Sevmek veya sevmemek bütün yaşamda ayırıcı elemanımız mıdır?
Başkasının üzerinden kendimizi sevmeyi, sevgi mi sanmaktayız?
Sevgiyi tanımadan, sevginin beklentisi ile mi yaşarız?
Bir grup içinde sohbet ederken bir bey yaklaştı ve;
- Size saygı ve sevgi duyuyorum, dedi.
Leylalığım tuttu da:
- Peki, yandaki arkadaşa neden sevgi duymuyorsunuz? Beni sevdiğinizi söyleyerek, diğer kişiye haksızlık yapmıyor musunuz?
Gerçekte ezberlenmiş sözler söyleyip ezberlenmiş yanıtlar bekleriz. Eğer yanıt hazır değilse afallarız, o bey gibi!
Bir başka şair bey:
-Seni seviyorum, çok çekicisin, dedi
-Beni sevmen seni ilgilendirir, beni değil, dedim.
- Ama,
-Yani sen seviyorsan ben de sevmek zorunda mıyım?
-Nasıl böyle duygusuz biri olabilirsin?
-Duygusallık, pöh, insanı aşağı çeken ağırlık sadece!
-Ama hala iş yapıyor!
Evet, hala iş yapıyor! Öyle ki dini, cinsi, teni ayrı diye bir insanı öldürme hakkımız olduğunu bile düşünebiliyoruz!
Sevgi hissinin, sevişmeyle, aşkla, enerji uyumuyla karıştırıldığı bir gerçek. Dikkatinizi çekmek istediğim sevginin yaşamımızı yönetecek kadar önemli olmadığıdır. Daha doğrusu başkaları ile ilişkimizde yanıltıcıdır. Öğretmeni sevmedik diye öğrettiğini, doktoru beğenmedik diye tedavisini ret etmemiz komik değil mi? Düşen birine yardım etmek onu sevmemizle ilgili olabilir mi? Ya da bize uymayan komşu, akraba, arkadaş elenmeli midir? Bu durumda sevgi, insan ayırmak sayılmaz mı? Sahip olmak veya kıskanmak gerçekten sevmek değil arzunun tuzağıdır.
Yatay akıştaki en çok ‘sevgi’ kavramında zorlanırız. Beklenti içerikli sevgimiz o kadar güçlüdür ki birçok komplekslere neden olur. Çocuklarını çok seven ailelerin çocukları kendi başlarına ayakta durmakta zorlanabilir. Sevgilisi, eşi terk ettiğinde kişi, eğer denge aralığını ayarlayamamış ise bencillik, hırçınlık, yaşama küsmek, etrafındakilere zarar vermek, nefret, intihar davranışları sergileyebilir.
Hani “elektriğimiz uydu” diyoruz ya! Yatay akışta elektriksel bir yakınlaşma yaşayabiliriz. İçgüdüsel bir yaklaşımdır, yaşamın devamı amaçlıdır. Ama elektrikler kesilebilir!
Üzümle elma nasıl kıyaslanır? Sevmek veya sevmemek sadece insana ayırım yaptırır, eğer bütünsel algılayamaz isek, ikisi de kör edici olabilir! Seviyor ve sevmiyorum ikilemi çok yanıltıcı ayırımcı bir zıtlıktır.
Örneğin: suyu seviyor muyuz, evet.
Peki; seli, (liman dalgası) tsunamiyi?
Ruhsal birlikteliğin oluşması zordur. Sevdiklerimizi, frekansımıza yakın kişilerden seçeriz. Ancak beraber frekans yükselmesi yaşayan kişiler uzun süre beraberlik yaşayabilirler. Eğer bir ruh, başka bir ruhla bu yaşamda birleşebiliyorsa, tüm ruhlarla da birleşebilecek olgunlukta olduğunu düşünebiliriz. Bizler yolculuğumuz süresince birileri ile rastlaşır ve bir müddet birlikte yol alabiliriz, birbirimizi etkileriz. Buluşmalar dikey akışta yaşanır ve buna aşk diyebiliriz. İki kişi fiziksel olarak ayrılsa da aradaki sevgi bitmez.
Evrenin sevgi ile yaratıldığını düşünmemiz de komik! Güneş bizi sevdiği için mi her gün aydınlatıyor? Elma, meyvesini sadece sevdiklerine mi sunuyor? Hassas bir planlama ve birbirini var eden akışları sevgi kelimesiyle açıklamak çok yetersiz kalıyor. Çünkü iki insanın yakınlaşma ve uzaklaşması dikey akışta, bulunduğu tekamül seviyesi veya frekanslarının yakınlığı oranında oluşur.
Olgun insan, sevme ve sevmeme gibi bir lüksünün olmadığını bilir ve beklentisiz izler, kendini beğendirmek için zorlamaya gerek duymaz. İnsan olarak bizden istenen güzelleşeceğimizi fark etmek ve ortaya çıkarmak bütünsel tablodaki ışığımızı yakmak, “herkesi seviyorum” demenin uygulama halidir!
Bütünsel bakışta severek ayırım mümkün değildir. Ve bizler devamlı akış ve değişim içindeyiz. Böyle bir ayırım bizim akışkanlığımızı engeller ve densizliğimizi gösterir.
..
AŞK ARASI
Ömür salıncağında
Sahil sesi işitilir,
Bir pişirimlik.
Rüya yordamıyla dünya,
Başka renklerde güneş ararız.
Soğuk havada
Elinde ekmek arası, aşk.
Giden gidilemeyen
Bilen bilinemeyen
Bu beden bedensiz yaşar
Ya sensiz?
Son durağım
Kon dudağım.
Boş başınaydı
Elinde, aşk arası ekmek!