Bir şey almak için girdiğimiz dükkândan, dükkâncının tavrı nedeniyle almadan çıktığımız olmuştur. Tam tersi de mümkündür. Kimi bilmeden kısmetini açarken kimi kapatabilir.
Resim sergimizde resmimi yanındakine açıklayan hanıma yaklaşıp sordum:
-Çalışmayı hissettiniz mi?
-Hissetmesem nasıl görürüm.. dedi!
Bildiğinden o kadar emindi ki, bu açıklama üzerine bir şey söylemeye gerek duymadım! Görme merkezi ile his merkezlerinin ayrı yerler olduğunu mu açıklasaydım, ya da hislerin bilinen kelimelere sığamayacağını mı? Yoksa görülenden hislere değil ama hissedişlerden görmelere geçileceğini mi?
Bu durumda susup biraz düşündüm. Bizler kısmetimizi kendimiz mi yaratıyorduk? Fark etmeden tavrımızla, suratsızlığımızla neler kaçırıyorduk? Ya da tavrımızla, gülümsememizle hangi sihirleri açıyorduk?
Bütünsel akışta düşüncelerimizin canlandığını, anında iletildiğini artık biliyoruz. Bunu bilmek bize sorumluluk getirmektedir. En önemli sorumluluk da düşüncemizden geçen olumsuz iletilerin farkına varmak ve onu iletmemektir.
Sevmediğimiz, kızdığımız kişiler için bile olumsuzluk düşünmeyelim, beddua yapmayalım. Beddua, bedduayı çoğaltır. Yaşam olumsuz düşüncelerle, şikâyetlerle ağırlaşır. Sonra derin nefes alacak alanımız kalmaz. Yatay akışta duygulara ayırdığımız emek, dikey akışta yol almamızı engeller.
Karşı çıktığımız her şeyi güçlendiriyoruz. Geçici üzüntülerin geçeceğini bilerek ertesi günlere niye aktaralım!
Bakın fotoğraftaki çiçeğe! ‘Yerim dar’ dememiş altı kat yukarıdaki çatıda çiçeğini açıp, kokusunu yayıyor!
.
Duygusal olmak değil duyarlı olmak, sorumluluğumuzu üstlenmek bizi bütünsel bir insan yapar.