1960’lı yılların ilk yarısında Erzurum’un İspir ilçesine akşam üzeri otobüs ile biri gelip otele yerleşiyor. Kasabanın 300 metre çarşısı var. Sabahleyin otelin altındaki kahveye inerek, fırndan aldığı pide ile karnını doyurup torbası ve çekici elinde karşıdaki Korga Dağı’na tırmanıyor. Akşama doğru torba dolu dönüyor. Her gün aynı işleri yapıyor. Bu taşların bazılarını paketleyerek posta ile Ankara ya gönderiyor. O zamanlar telefonlar manyetolu idi. Şehirlerarası konuşmak için kayıt yaptırılır ve beklenirdi. Orda bulunanlar senin konuştuklarını dinlerdi. Bu adamda Ankara’ya telefon kaydı veriyor. Bağlandığında konuşuyor. “Mahmutbey çalışmalar iyi gidiyor. Bu memleketin yüzde 60’ı maden ve saflık oranı da yüzde 90’ın üstünde.” Kasabalılar bunu duyunca endişeye kapılıyorlar. Bu adam kimdir? Kimin nesi kimin fesidir? “Bizim madenleri başkasına yediremeyiz” diyorlar. O zamanın yerli ve milli savunucusu (!) CHP’lilerin önderliğinde adamı sorgulamaya karar veriyorlar.
Ertesi gün adam kahvede otururken etrafını sarıyorlar. Tehdit vari sorguya çekiyorlar. Adamda maden mühendisi olduğunu, Ankara’da bir maden arama ve işletme şirketinde çalıştığını, burada da o şirket adına araştırmalar yaptığını, incelenmesi için numuneler gönderdiğini anlatıyor. Kasabalılar da bu işi onlara yedirmeyeceğini net birşekilde ifade ediyor. Adam diyor ki “sakın benim adımı vermeyin. Mahmut Beyle görüşüp ortak olmaya çalışın. Beni söylerseniz işimden olurum.” Diyor. Onlar da bir temsilci belirleyerek Mahmut beye telefon açıyorlar.
Mahmut Bey telefonda bunları paylıyor. Siz kimsiniz bana engel olacaksınız? Öyle ortak olmak kolay mı? Yönetim kurulundan karar çıkması lazım. Deyip telefonu kapatıyor. Ertesi günlerde mühendis Mahmut Bey ile konuşurken gündeme gelen bu mesele de Mahmut Beyi iknaya çalışıyor. Kasabalılar mühendise sorduklarında “sizlere hisse verilmesini yönetim kuruluna karar için götüreceğini söyledi” diye cevaplıyor. Kasabalılar da tabii çok seviniyor. Birkaç gün sonra ortak olmak isteyenler PTT aracılığı ile havalelerini yapıyorlar.
Mühendis diyor ki, “Bu araştırmaların erken bitmesi için bana yardımcı olun. Numuneleri taşıyın..” Onlar da dağa onunla birlikte gidip taşları taşıyorlar. Ankara’ya tahlil için gönderiyorlar. Mühendis de incelemelerin sonucu belli oluncaya kadar Ankaraya gidiyor. Birdaha hiç haber alamıyorlar.
Çakallar arazisi az olan bu bölgede, gurbete gidip, kazandıklarını evine getiren insanları maden olarak görüp, güvenlerini de saflık olarak değerlendiriyorlar. Tokatçılığı da kendi başarıları olarak niteliyorlar. Bir konuda çok başarılı olabilirsin. Bu her konuda başarılı olacağın anlamına gelmez. Diğer konularda madene dönüşebilirsin.
Babama bunları anlatan Nüfus Müdürü Kemal amca sonuna dedi ki, “Başefendi en ağırıma giden, en büyük ve ağır taşları bana taşıtıyordu. 'Bunlar çok değerli ve kıymetli.. Sakın yere düşürme' diye de tembihliyordu..”