ülkesinden nefret eden, buraya bir çivi çakmayı bile zul gören bir insanı askere göndermek, orduya dinamit sokmakla eş değerli bana göre.
Ve bu yüzden vicdanı ret hakkını çok abartı bulmuyorum.
İstemeden doktor olmuş bir doktordan, istemeden öğretmen olmuş bir öğretmenden, zorla subay olmuş bir subaydan, iç dünyası karmakarışık bir imamdan başarı beklemek, hayalperestliktir sadece. Görevini yapar, eskilerin dediği gibi “sallar başını, alır maaşını.”
İradesini baskı altına alanlara isyan etmek bence en sağlıklı tepki. Tarza karşı çıkarım sadece. Samimi, içten, umarsız kendi değerlerini ortaya koyan, koyarken de kendisi gibi düşünmeyeni incitmemeye dikkat eden insanlara, benim gibi düşünmeseler bile çok saygı duyuyorum. Saygı duyuyorum çünkü çıkar uğruna samimiyetsiz biatlar, mide bulandırıcıdır. İradesini satışa çıkarmış insanlar yüzünden bu ülkenin yüzü gülmedi.
Yetenekleri kullanmak bence dinimizde “infak” dediğimiz paylaşım telkininin ta kendisidir. Tanrının içine koyduğu yetenek kişiyi başarılı kılar. Orada ilahi bir katkı vardır. Öyle olmasa onca akıl almaz icatlar, heykeller, resimler, mimari eserler, besteler ortaya çıkabilir miydi?
Ülkemin eğitim sisteminin sil baştan olması en acil meselelerden birisidir.
Sanat yeteneği ile donatılmış bir çocuğun başka alanlara zorlanmasına, dahi çocukların uyduruk çeviri sorularla seçme sınavlarına kurban edilmesine, istemeden gittiği vatan görevi(!)ne “dur” diyecek bir yürek çıkmadı. Çıkamaz çünkü iradesini kiralamış, siyasetçilerin memleket ve gelecek gibi bir kaygıları yok ve maalesef Atatürk’ten sonra da hiç olmamış. Öyleyse isteyen herkes “oy vermeme hakkını” da kullanmalıdır. Vatandaşlık görevini yerine getiren de zorbalık görüyor ve muhaliflerce değersizleştiriliyor.
Sadede gelirsek hiçbir şeyi zorla sevdiremezsiniz.
Kimseyi sizin istediğiniz gibi ibadet ve yaşam tarzına zorlayamazsınız.
Neden mi? Yazımın başında belirttiğim gibi, insanımızı akıl ve iradesi dışında davranmaya mecbur eden her kimse vicdan dediğimiz o yüce mahkemeden kaçamayacak. Sonuç ne mi olur? Merhametlilerin en merhametlisinin kararı olur.
“Vicdan ses olduğunda fikirlere / Tutsak olur mu hiç bedenler? / Fikirler ki bir ömür susmak bilmezler / Yaşamak güzel şey, yaşamaya değer, özgürsen eğer.” (A.Ögünç)