Mâlik'ül-Mülk, mülkün yegâne ve gerçek sahibi, kullarının ve onların malik yani sahip olduklarının maliki, mülkünde dilediği gibi hükmünü yürüten olurken, El-Mâlik ismi temel anlamıyla, Allah’ın mutlak mülkün sahibi, mutlak iktidarın sahibi, mutlak gücün sahibi oluşu demektir ve aynı zamanda Mâlik, ism-i faildir. Görülen ve görülmeyen bütün âlemlerin, bütün kâinatın tek sahibi ve mutlak surette tek hükümdarıdır, Kendisine ibadet edilmeye yegâne lâyık olan O’dur. O’nun istediği olur, istemediği olmaz. O, bir şeyin olmasını isterse, sadece “Ol” der, o da derhal olur. Olmasını istemediği hiçbir şey de asla varlık sahasına çıkamaz. Ali İmran suresi 26. Ayeti kerimede,
De ki, “Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.”
denilerek bu gerçek vurgulanır. Allah’ın dışında hiçbirimiz gerçek anlamıyla malik olamayız, ancak mülkün sahibi Allah’ın emanetçisi olabiliriz çünkü malik olmak için varlığımızın kendiliğimizden ve daimi olması gerekir! Malik olmamız için varlığımızın evveli ve sonu olmaması ve kendimizi de mülkü de kendimiz yaratmış olmamız gerekir. Oysa bizler, Allah’ın dünya hayatı içerisinde fanilik özelliğinde yarattığı, başlangıcı ve sonu olan tecelliler olurken, sahiplendiğimiz mülk de yaratılmış ve dünyada kalıcı olanlardır. O halde, yaratmadığımız, yaratamayacağımız ve ölünce ardımızda dünyada kalıcı olanların nasıl sahibi olabiliriz! Sahibi yani malik değiliz, emanetçileriyiz. Mülk suresi 16. Ayeti kerimede,
O gün onlar orta yere çıkacaktır. Onlardan hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmayacaktır. “Bugün mülk ve hükümranlık kimindir?” Bir olan, Kahhâr olan Allah'ındır.
denilerek bu gerçek anlatılmaktadır. İnsanın kendi hakikatine cehaleti sonucu varlığını sahiplenerek önce kendisinde kendisini malik görmesi ve bu görmeyle yaşamın içinde lütfedilenlerde de kendisini malik görmesi gerçek anlamıyla kendisini Allah’a ortak koşması olmaktadır. Zumer suresi 44. Ayeti kerimede,
De ki, “Şefaat tümüyle Allah’a aittir. Göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur. Sonra yalnız O’na döndürüleceksiniz.”
denilmektedir. Göklerin ve yerin hükümranlığı Kendisine ait olan, bizlere Malik olanın, malik olmaklığın sadece Kendisine ait oluşuyla Kendisi olduğunu zikreden Allah, fanilik gerçekleştiğinde bizi yaratan Kendisine dönüp hesaba çekileceğimizi söylemektedir. Bu gerçek apaçık ortada dururken, aslında hiçbir zaman malik olamazken, kendimizi malik zannedip ilahlık iddiasında bulunarak Allah’a ortak koşar bir halde yaşamak, kendimize yapacağımız en büyük kötülüktür. Allah’a inanan bizler, dünyevî yaşam boyunca malik olarak Allah’ı zikredip Allah’ın kulu olmak sorumluluğundayız çünkü insan oluşumuz, mülkü sahiplenip ortak koşmayı değil, mülkün sahibinin Allah olduğu bilincinde Allah’a kul olmayı gerektiriyor. Bizlerin bilinçli varlık olmasının sebebi, bilincimizle Allah’ı idrak ederek, tevhit üzerine Allah’a kulluktur. Tegabün suresi 1. Ayeti kerimede,
Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ı tespih eder. Mülk yalnızca O’nundur, hamd de O’na mahsustur. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
denilerek de bu hakikat anlatılmaktadır. Göklerdeki ve yerdeki her şeyin Allah’ı tesbih edişi, mülkün yani yaratılmışlığın tümünün Allah’ın yaratmasıyla var olduğunun ve Allah’ın mülkünde hükmettiğinin vurgusudur. Allah’ın kulu olabilmek için bizler de mülkü sahiplenmek yârine malik olarak Allah’ı zikretmeli, hamd etmeliyiz. Yüce Kur’an’ı kerimde Cenab-ı Allah, işiten idraklere,
De ki, “Allah’ım! Ey mülkün sahibi! Sen dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden mülkü alırsın” (Âlî-İmran suresi, 26) Dünyanın bütün mülkü O’nundur. (Furkan suresi, 21) Mülkünde ortağı yoktur. (İsra suresi, 111) Dünyada bu mülkünden dilediğine verir. (Bakara suresi, 247) Ahirette ise mülk sadece O’nun olacaktır. (Mü’min suresi, 16) Din gününün sahibi de O’dur. (Fatiha suresi, 4) İşte o gün gerçek mülk Rahmanındır. (Hac suresi, 56)
buyurarak Malik olanın sadece Kendisi olduğunu beyan etmektedir. O halde insanın önce kendi varlığını, sonra da malı mülkü sahiplenip “Ben malik olanım” demesi Allah’a küfür değil midir? İşte İslam dini ve imanı, bizler bu küfürden geçelim diye gelmiştir. Küfür üzerineyken, İslam’ın gereklerini yerine getirmek sadece kendimizi kandırmaktır çünkü küfür içinde olmak bizi tevhit yönüyle direkt İslam dışı kılmaktadır.
Varlığımızı sahipleniyoruz, evimizi, arabamızı, işimizi, dükkanımızı, çocuklarımızı, anne ve babamızı kısaca Allah’ın mülkünden emanet olarak verdiği dünyanın kendisi de dahil tüm yaratılmışlığı sahipleniyoruz. Bunlar için yaşıyor, bunları tesbih ediyor, bunları sevip bunlara kul oluyoruz. Yaşantımız asla bizim olamayacak mülkü çoğaltmakla geçiyor. Bu uğurda İslam mensubu, peygamber ümmetinde olmaması gereken tüm yasaklar içinde oluyoruz. Yalan söylemek, çalmak, dolandırmak, hak yemek, zulmetmek, görevi kötüye kullanmak, makamı menfaat için kullanmak gibi ne varsa tüm yasaklar içinde oluyoruz. Mal çoğalıyor, mülk artıyor, evler, daireler, arabalar, paralar, altınlar ne varsa dünyalık çoğalırken, beraberinde sorumluluğu da çoğalıyor. Ama bir gün tüm dünyanın sahibi de olsak hepsini geride bırakıyoruz! Hani mülk bizimdi, hani mülkümüzde hükmeden bizdik, hani biz Maliktik? Bizler asla Malik olmadık, olamayız. Bizler lütfedilen varlığımız da dahil tüm mülkün emanetçisi olarak sorumluyuz emaneti Hak yolda kullanmaya!
İbrahim Bin Ethem Hz’ni biliriz hepimiz, derviş olup Allah’ın kulluğuna ermek için padişahlığı terk eden zat! Henüz derviş olmadan önce sarayında padişah olarak bir yemek düzenler, şehrin ileri gelenlerinin hepsi yemeğe katılırlar çünkü padişah çağırmaktadır. Yemekler yenir, herkes muhabbet içindeyken sarayın salonuna iri kıyım bir adam girer ve İbrahim Bin Ethem’in karşısına dikilir. Padişah önce şaşırır, sonra, “Sen kimsin adam, buraya kadar nasıl gelip girdin?” diye sorar. Adam, “Ben yolcuyum, bu handa konaklamaya geldim” deyince, “Sen deli misin, burası han değil benim sarayım” der. Adam, “Bu saray senin mi?” diye sorar. İbrahim Bin Ethem, “Evet benim elbet” deyince, “Senden önce kimindi?” diye sorar adam. İbrahim Bin Ethem, “Babamın” diye cevaplar. Adam, “Ondan önce kimindi?” diye sorar bu sefer. İbrahim Bin Ethem, “Onun babasının” der. Adam, “Neredeler şimdi onlar?” diye sorar. İbrahim Bin Ethem, “Yoklar öldüler” diye cevaplar. Adam, “Bu kadar adamın gelip konaklayıp sonrada göçtüğü yer han değil de nedir?” deyip çeker gider.
Allah, Kendisine inanan bizlere, Malik olanın Kendisi olduğunu beyan ederek, yaşantımızı mülkün sahibi olduğumuz zannıyla mülk için yaşamak yerine mülkü sahiplenmeden emanetçisi olarak Kendisine kulluk üzerine yaşamamız gerektiğini beyan etmektedir. Evet, mülkümüz olsun, helal yoldan dünyevî zenginliğimiz olsun ama hem helal yoldan olsun hem de hak yolda kullanılsın! Mülkün malikiyiz zannıyla kendimizi mülk elde etmek için yasaklar içine girip heba etmeyelim. Allah, Kendisine kulluğu, kendisinden başka ilah olmadığına şehadet üzerine yaşamaya bağlamış. Malik’lik iddiasından geçip kendimizde ve her yüzde Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet etmek ve bu şehadet üzerine yaşamak, yaşantımızın önceliği olmalıdır çünkü gerçek zenginlik Allah’ın razı olduğu kullardan olmaktır. Mülkünde kendisini emanetçi değil de malik gören kişi, bu küfrüne tövbe etmedikçe şehadet ehli olamayacaktır.