Er-Rahmân, rahmet kelimesi kökünden türeyen bir kavram olup, insan, hayvan, mümin, kâfir farkı gözetmeksizin, varlık âleminde yaratılmış her canlının her türlü rızkını veren ve onları koruyup gözeten anlamına gelirken, Allah için kullanılan bir kavramdır, Allah Rahmândır! Rahmân, ancak Allah'ın ikram edebileceği nimetleri veren Allah'tır beyanıyla ifade edilebilir. Bu nedenle Rahmân, Allah'a özgü bir sıfatın ismidir. Cenab-ı Allah Kur'an'da, “Rahman'ın kulları” diye bahseder.
Rahmân’a, ancak Allah’ın verdiği nimetlerin verilişi hakikatinden bakıldığında bu nimetlerin, yaratılmış olan dünyevî nimetlerin verilişinden çok daha büyük ve kutsî nimetler olduğunu görürüz. Evet, bütün dünyevî nimetleri de veren Allah’tır ama Rahmân esması penceresinden baktığımızda nimetler, ekmek, su gibi dünyevilikler değil, hayat, ilim, irade, kudret, görme, işitme, kelâm ve tekvin olarak çıkar karşımıza! Rahmân’a kendi öz hakikati gerçekliğinden anlam yüklediğimizde, Allah’ın bizleri, bilinçli bir insan olarak yaratmasıyla Kendi özelliklerinden vermesidir demek yine bizler için gerçeği kavramak açısından doğru bir tanım olur. Besmele’de Allah, Rahmân ve Rahim esmalarının bu sırayla zikredilmesi kulağa hoş gelsin diye değil, Allah’ın varlıkları Kendi Rahman oluşuyla var ederek, Rahim oluşuyla da yaşamın devamlılığına işaret edişindendir. Bu sebeple Rahmân, Allah’ın zatî ismidir çünkü yaratılmışlık zatına ait özelliklerin yaşamdaki yansımasıdır. Allah’ın Rahmân oluşu ve bu sıfatıyla her yarattığına tecelli edişi, her yaratılanı Kendisinin yaratmış olmasıyla yaratılanın Kendi sıfatı oluşundandır. Yüce Kur’an’ı Kerimde, Taha suresi 5. Ayeti kerimde,
Rahman olan Allah arşa istiva etmiştir.
denilmektedir. Arş, eşyaya değer verip eşya merkezli yaşayan akılla, eşya anlamında kabul edilip, ayakları olan koltuk gibi bir şeydir ve yedinci kat göğe yerleştirilmiştir. Yüce Allah tıpkı dünya hükümdarlarından biri gibi bu koltuğa oturmuştur şeklinde yorumlanır. Oysa arş, cümle yaratılmış olan yaratılmışlığın kendisidir. Allah’ın Rahmân oluşuyla cümle yarattıklarında mevcut bulunmasıdır. Yaratılmışlığın ve yaşamın devamlılığı Allah’ın Rahmân oluşuyla arşı istiva edişindendir. İstiva, ortada ve tam yerinde, tam derecesinde bulunma, orada olma ve hükmetme anlamında kullanılan kavramdır. Furkan suresi 59. Ayeti kerimede,
O, gökleri ve yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan ve sonra arşa istiva eden, Rahman olan Allah’tır. Bunu haberi olana sor.
denilerek de bu gerçeklik, Allah’ın Rahmân oluşuyla yaratılmışlığı yarattığı ve tüm yaratılmışlıkta yine Rahmân oluşuyla mevcut olduğu vurgulanır. Evet, Allah Rahmân’dır ve Rahmân olduğu için yani cümle yaratılmışlıkta, dirilik, ilim, irade, kudret, görme, işitme, kelâm ve tekvin olarak mevcut bulunduğu için yaratılmışlık vardır ve yaşam devamlı olarak gerçekleşmektedir. Allah’ın Rahmân oluşunu yarattığı bir şeyin üzerinden çekmesi yani o şeyde varidatı olan emanetini alması, o şeyin varlığının şekil yönüyle son bulmasıdır. Varlığını kendisi var etmedi ki sonsuz olsun. Varlığı var edileninin sonu kaçınılmazdır. Muhabbette, bir kelime başlar devam eder ve biter yerine yeni kelime gelir! Yokluk sadece o şey için geçerlidir çünkü Allah Rahmân oluşuyla her yarattığında mevcut bulunduğundan dirilik, ilim, irade ve kudret gibi tüm sübût sıfatlar yaşamda süreklidir ve devam etmektedir. Mülk suresi 3. Ayeti kerimde,
O, biri diğeriyle tam bir uyum içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahmân’ın yaratmasında hiçbir çelişki ve uygunsuzluk göremezsin. İşte gözünü çevirip gezdir, herhangi bir çatlaklık, bozukluk ve çarpıklık görüyor musun?
denilerek dikkat çekilen hakikat de budur. Öyleyse bizler, Rahmân’ın mevcudiyetiyle var olup varlığı devam eden bilinçli insanlar, bu gerçeğin idrakine varıp varlığımızın şükrünü yapanlardan olmalıyız! Kulluk, varlığımızın şükrü üzerine yaşamanın adıdır. İnsan, kendi varlığının gerçekliğine cahil olduğundan kendisini diriliğinde, irade ve kudretinde yani tüm sübûtî sıfatlarında Rahmân olarak gördüğünden şirk içinde küfür üzerine yaşar ki bu gerçeğe isyan etmek olurken, ilahlık iddiasında bulunmaktır. Oysa Allah, Kendisinden başka ilah olmadığını beyan ederken, Kendisine inananlardan da bu beyanı tekrar edip şahit olmalarını istemektedir. Bu gerçeğin inkârı bizleri İblis konuma düşürür de kabullenmeyiş yani secde etmeyiş devreye girer. Zuhruf suresi, 36. Ayeti kerimede,
Kim Rahmân’ın zikrini görmezlikten gelirse, Biz bir şeytana onun üzerini kabukla bağlattırırız. Artık bu, onun bir yakın dostudur.
denilerek bu gerçek ifade edilir. Nedir, kulluk olan varlığın şükrü? Başka hiçbir şeye değil ancak Allah’a kulluk yapsın diye kul olacak özellikte bilinçli varlık olarak yaratılan insanın Allah’a kulluğu nedir?
Kulluk, namaz kılmak, oruç tutmak gibi İslam’ın beş şartı diye sıralanmış olan ibadetler üzerine olmaktır dersek kulluğu basitleştirmiş, değerini düşürmüş, hak ettiği saygıyı göstermemiş oluruz çünkü bu tanım kulluk için noksan olur! İnsan, Rahmân’ın tecellisi oluşuna cahilken ve bu cehaletle varlığını sahiplenerek reddediyor ve isyan ediyorken de ibadetlerin şeklî boyutunda olabilir. Hiç iman etmemiş birisine namazın şeklini yaptırsanız, sahur ve iftar arası yemek ve su vermeseniz, onu alıp Mekke’ye götürüp Kâbe’nin etrafında yedi kere döndürseniz ve sonra bıraktığınızda yine Allah’ın emirleri üzerine değil de kendi nefsinin istediği gibi yaşayacağından o kişi ibadet etmiş olur mu, yaptıkları Allah’a kulluk diyebilir miyiz? Kulluk, inandığını söyleyip, ibadet ettiği iddiasındayken, yalan söylemeye, çalmaya, hak yemeye, dolandırmaya, gasp etmeye, kandırmaya, yetim malına el koymaya, haksız kazanç sağlamaya, görevi kötüye kullanmaya devam etmek midir? Bu sorunun cevabı bizlere kulluğun ne olduğunu gösterecektir.
Kulluğun tanımı kişilere göre mi yoksa Allah’a göre mi olmalıdır?
Kur’an’da Cenab-ı Allah’ın tanımladığı kulluk, varlığımızdaki, Allah’ın zatına mahsus olan Rahmân tecellisini sahiplenmekten geçerek tövbe edip, varlığımızda bu gerçeğe şehadet etmek ve bu şehadet üzerine yaşamımızı sürdürmektir. İbadetler, zannımızca, kulluk üzerine değilken yapılıyorsa Hak katında geçerli değildir çünkü, Yunus suresi, 36. Ayeti kerimede bu hakikat,
Onların çoğunluğu zandan başkasına uymaz. Gerçekten zan ise, haktan hiçbir şeyi sağlayamaz. Şüphesiz Allah, onların işlemekte olduklarını bilendir.
denilerek vurgulanır. Kulluk, varlığımızın Rahmân olan Allah’ın mevcudiyetiyle var olduğunu ve devam ettiğini idrak edip, varlığı sahiplenmekten geçerek şirkimize tövbe etmeyle Rahmân’ın şükrünü yapabilmek sonucu, dünyada yaşarken, kendimizde ve her yüzde Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet edip bu şehadet üzerine yaşamaktır. Rahmân’ın şükrünü yapamayanların şehadeti henüz gerçekleşmemiştir.