Arkadaşım Alper Tolga Akkuş, “sağlamcı zihniyete kör topal muhalefet” sloganıyla podcast (sayısal ses yayını - sesyay) olarak başladığı ve sürdürdüğü “Sakat Muhabbet” programına bir süredir Açık Radyo’da da devam ediyor.
On beş günde bir salı günleri saat 16.00’da yayımlanan programın 14 Mart 2023 tarihli bölümünün konuğu kendisi de tekerlekli sandalye kullanıcısı bir engelli olan Celal Karadoğan idi.
Çok uzun zamandır sivil toplum sahasında çalıştığını ifade eden Celal Karadoğan, sosyal medyada kendini “Sosyal Girişimci/Gençlik Çalışanı, oğul-eş-baba ve sakat bir insan (her anlamda)” şeklinde “mütevazı bir tavırla” tanıtıyor. Oysa yaşamakta olduğu ve memleketi olan Adana’da 2005 yılında kurup başkanlığını sürdürdüğü Genç Engelliler Spor Kulübü ile bölgede spor yapmak isteyen engelli bireylerin milli takımlara kadar yükselmesinde nasıl katkı yaptığını, verdiği mücadeleyi biz biliyoruz.
Depreme Adana’da dördüncü kattaki -şükür ki yıkılmayan- evlerinde -hem de iki defa- yakalanan Celal, eşi ve 14 yaşındaki oğluyla deprem ve sonrasında yaşadıklarını ‘Sakat Muhabbette’ çok güzel anlatıyor. Söz konusu programı (https://open.spotify.com/episode/5Y2sqR9DYbNFLVlXe0g6hr) adresinden dinleyebilirsiniz.
Kendisinin değindiği noktalar çok önemli! Şehirlerimizin, her türlü “uçuyoruz, kaçıyoruz” söylemine karşılık mimarî anlamda durumu ortada… “Yaşamak/yaşatmak için” değil “başımızı/başlarını sokacak bir yer olsun yeter” zihniyetiyle ele alınan başta yapılaşma ve devamında şehirleşme anlamında sorun büyük. Hal böyle olunca engelli bireylerin özgürce “yaşayabildikleri” bir şehir, “erişebildikleri” eğitim, sağlık, fizik tedavi ve rehabilitasyon gibi başlıca hizmetler, sosyalleşecekleri mekânlar hem nicelik hem nitelik olarak eksik kalıyor.
Şehirler böyle… Ya kırsal kesim? Celal’in bir “engelli aktivist” öz eleştirisi olarak programda ifade ettiği gibi taşrada/kırsalda yaşayan, yaşamaya çalışan engellilerin durumu çok daha vahim.
Bütün bu sorunlar yetmezmiş gibi bir de deprem oldu. Hemen hemen her engelli birey, fiziksel şartlarına ve maddi imkanlarına göre yaşadığı evi düzenler. Zaten erişilebilirlik şartlarından “özgürlükleri kısıtlı” yaşayan engelliler, belki de en özgür oldukları yerden, evlerinden oldular. Şimdi depremde evleri yıkılan engelliler, bu düzenlerini yitirmenin ağır şartlarıyla cebelleşiyor.
Depremden önce de kamusal alanlarda kullanabilecekleri tuvalet, evlerde banyo başta olmak üzere, eğitim, sağlık, fizik tedavi ve “erişilebilirlik” şemsiyesi altında toplayabileceğimiz birçok kalem ihtiyaca erişim, kolay değildi “engellenen bireyler” için. Depremin meydana geldiği bölgedeki engelliler ve aileleri, içinden geçmekte oldukları travmanın da ötesinde bu zorlukları, “imkansızlıklar ortasında insanı tüketen bir yılgınlık” olarak yaşamaktalar. Bölgedeki kurumların işlevini yitirmesinden dolayı alamadıkları, bilhassa çocukların fizik tedavi ve eğitim gereksinimi de cabası…
Tam da bu yüzden depremin ardından bölgede köy köy, ilçe ilçe gezen Celal, haykırıyor:
“Deprem bölgesinde engelli yurttaşlarımız var!”
Ayrıca, kendisinin programda kurduğu şu cümleleri de fazlasıyla önemsiyorum:
“…içimize umut olan gönüllüler... Her yaştan, her gruptan, her dünya görüşünden insan sahadaydı. Yani açıkçası kişisel olarak da şöyle bir şey de deneyimledim. Bugüne kadar hiçbir masanın etrafında oturmadığım, bir bardak su içmediğim insanlarla omuz omuza engelli insanlara bir şeyler ulaştırdık. Yani gerçekten depremden önce deseydin ki, ‘Ya Celal, senin rehberinde şu kurumdan, bu kurumdan insanlar olacak. O kadar sempati duyuyorum ki onlara şu anda. Çünkü güzel bir dayanışma oldu. Hiçbirimiz birbirimizin siyasi görüşüne bakmadan ya da yardım götürdüğümüz insanların siyasi görüşüne bakmadan, dinine, ırkına bakmadan mücadele verdik. O anlamda gerçekten çok acayip günler yaşıyoruz. Her anlamda acayip günler yaşıyoruz.”
Ben Celal’in yaşadığı bu deneyimi fazlasıyla kıymetli buluyorum. Çünkü, çeşitli demagojik ve inançsal araçlarla öteden beri topluma sunulmuş hayırseverlik temelli “dikey mimarî sosyal yapı” yerine, “herkes gibi, herkesle beraber kaliteli yaşamayı” ilke edinen dayanışma temelli “yatay mimarî sosyal yapının” o çok öykündüğümüz “birlik ve beraberliğin, birlikte yaşama ve üretme kültürünün, sosyal barış ve adaletin” önemli bir adımı olduğu kanaatindeyim.
O halde bu dayanışmanın devamı için tekrar haykıralım:
“Deprem bölgesinde engelli yurttaşlarımız var!”
Ve bölgedeki engellilerin sorunları halen devam ediyor!..
elinize sağlık güzel bir yazı olmuş çok çalışmamız gerek tüm enerjimizi yok ediyorlar malesef