Öz Türkçesi yetersiz ve hırslı.. Argosu: Yetersiz bakiye
Türkiye’nin değişimine zenginlerine bakarak gözlemleyebilirsiniz.
Eskinin zenginleri kollarına taktıkları milyonluk saatlerle değil, sessiz ve gösterişsiz yardım edebildikleri, ulaşabildikleri, sorunlarını çözebildikleriyle gururlanırlardı.
Zengin olup, yaşam biçimini değiştirmek isteyenler semt değiştirirlerdi, göze batmamak için.
“Çok bilen çok yanılır” sözüne inanılır, topluluklarda ölçülü konuşulurdu. Görgü başköşedeydi. Herkes yerini bilirdi.
Seksenlerden sonra ülke hızla değişmeye başladı. Yap-sat zenginleri türedi. Anadolu’nun şehre uymayan görgü ve yaşam biçimi şehirlere taşındı, o engin, derin görüş, ahlaka dayalı yaşam biçimi yerine garip, temelsiz, avam, özenti bir tarz hâkim oldu. Yaşadığımız şehirler kimliklerini kaybetti, mimarimizi yansıtmayan, ucube gökdelenlerle birbirine benzedi.
Öz yerine cebe bakan bu kitle fabrikalar, işletmeler kurarak, bazen inşaat sektörüyle bazen de yasa dışı yollarla baş döndürücü servetlere ulaştılar. Ancak ünlü olmalıydılar, gündeme gelmeli, onları herkes tanımalıydı. Bu açıklarını da paradan başka amacı olmayan, dışı süslü içi boş manken, şarkıcı artist bozuntuları ile kapattılar. Öyle şark kurnazıydılar ki bukalemun gibi her iktidarın rengini aldılar.
Zaman geçtikçe işin ince noktalarını kavrayıp, başka ve sözde daha saygın işlere el attılar. Çalışmadan para akacak kaynağı buldular; Cemaatler.
Dış güçlerin en iştahlı konusuna talip olunca dost olmaları da kaçınılmaz oldu. “Herkesin vardır bir açığı” gerçeğinden yola çıkarak, bilim adamları, gerçek sanatçılar, namuslu, ergin iş adamlarını da bir şekilde bağladılar. Ülkenin üzerini bulut gibi sardılar ve yönetimlere gelmeleri tereyağından kıl çeker gibi kolay oldu. Birinden kurtulduk derken meğer daha “çeşit(!)leri” varmış…
Kaba saba valiler, “Sizi seviyorum” diyen vatandaşa “Öyleyse takla at!” diyen bakanlar, çocuk tacizine “Bir kereden bir şey olmaz!” demeye varan ucuz sözler.
Sevgilisiyle görülünce çiçekleri sulamaya gittiğini iddia eden milletvekili yanlarında ne kadar masum hatta sevimli kaldı hatırlarsınız. En acısı da saray gibi mülkte oturup devasa bütçesi ile Vatikan’ı kıskandıran “hıyanet”leri gördük.
Adam kayırmaya alışıktır bu ülke, bari işinin ehli olsalardı. Olanlar da bu “yetersiz hırslılar” sayesinde elendiler.
Kimsenin helal kazancını nasıl yediği ile ilgili bir derdimiz yok!
Derdimiz devletimizin, milli değerlerimizin hızla aşağı çekilmesi.
Dört dil bilmek, elçi olmak için yeterli sayıldı, görgünün, deneyimin, zarafet ve kültürün önemi yoktu.
İsmail Cem gibi dışişleri bakanı, Yazıcıoğlu gibi halkın gönlüne giren vali, Adnan Kahveci gibi yılın birkaç ayı kitapları ile inzivaya çekilen siyasetçi, Ahmet Taner Kışlalı gibi gerçek anlamda özgürlükçü akademisyenleri, Uğur Mumcu gibi ülkeyi dert edinen korkusuz gazetecileri, dinin Kuran’la yaşanması gerektiğini ömrünce savunan Yaşar Nuri hocamızı, “Üçgenin Nemrutları”nın amaçlarını anlatan Aytunç Altındal’ı özlemedik mi?
Bir bir elimizden aldılar erdemlilerimizi “Kifayetsiz Muhteris”ler…
Dedik ya ağzımdan yanlış bir şey çıkar korkuları olmayanlar kusmak da sakınca görmediler. Öyle yayıldı ki bu hastalıklı hal, sosyal medyada kopyala-yapıştır becerisiyle ne “entelektüel” ler, ne “filozof”lar türedi.
Annesi ile yıllarca konuşmayıp, anneye saygı ve sevgi üzerine söylemler mi istersiniz, beş evlilik geçirip, ilişki uzmanı olanları mı, tıp diploması bile meçhul doktor paylaşımlarını mı, kendisi alkolik kişisel gelişimcileri mi, kim bilecek ki mantığı ile intihalci “çok satan(!)” yazarlar mı, say say bitmez. Hepsi ama hepsi “yetersiz bakiye.”
Taş yerinde ağırdır.
Ezbere dayalı, temelsiz her söz sizi mahcup eder.
Gerçek entelektüel bilgisinin farkında ama pazarlamacısı değildir. Doğal olanı yapar; yerinde ve zamanında konuşur, gereği gibi davranır. Yetersizliği kapatmak yerine, yeterlinin yerine göz diken cahil cesaretli insanlar, özgüven denizinde boğulmaktan kurtulduklarında çok utanacaklardır. Çünkü o temelsiz cesaret onlara kaçınılmaz şekilde geri dönülmez hatalar yaptıracaktır.
“Oxford vardı da okumadık mı?” diyene hak vererek imkân meselesi demeyeceğim. Bilgiye erişim çok kolay. İlgi ve yeteneklerimiz doğrultusunda kendimizi geliştirebilir, toplumun bir eksiğini kapatabiliriz. Yerini ve haddini bilen insan asla pişman olmaz. Saygı görür, yapabildiği en iyi işle değer görür, alkışlanır.
Müthiş ve dayanaksız bir özgüvenle her konuda ahkâm kesen, çok bilgili çok yeterliymiş gibi davranan ve herkesin onlara diz çökmesini, alkışlamasını isteyen bu kitlenin itibar görmesi, alkışlanması, ülkemin geleceği için son derece ürkütücüdür bana göre.
Ve yine bana göre toplumda herkesin aydın, donanımlı olması ve elbette haddini bilmesi harika olurdu..