Dost, zevklerin ve düşüncelerin uyuştuğu kişidir. Dost, kişisel çıkarlar için ilişki kurduğumuz kişi değildir. Dost, kalbimizde olandır. Sevincimizde, üzüntümüzde yanımızda olandır. Dost, hiçbir menfaate kayıtlanmadan, sadece sevgi, saygı, adalet ve güven üzerine kurulan ilişkinin yaşandığı kişidir.
Bu tanımlamalar ışığında dost, dostunun haliyle hallenendir.
Bir dostumuz olmasını istiyorsak öncelikle kendimiz dostluk kurmalıyız. O zaman bizler dost tanımına uygun hareket etmeliyiz. Dost tanımına uygun hareket etmeden dostluk kurmak mümkün değildir. Şimdi, dost bildiğimizin dostluk tanımına aykırı hareket etmesi bizi ne kadar çok üzüyorsa, dost bildiğimizin aykırı hareket etmesini beklemiyorsak, şayet bir gün ettiğini görürsek, uğrayacağımız şaşkınlık, üzüntü ve kalp kırgınlığını asla bir başkasına yaşatmamalıyız. Dostluk bekleyen dostluk yapmalıdır. Hiçbir dostluk yapmayanın dostluk beklemesi ve özellikle beklentilerine cevap bulamadığı için sizden uzaklaşması, o kişinin size kör olması ve aslında hiçbir zaman sizin dostunuz olmayışındandır eğer siz dostluk tanımı içindeyseniz.
Kişilerin, kendi kişisel çıkarları için ilişki kurması, düşüncelerinizin uyuşmaması, sevincinizde riyakâr, üzüntünüzde mutlu, her zaman ön planda kendi menfaatleri olması, sevgisinin yapmacık, adaletten uzak, güvensiz davranışlar sergilemesi ama dost gibi görünmeleri, karşılarındakine en büyük zararı verir. Onlar dost değil nefsanî beklentileri adına ticaret yapan sahtekârlardır, münafıklardır, müşriklerdir çünkü mümin dost olandır ve mümin dostluğun içini dolduran, dostluk tanımı kendisine bakılarak yapılandır. Dost olmayan kişilerin hayatınızda bulunuşu beklentilerine varıncaya ya da beklentilerine varamayacaklarını anlayıncaya kadardır. Dost için dostundan daha önce gelen hiçbir şey olamaz. Dost önce kendisini değil dostunu düşünür.
Dünyevî menfaatlerinin, nefsanî beklentilerinin esiri olmuş kişilerden, gerçek anlamda dostluk beklenemez. Onlar için dostluk nefislerine aykırı olmaktır ve asla anlaşılamayacak olgudur. Onlar maneviyattan ve kutsiyetten uzak olduklarından dostluğu da anlayamazlar. Onlar, egolarının doğrultusunda kendilerine zulmetmek olan dünyevi yaşamın gelip geçici yalanlarının tutkunları olarak ego tatmini için gereken ve içinde menfaat bulunan arkadaşlıklar kurarlar. Onlar, gerçek dostluğa ve iman üzerine mümin kul olmaya aykırıdırlar, inkârcıdırlar. Nisa suresi, 139. Ayeti kerimede,
Onlar, müminleri bırakıp kafirleri dostlar edinirler. Kuvvet ve onuru onların yanında mı arıyorlar? Şüphesiz, bütün kuvvet ve onur, Allah'ındır.
denilerek bu hakikat vurgulanır. Müminleri dost edinmekten yani samimi, adil, sevgi ve saygılı bir şekilde müminlerle birlikte olup iman üzerine yaşamaktan uzaklaşıp, kafirleri dost edinenler yani kafirlerle birlikte aynı anlayış içinde yaşarken kafirleri sevenler, saygı duyanlar kendilerine zulmedenlerdir. Onlar, mümin olmak için arınmaları gereken nefsanî sıfatların esiridirler ve onlar, inkâr edip emmarelerinin yönlendirmesiyle yaşarlar. Maide suresi, 80. Ayeti kerimede,
Onlardan çoğunun inkara sapanlarla dostluklar kurduklarını görürsün. Kendileri için nefislerinin takdim ettiği şey ne kötüdür. Allah onlara gazablandı ve onlar azapta ebedi kalacaklardır.
denilmektedir. Dostluk, sevmek, saygı duymak, zikretmek, muhabbet etmek, hizmet etmek ve birlikte yaşamak özellikleriyle kurulan ilişkidir. Bizler, yaşantımızın içinde neyi seviyor, neyi zikrediyor, neye hizmet ediyorsak dostluğumuzu onunla kurmuşuzdur lakin bu ilişkinin dostluk olması için adalet üzerine menfaatsiz olması şarttır. İçinde adaletin olmadığı, menfaatin ön planda bulunduğu ilişkilerin içinde sevgi, saygı, zikretme ve hizmet etme olması onu dostluk yapmaz. O, ancak gerekliliklerin yerine getirilmesi olur. Bu tanımlamalarla baktığımızda insanın dostluk kurması sadece insanlara karşı değil yaratılmış her şeye ve yürüttükleri görevlere karşı da olmaktadır. Yaratılana sevgisi ve saygısı olmayan dostluk kurmamış demektir. Görevini adaletle yapmak yerine kendi çıkarları için kullananlar dostluk kuramamış demektir. Onlar sadece kendi egolarıyla dost olanlardır, gerçekte dostu olmayan, yalnız, acınası halde zavallılardır. Günlük nefsanî kazanımlarıyla cehennemi dünyada yaşayanlardır çünkü onlar gerçek dostluk kurulması gereken Allah’a, dost olmak yerine karşı çıkıp isyan edenlerdir.
Evet, insan yaratılmış her şeye sevgi ve saygı duymuyorsa, makamını ve görevini kötüye kullanıyorsa, haksız kazanç elde ediyorsa, insanları kullanıyorsa, sahte, yalan, ikiyüzlü olarak bulunuyorsa münafıklık, kafirlik, müşriklik yapıyordur ki bu hali onu Allah’a isyankâr yapmaktadır, Allah’a kafa tutmaktır, Allah’a büyüklük taslamaktır. Oysa insan Allah’ı dost edinip Allah’ın dostu olarak yaşayıp, dost olarak ölmelidir. Nisa suresi, 45. Ayeti kerimede,
Ve Allah, sizin düşmanlarınızı daha iyi bilir ve dost olarak da Allah yeter, yardımcı olarak da Allah yeter.
denilerek bu gerçekliğe dikkat çekilmektedir. Allah’ın dostluğuna ulaşmadan ölmek isyankâr olarak ölmektir. İşte, “Kul hakkı” olarak ifade edilen değer, Allah ile dostluk kurmaktır çünkü bizler kul olma özelliğinde yaratıldığımızdan dolayı bu kulluğa erebilecek olanlarız ki kulluk Allah’ın dostluğuna ermektir. Allah’ın dostluğuna eremediğimiz sürece kul hakkı yemiş oluyoruz yani dost olma özelliğimizi Allah için değil, dünyalıklar için, egomuz için, nefsimiz için kullanıyoruz. İşte bu hal, kul hakkı yemek oluyor. Allah ile dost olmak için öncelikle yaratılmış her şeye sevgi ve saygı duymalıyız çünkü yaratan Allah’tır. Allah’ın yarattığına sevgi ve saygısı olmayan Allah’a dost olamaz. Adaletli olmayan dost olamaz. Allah’ı zikretmeyen, her şeyin üstüne tutmayan dost olamaz. Makamını, görevini kötüye kullanan dost olamaz. Yapmamız gereken, Nisa suresi, 125. Ayeti kerimede,
İyilik yaparak kendini Allah'a teslim eden ve Hanif olan İbrahim'in dinine uyandan daha güzel dinli kimdir? Allah, İbrahim'i dost edinmiştir.
denilerek tarif edilendir. İyilik yapmak yani her şeyi sevip, saygı duyup kollayıp yapabildiğimiz kadar faydalı olmaktır. Kendimizi Allah’a teslim etmek yani mümin kullardan olmaktır. İşte o zaman Haniflerden yani tevhit üzerine yaşayanlardan olup Allah’ın dostluğuna erebiliriz. Hz. İbrahim As’ın bir diğer ismi, Halil’dir yani Allah dostu. O halde Hz. İbrahim gibi yaşamadan Allah’a dost, Peygamberimiz gibi yaşamdan Allah’a sevgili olamayız.
Allah’ın dostluğuna; yani 'dost, dostunun haliyle hallenendir' gerçeğinde Allah’ın kulu mümin kulluğa ulaşan kişi, tevhit üzerine bakmaya başladığından, 'kendisinde ve her yüzde Allah’tan başka ilah olmadığı' gerçeğine şehadet etmeye başlar.
Şehadeti olmayanın henüz Allah ile dostluğu yoktur.
Allah ile dostluk.. ne güzel tarif. Hiç aklıma gelmemişti.