Sene 1967.. Rençber bir anne babanın oğlu olan Hüseyin, Turgutlu Lisesindeki resim öğretmeninin telkiniyle kazandığı İstanbul Üniversitesi Prehistorya ve Arkeoloji Bölümünde okusa da ailesinin ekonomik şartlarından dolayı hayata hızlıca atılma gerekliliğinden sevmesine rağmen arkeolojinin kendisine uygun olmadığını anlamıştır. Çünkü bir an evvel “eli ekmek tutmalıdır.”
İşini şansa bırakmak istemez. Bu farkındalıkla beraber iradesini ortaya koyar ve okula devam ederken hem üniversite sınavına hem ondan ayrı yapılan Eğitim Enstitüsü sınavına çalışarak her ikisine de girer.
Sene 1968. Yaptığı tercihlerden Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü’nden yetenek sınavı için davet gelir. Ankara’ya sınav için gider. Hayatında ilk defa gittiği Ankara’da liseden tanıdığı arkadaşlarının kaldığı Manisa Öğrenci Yurdu’nda kalır.
Ankara’da onlardan başka tanıdığı olmadığı gibi yeteneğinden başka bir gücü olmayan, 21 yaşında bir gençtir Hüseyin.
Ne bir parti, cemaat ya da tarikat mensubiyeti ne bir “dayı-amca” ne “ahbap çavuş ilişkisi” ne de şimdilerde pek popüler olan bilinen ya da su yüzüne çıkmamış herhangi bir “torpil mekanizması.”
Hiçbir şey!
Komisyondaki hocaların nezaretinde bir dizi zor aşamadan geçerek yetenek sınavında başarılı olur. Bu öyle tavizsiz bir sınavdır ki sınavı yapan hocalarının arkadaşı olan lisedeki öğretmeninin kızı bile iki defa denemesine rağmen başaramamıştır.
Sınavda başarılı olan Hüseyin, Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü’nde yatılı olarak okumaya hak kazanır.
Bu noktada Gazi Eğitim Enstitüsü hakkında bilgi verelim.
Atatürk ve Mustafa Necati Bey’in önderliğinde, 8 Ağustos 1927 günü genç cumhuriyetin orta öğretim öğretmenlerini yetiştirecek Gazi Eğitim Enstitüsünün temeli atılır.
Bina ilk başta İlköğretmen Okulu olarak düşünülse de 1926 yılında Mustafa Necati Bey’in önerisiyle, kurulan fakat henüz binası olmayan Orta Öğretmen Okulu yapılmasına karar verilir.
Mimar Kemalettin Bey tarafından projelendirilen devasa binanın inşası 1930'da tamamlanır ve okul, Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü adıyla eğitime başlar. Okulun adı 1940'lı yıllarda Gazi Eğitim Enstitüsü olarak değiştirilir.
Aynı binada 1943’ten 50’li yıllara kadar Ankara Fen Fakültesi misafir edilir. Enstitü 1979’da Gazi Yüksek Öğretmen Okulu adını alır, 1982’de Gazi Eğitim Fakültesi olarak düzenlenip Gazi Üniversitesi'ne bağlanır.
O tarihî binada kendisi gibi arkadaşlarıyla okur hatta yaşar Hüseyin. Erkek-kız yatakhaneleri, sınıf ve atölyeleri, yemekhaneleri hatta sinema ve etkinlik salonları aynı binadadır. Okuduğu dönemde ihtiyacın artmasıyla birlikte kızlar yatakhanesi, yemekhane binası ve başka binalar yapılarak hizmet alanları genişlemiştir.
Tarihi ana bina, o günün şartlarında ve Ankara’nın soğuğuna uygun olarak kaloriferli, çift çerçeveli camlarla korunaklı ve Türkiye Cumhuriyeti kadar evlatlarına karşı sımsıcaktır.
Günde üç öğün yemeğin yanı sıra malzeme açısından pahalı bir eğitim olan resim eğitiminin istisnasız tüm malzeme giderleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından karşılanmaktadır.
Bunun dışında her yıl bütçe döneminde (ki o yıllarda mart ayındandır) her bir öğrenciye bir memur maaşı kadar harçlık verilmektedir.
Bu vizyondaki Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sunduğu imkânlarla okuyan ve anaokulundan, üniversiteye kadar eğitimin her kademesinde ülkesine ve milletine 40 yıldan fazla süre resim ve sanat tarihi öğretmeni olarak hizmet veren ve onun gibi hizmet vermiş binlerce dar gelirli memleket evladından biri olan Hüseyin (Şirvan), benim babamdır.
İşte “dahili ve harici bedhahların, hatta iktidara sahip olanların” hedef tahtasına koydukları Türkiye Cumhuriyeti tam da budur!