Ne dersiniz?
Resim yapmanın ne olduğu ile başlamalıyız herhalde. Resim yapmak insanın doğasında doğal olarak var olan bir davranıştır. Karalama ile enerjisini dengelediği, renklerle duygusal fazlalığı ayarladığı bir uğraş. Kendini iyileştirdiği, varoluşu anlamlandırdığı bir doğal süreç. Eğitim, kişiyi eğmek, topluma uyum sağlamak nedeniyle verilir. Kişisel büyüme eğitimin kapsamı alanında değildir ve hatta ters düşerler. Kısacası resim yapmak için eğitim verilemez!
Resim izlemek de kişisel bilinç seviyesinde geliştirici bir etki sağlar. Bunu senfoni müziğini dinlemekten zevk almak için atılan alıştırmalara benzetebiliriz. Yani kulak, sanatsal müziği dinleye dinleye, göz ise sanatsal resmi göre göre kendini eğitir. Böylece güzellik kavramı yerselden göksele doğru doğal bir akış yaşar.
Resim yapmak öğretilir. Bu bir teknik çalışmadır. Perspektif, espas, boya karışımı, malzeme kullanımı gibi. Teknik bilgi ise çocuklara on beş yaş sonrası önerilir. Boyama kitapları ve görüneni resimleyen çalışmaların benzetme eleştirileri işin doğallığına tamamen terstir. Görünen bir nesne, ne kadar güzel çizilirse çizilsin o bir kopyadır. Bunları resim değil öğrenci işleri ya da işçilik olarak ayırt etmeliyiz.
Biraz da sanat öğretimi tarihimize bakalım mı?
1882 de 2. Abdülhamit döneminde kurulan Sanayi-i Nefise Mektebi, ilk güzel sanatlar yüksek okuludur. Bazı eğitimciler Avrupa’dandır!
1908 yıllarında kurulan Osmanlı Ressamlar Derneği bu ülkeye ait çalışmalar yapmışlar. Bu dernek sonra 1926 da Türk Sanayi-i Nefise Birliği adını almış sonra daGüzel Sanatlar olmuştur. 1929 Cumhuriyetin ilk sanatçı topluluğu kurulmuş ve Avrupa’ya gitmeleri için sınavla öğrenci seçmişlerdir. Avrupa dönüşü bu toprağın kokusu, hissi çalışmalara yansımamıştır. Çünkü her gül yetiştiği toprağa ait kokuyu yayar! Bunu fark eden bazı ressamlar, köylü resmi yapmışlar ama maalesef işi kotaramamışlardır. Resim yapmak, hele sanata dönüştürmek, eğitilecek bir süreç değildir. Yerel olmadan evrensel olunamaz!
1925 yıllarında maalesef müzik eğitimi için de Avrupa’ya gönderildi gençler! Oysa bizim makamlarımızdaki notalar onlardan çok daha çeşitliydi! Ayrıca geleneksel sanatımızın da yeniliğe açık olmaması sanatın sonsuz yolculuğunda bir engel oluşturmuştur.
Ve Türk resmi vitrini, naif ressamların yaptığı şekilsel, içi boş çalışmalara kaldı. Tıpkı müziğimiz de, aranjman ve arabesk denilen çalıntı bestelere Türkçe sözler yazılarak bize sunulması gibi!.. Sunulması diyorum resmen bu zevksizlik bize pompalandı. Böylece izleyen de şekilde, görünende, duygusallıkta, yüzeyde kaldı. Sanatın içselliğini hissedemedik.
Bu arada bazı sanatçılar özlerinden ödün vermediler ama biz onları tanıyamadık!
Şimdi de bir resmin sanatsal sayılması için birkaç özellik açıklayalım:
1- Bütünsel mi?
2- Yenilik var mı?
3- Akış hissediliyor mu?
4- Ressam samimi mi?
Sanat, kendinden başka hiçbir şeye ait değildir. Kıyaslama, not verme, beğenip beğenmeme onun özünde yer almaz. Sadece çocuk bakışı ile bakmayı deneriz. O, bir ibadet, bir dalınç halidir. Sanatın tüm dallarını kendimizi ve oluşumu keşfetmek için kullanabiliriz. Bu bizim akışkan halimizi kolaylaştırır, varoluşa uyumumuzu sağlar, sağlıklı ve güzel oluruz!
‘SÖZÜN KISASI, BEN ÖNCE İNSAN OLMALIYDIM, SANAT DAHA SONRA BUNUN İÇİNDEN ÇIKAR.’ (Paul Klee)
(Paul Klee)
.....
Yazarın tüm yazıları için tıklayınız
.....