Korona virüs salgını kısıtlamaları sürecinde ikinci ‘yaşlı’ iznini de (17 Mayıs Pazar günü) kullandık. Amaçsızca habire yürüdük. Ekmek fırınları ile o ad altında ekmek ve ramazan pidesinin yanı sıra döner, lahmacun ve pide çeşitleri satan lokantalar dışında her yer kapalıydı. Gezinti sırasında bankada, PTT’de işlemini yapamayan, bakkaldan ve manavdan evdeki torunu ile diğer yaşayanlara ve kendisine bir şey alma zevkini tadamayan yaşlılar.
Barış Manço’nun şarkısını hatırladım gezerken. ‘Dün yine yapayalnız dolaştım yollarda, Yağmurlarda ıslanan bomboş sokaklarda.’ Neyseki yalnız değildim, yanımda canım eşim Fatoş, gökte ise yağmur değil kızgın güneş vardı. (yalnız başına gezenler de vardı tabi)..
Yürüdük Ankara’nın Çankaya İlçesinin Mustafa Kemal Mahallesi’nin yollarında. Mustafa Kemal’in yolunda yürür gibi.
Aynı mahallede bulunan İyi Parti Genel Merkezinde asılı (bez üzerine yapılmış) kalpaklı dev Mustafa Kemal resmi ve Türk Bayrağını selamladık. Büyük Önder'in, kurtuluş mücadelesini başlatmak için 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkışının 101. yıldönümü kutlamalarımızın ilkini (ben ve eşim) böylece Mustafa Kemal Mahallesi’nde, yiğit Türk kadını Meral Akşener’in Genel Başkanı olduğu İyi Parti’nin Genel Merkezi’nin önünde, Atatürk ve şanlı Türk Bayrağını selamlayarak başlatmış olduk.
Yaşlılara (yaşlı sayılanlara) reva görülen bu mahrumiyet izninin hüznünün yanında, Mustafa Kemal Mahallesi’nde, O’nu ve Türk Bayrağını selamlamanın gururuyla eve döndük.
***
Evde meşgul olmak için sosyal medyayı tararken, yaşlılarla ilgili, tam da benim hüznümü yansıtan bir öyküye rastladım.
Öykü şöyle:
"..Memleketin birinde bir töre varmış.
Buna göre; elden ayaktan çekilip üretim dışı kalmış yaşlılar, ücra bir köşede ölmeye bırakılıyormuş!..
Töreye uymayanlar ise ceza olarak yaşamdan koparılıyormuş!..
Uygulama öylesine katıymış ki, buna karşı çıkmak kimsenin aklının ucundan bile geçmiyormuş.
...
Bu ülkede bilge bir adam ve onun, babasını çok seven bir oğlu varmış.
Adam belirli yaşı aşınca, oğlu onu sırtlayıp, ormanın derinliklerinde bir yere getirip bırakmış.
Tam dönecekken “Baba şimdi nasıl geri döneceğim, ormandan çıkışı nasıl bulacağım” diye sormuş.
Babası “Oğlum” demiş. “Sen beni sırtında taşırken, ağaçlardan kuru dalları koparıp, geçtiğimiz yerlere bıraktım. Onları izleyerek yolunu kolayca bulursun!..”
...
Oğul içinden “Bu adama kötülük yapılır mı” diye geçirerek koyulduğu yolculukta kuru dallar sayesinde kolayca evine ulaşmış.
Babasının ormanda açlık ve susuzluktan ölmesine gönlü razı gelmediğinden, töreye, yasaya aldırmaksızın yiyecek içecek götürmeye başlamış!..
...
Günler günleri kovalarken, oğul her gidişinde, babasını ülkede olup bitenlerden haberdar ediyormuş.
Bir gün tellallar yollara dökülüp “Her kim tokmaksız davul çalmayı başarırsa, hükümdarımız onu vezir yapacak” diye bağırmaya başlamışlar.
Oğul bunu babasına iletince yaşlı adam “Bundan kolay ne var oğlum” demiş. “Davulun içine arı doldur, hükümdarın huzuruna çıkınca, davulu yuvarla, yeter!..”
Oğul da bunu yapmış ve vezirliği kapmış!..
Doğal olarak bunu babasından öğrendiğini de kimseye söylememiş!
...
Günler geçmiş, devran dönmüş, tellallar yine yollara koyulup “Her kim külden urgan yapmayı becerirse, padişahımız ona sadrazamlık verecek” diye duyurmuşlar.
Tabii oğul yine babasına koşmuş. Bilge, “Oğlum! Urganı taşa koyar üzerine gazyağı döküp tutuşturursun. Al sana külden urgan!..” demiş.
Böylece oğul sadrazamlık mührünü bu kez de kimseye kaptırmamış!..
...
Bir süre sonra yeni bir duyuru yapılmış:
“Her kim kağıtta ateş taşırsa, hükümdarımız kızını ona verecek!..
Koca ülkede hiç kimse çözüm bulamayınca oğul, soluğu babasının yanında almış.
Bilge ona da çözüm bulmuş:
“Çok kolay oğlum! Kağıttan bir fener yapar, içinde de mum yakarsın. Al sana kağıt içinde yanan ateş!..”
Oğul bu sınavı da başarıyla geçince padişah “Sen bunları kendi aklınla çözemezsin. Sırrını açıklarsan, hem kızımla evlendireceğim, hem de hiçbir ceza vermeyeceğim” demiş.
Babasını çok seven kadirbilir oğul da her şeyi açıkça anlatmış.
Padişah dikkatle dinledikten sonra “Demek ki yaşlılarımızın beden güçlerinden değilse bile, akıl ve deneyimlerinden yararlanabilirmişiz” diyerek, töreyi kaldırmış!.."
***
Ege bilgesi değerli yazar Şadan Gökovalı'nın anlattığı masaldan çıkaracağımız pay, büyük filozof Immanuel Kant'tan gelsin:
“Yaşlanmak bir dağa tırmanmak gibidir. Çıktıkça yorgunluğunuz artar, nefesiniz daralır, ama görüş açınız genişler…”
***
Sosyal medyada incelemeyi sürdürürken araştırmacı, tarih yazarı Cengiz ÖZAKINCI’nın 'Laiklik Fransız değil Türk icadı’ başlığını taşıyan yazısına rastladım.
Özakıncı, “Laikliği Fransızların icat ettiği bir uydurmadır. Vahye dayalı dinsel toplumlarda laiklik devrimi dünyada ilk kez 1050-1060 yıllarında Türkler tarafından, Tuğrul Bey tarafından gerçekleştirilmiştir. Tuğrul Bey’in devrimi yalnızca Atatürk’ün laiklik devrimine değil, Fransız Devrimi’ne de örnek olmuştur’diyordu.
Cengiz Özakıncı şöyle devam ediyordu: “Atatürk’ün Devrimleri’ni anlayabilmemiz için, o devrimlerin toplumda hangi dönüşümlere yol açtığını bilmemiz gerektiği gibi, kökenlerini de bilmemiz gerekiyor.Bu nedenle, Atatürk Devrimleri’nin Batı’da zannedilen kökenlerinin aslında pek çoğunun Türk Tarihi’nde kökleri olduğunu anlatmak istedim. Atatürk’ün, devrimlerinin kökenlerini neden Türk Tarihi’ne dayandırdığını anlayabilmek için de, O’ndaki Türk tutkusunu bilmemiz gerekir.
Büyük Selçuklu Devleti Hükümdarı Tuğrul Bey, halifenin yetki ve görev alanını sınırlandır, halifenin devlet işleriyle bağını tamamen kopardı. O andan itibaren İslam’da dünya-devlet işleri ile din işleri tak diye ayrıldı. Bugün ders kitaplarında laikliğin öncüsü diye belletilen, ‘laikliği biz icat ettik’ diye böbürlenen Fransızlar, o tarihte yazı bile yazmıyorlardı. Türkiye’de Fransız Büyükelçiliği’nin internet sitesinde ‘Dünya ölçüsünde laikliğin bir Fransız icadı olduğunu yazabiliriz’ deniliyor. Laikliği Fransızların icat ettiği bir uydurmadır. Semavi dinlerde laiklik tamamen Türk icadıdır. Fransız Devrimi’nde bile Tuğrul’un etkisi vardır. Tuğrul hem din işleriyle, devlet işlerini ayırmış; hem de halifenin muhatabı olarak vezirini göstermiştir. Atatürk 1922’de saltanatla hilafeti ayırırken, Tuğrul’un 1050’li yıllardaki bu yaptığını Nutuk’ta belirtmiş, ‘İşte biz aynen böyle yapıyoruz’ diyerek, bu yaptığında Selçuklu Sultanı Tuğrul’u izlediği örneğini tüm dünyaya ilan etmiştir.”
***
İncelemelerim sürerken, iki yargıç başkanın, mahkemelerinin aldığı kararlara karşı çıkarken ileri sürdükleri görüşler de dikkatimi çekti ve içimi ısıttı;
RTÜK, 23 Mart’ta TELE 1’de yayınlanan “Gün Başlıyor” adlı programda Can Ataklı’nın Milli Eğitim Bakanlığı’nın TRT EBA TV’de türbanlı öğretmene görev vermesini eleştirdiği gerekçesiyle kanala üst sınırdan 5 kez program durdurma ve 25 bin 881 TL idari para cezası verdi. Ankara 12. İdare Mahkemesi, TELE 1’in avukatı Şükrü Evrim İnal’ın açtığı davada RTÜK kararının yürütmesinin durdurulması talebini 17 Nisan’da oyçokluğuyla reddetti.
Kararı veren mahkemenin iki kıdemsiz hâkimi, gerekçede hukuki bir değerlendirme yapmadı. Ancak, Mahkeme Başkanı Fetih Sayın, buna karşı 9 sayfalık çarpıcı bir muhalefet şerhi yazdı.
RTÜK’ün bağımsız idari otorite (BİO) olduğuna işaret eden Sayın BİO’ların en temel özelliklerinin bağımsızlık, tarafsızlık, uzmanlık ve profesyonellik olduğunu vurguladı.
RTÜK’ün 23 Mart’taki programa 2 gün sonra ceza verdiğini ve bunu 3 Nisan’da kanala elden tebliğ ettiğini anımsatan Sayın, bağımsız ve tarafsız olması gereken RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’in, konu henüz kurumun ilgili daire uzmanlarınca incelenmemişken medyaya yansıyan ifadeleri nedeniyle davacı tarafça, “tarafsızlığını yitirmek, hasmane bir tutum almak ve ‘ihsası rey’ niteliğinde açıklama yapmakla” itham edildiğini anımsattı..
Mahkeme Başkanı Fetih Şahin, şunları söyledi:
“Yaşanan tüm bu hususların da bağımsız idari otorite vasfındaki davalı idarenin eylem, işlem ve kararlarında uzmanlıktan uzaklaştığı, profesyonel bir davranış sergilemediği, tarafsızlık algısına ağır darbe vurduğu görülmektedir. Dava konusu kararın alınış ve tebliğ sürecinin anayasa, yasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün ihlali niteliğinde olduğu, adil yargılanma ilkesine aykırılık taşıdığı açıktır.”
***
İkinci yargıç ise Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan’dı...
Anayasa Mahkemesi (AYM), Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu (YİK) Üyelerine yapılacak ödemelerin Cumhurbaşkanınca belirlenmesi ve Yüksek Askeri Şüra’nın (YAŞ) Sekreterya işlerinin Cumhurbaşkanınca belirlenecek bir merci tarafından yürütülmesine ilişkin iptal talebini reddetti.
CHP’nin başvurularını karara bağlayan AYM’nin gerekçeli kararında, Cumhurbaşkanının yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri çıkarabileceği, ‘temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile siyasi haklar ve ödevler konusunda ise düzenleyeme yapamayacağını vurgulandı.
AYM’nin her iki kararına da başkan Zühtü Aslan muhalif kaldı. Arslan, YAŞ Sekretaryasının işlerinin yürütülmesi kararı konusunda, ‘Anayasada kanunla düzenlemesi öngörülen konularda CBK çıkarılamayacağı’ görüşünü dile getirdi.
Zühtü Arslan, YİK Üyelerinin ücretlerine ilişkin şerh yazısında da, ‘YİK üyelerine yapılacak ödemelerin mülkiyet oluşturduğunu, temel hak ve özgürlükler kapsamında kalan mülkiyet hakkının da CBK ile düzenlemeyecek yasak alan kapsamında kaldığını’ belirtti.
Bunlar bence hakiki iki görüş. Bu görüşlere muhtemelen içinden katılıp, ‘reis’i üzmemek için farklı oy kullananlar ise hukuk ve demokrasinin birer sorunu.
---
İYİ BAYRAMLAR, İYİ HAFTALAR