Cento toplantısına katılma bahanesiyle Menderes'in ABD'ye Ekim-1959 ayında yaptığı gezide, borç almak için gösterdiği çaba karşılık bulmadığı gibi 1954'deki gezide gördüğü itibarın çok azı bile gösterilmemişti. Borçlanma yerine gelir artırıcı çabalar harcamasını anlatmak için, heyete Başkan Eisenhower’in tahsis ettiğii bir askeri uçak ile sanayi şehirleri gezdirilmiş ve iş adamları ile toplantılar düzenlenmiştir.
Siyasetçilerimiz neden böyle sorusunun iki temel nedeni var. Birincisi vizyonları yok. İkincisi de geliri artıracak bir ekonomik modelleri olmadığından, toplumun genel refahını artırma yerine yandaşların kalkınmasını sağlayıcı politikalar yürütmeleridir.
Nüfus artışıyla birlikte öğrenim gören sayısı artıkça hükümetler, iş ve gelir elde etmelerine çare bulamadıkları için var olan ekonomik dengeleri de bozucu davranışlar içerisine girmişlerdir. Herkesin cebi para görsün diye para basmaları enflasyonu körüklemiş ve fiyatlar artmıştır. Bu da yetmemiştir türlü bahaneler ileri sürülerek 6-7 Eylül 1955 olayları ile dini azınlıkların malları yağmalanmış ve kaçanların mallarına öne sürülen yağmacıların eline geçmesi sağlanmıştır. Tabiidir ki gazete haberlerine dayanarak yağmaya başka şehirlerden gelip katılan saflar tren istasyonlarında yakalanarak teşhir edilmiş ve yargılanmışlardır. Zaman zaman ileri giden siyasi hasımlara baskı kurulmuş, yurt dışına kaçtıklarında da mallarına el konulmuştur. Bu işler kayyum atama yolu ile hukuki hale getirilmiştir. Gecekondulaşma teşvik edilerek hazine arazilerinin yandaşlar tarafından yağmalanmasına göz yumulmuştur.
Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı yüksek öğretim kurumları zorba siyasetçilerin kontrolüne verilerek muhalif öğrencilerin okuması engellenmiş ileride de doğacak devlet kadrolarına yandaş çocuklarının atanması sağlanmıştır. Örneğin ben de Eğitim enstitüsü genel sınavlarında 2. olmama rağmen giriş için başvurduğum Erzurum Eğitim Enstitüsü mülakat sınavını ülkü ocaklarına kayıtlı olmadığım için kaybetmiştim.
İnşaat ihalelerini yandaşlara aktarabilmek için çeşitli mafya grupları ile işbirliği yapan siyasetçiler, yatırımların gerçekleşmesini de geciktirmişlerdir. Bütçe bir okul yapacak kaynağa sahip iken on yerde okul temeli atılıp yatırımların gerçekleşmesi on yıllarca sürmüş ve fiyat artışları ile astarı yüzünden pahalı olduğu gibi kalitesizdirler.
Siyasetçiler nitelik yerine nicelik kavramı ile konuştukları için yetersizliklerini yeterli göstermeye çalışmışlardır. Tarafgir siyaset toplumun ideolojik kamplara bölünmesine ve varlık sahibi olabilmek için devleti ele geçirme çabaları yüzünden çatışmaya sevk etmiştir. Yaşadığımız 1970 ve 1980 olaylarının temel nedeni budur.
1980 sonrası Özal dönemin de "Anayasa bir defa delinmekle bir şey olmaz” tavrı ile devletin kanunları ve kurumları değersizleştirilerek, kurumsallaşma yıpratılarak “ben ne dersem o doğrudur” ilkesi uygulanmaya başlanmıştır. Yani bu "her şey benim işime geldiği gibi olacak" demektir. Çünkü dönemin siyasetçilerinde "bu toplumun aklı ermez, bir ekmek buldumu gerisini düşünmez" kanaati hakimdir. Özal Bursa Çelik Palas Oteli'nde iş adamları ile yediği yemekte davranışlarının esasını oluşturan şu ifadeleriyle örnek vermişti: "Almanya’nın kurucusu Bismark işçileri daha fazla çalışmaya, fazla mesai yapmaya yönlendirmek için mağazalara kutu gibi vitrinler yaptırtmış. 1970'li yıllarda Vakko'nun vintrinleri gibi. Bunlara tek bir şey koydurtmuş. Bir ceket veya bir etek veya ayakkabı gibi. Çalışanın bunu alabilmek için daha fazla çalışmasını sağlamış.”
Parası olanın çalışmayacağı düşüncesiyle halkı bankerlere soydurmuştur. Nasıl olsa bunları eline geçiren yatırım yapar ve gelirimiz artar hesabı yapılmış. Mesut Yılmaz ile de "Özelleştirme" adı altında kurumların değerli varlıkları yandaşlara satılmıştır. İstanbul Hilton ile Bursa Çelik Palas otelleri bunun en güzel örnekleridir.
Çiller ile bir ekonomi profesörüne kavuşan halk, yeni hamleler ve kalkınma modelleri beklerken, ülkenin 80 öncesine döndürülmeye çalışıldığını gördük. Gece yarıları devlet bankaları açtırılıp eve kamyonetlerle döviz taşındığını duyduk. Sorarsan "milli mesele. halkın aklı ermez". Tarihi perspektiften baktığımızda tüm davranışlar konjoktürel. Bunlar Özal gibi yeni bir yöntem bulamadıkları için geçmiş dönemde yapılanları tekrarlamışlardır. Borç buldular mı 'biz yaptık', beceriksiz kaldıklarında 'sebep dış düşmanlar ve onların içerdeki yandaşları'...
Gördüğüm kadarıyla vizyon sahibi ve sanayileşme ile kalkınma modelini savunan tek siyasetçi Necmettin Erbakan idi. Sanayinin önemini ve teknolojik gelişmenin getirilerini anlatıyordu. Fakat Demirel ile kurduğu koalisyonlardan taraftarın nasıl besleneceğini herkesten iyi öğrenmişti. Bu yönden ideallerinden vazgeçmemiş, boş bulduğu her araziye temel atmayı da ihmal etmemiştir. Erzincan şeker fabrikasının temelini meclise arabasıyla götüren millet vekili acaba sonradan hicap duymuş mudur? Fakat ne kadar irtica mensubu ve Atatürk düşmanı kişi varsa bu partide yer bulmuştur. Çünkü bunlar da oy sahibi kişilerdir.. Geleni kabul etme ihtiyacı duymaktasın. Dolayısıyla devlet yapısı bu siyasetten hep tedirginlik duymuştur.
Var olan hukuk sistemi siyasetin adaletsiz tavırları yüzünden adaleti sağlamakta yetersiz veya geç kalmıştır. Davaların sonuçlanmasının yıllar sürmesi insanları endişeye sevk etmiştir. İdare her zaman haklıdır yaygın kanaattir. Bu yüzden ideolojik kavgada yer almak istemeyen insanlar haklarını en azından koruyabileceğini düşündükleri tarikatlara, cemaatlere veya uluslararası kulüp adı altında faaliyet gösteren derneklere üye olmakta bulmuşlar ve yararlanmışlardır.
Son dönem de tarihin tekerrüründen başka bir şey değil. Daha deneyimli ehil ve becerikli olmaları işlerini kolaylaştırmıştır. Daha pişkin ve güvenli tavırları ile toplumu etkilemektedirler. Yandaş olabilmek de kolay olmadığından kadro olarak seçilenler de taze kan olarak sürecin devamını sağlamaktalar. Her siyasi yapıda olduğu gibi liyakat esas değil, sadakat esastır. Liyakat sahibi olanlar da verilen ücret karşılığında hizmetle mükelleftir.
Bu ülkede tarafsız ve okumuş aydın kesim her zaman tehlikeli görülmüş ve tavır alınmıştır.
1980 yılı Ekim ayında yüksek lisans dönem kaydı için okula gittiğimde, zemin kattan 3.cü kata kadar merdivenler yırtık kağıt ve resim parçaları ile dolu idi. Yukarı çıktığımız da emekli olan Prof. Dr. Cahit ARF hocanın müze haline getirilen odasında yer alan yazılı belge ve fotoğraflar yırtılarak yerlere atıldığını gördük. Jandarma karakolundan gönderilen bir astsubay ile üç er bunları parçalamış. Yerlere atmış. Bir de panodaki matematik tarih şeridi de parçalanmış. Fransa bursu ile dünyada şu anda yapılan asma köprülerin matematiksel modelini kuran, Arf teoremlerini yazan bilim adamına "Atatürkçü ve çağdaş komutanların" layık gördüğü işlem. Bizim ağlamaktan başka yapacağımız bir şey yoktu.
Yılar sonra “Bitaraf olan bertaraf olur” (Tarafsız olan yok olur) deyişini duyduğumda Cahit ARF hoca aklıma geldi. Bu adam tarafsız ve demokrat olduğu kadar işinde çok titiz çalışkandı. Sahipsizdi. Arkasında bir oy deposu yoktu. Bu ifade bu ülkenin gerçeği idi. Bunu bir tecrübe aktarımı olarak görmekte yarar var. Ülkemizin Siyasal yapısı uzun zamandır bu deyiş üzerine şekillenmiştir. Tarafsız olanlar çayırdaki çok güzel bir çiçek gibidir. Ya bir hayvan gelir yok eder veya hoşuna giden biri koparıp bir müddet muhafaza eder. Öldürülen bilim adamları gibi. Taraf olmayı beceremeyenlerin yapabileceği tek şey başka bir ülkede kendine yer aramak.
Gelecek nasıl olacak? Bu yaşananlardan sonra toplum, siyasi yapıların gelecek için kalkınma programını iyice inceleyip değerlendirmezse, aynı şeyleri tekrar tekrar yaşayacak. Halkın ilk sorusu: “pastayı nasıl büyüteceksin?” olmalı. Pasta yeteri kadar büyümedikçe bazı leylek yavruları gibi yuvadan atılacaksın. Yuvada yaşayan SEÇİLMİŞLER doymadıkça, senin için yaşam sıkıntılı ve zor geçecek..
Liyakat sahibi bir vizyoner siyasi önder buluncaya kadar "aynı tas, aynı hamam" yaşayıp gideriz.
Sağlıcakla..
___
Not: Safsata konusunda detaylı bilgi için :
https://www.yatirimkredi.com/mantiksal-safsata-nedir-safsata-turleri.html