Günler su gibi akıp geçti. Bilindik bir söz. Kimi için berrak kimi için çamurlu. Tek fark bu. Yoksa bir gün yirmi dört saat değişmiyor.
Eksiklerle başladığımız bayram sabahları tam olduğumuz günlerin derin özlemi ile kutlanıyor. Camiden geldiğinde ellerini öpüp harçlık alacağımız babamız ya da ikramlıkları köşe bucak saklayan, her şeye rağmen yüzünde tebessümü eksik olmayan Ramazan yorgunu annelerimiz yoksa hüzün başköşeye oturuyor. Sesleri kulağımızda. İlgi arsızıyız. Kucaktan kucağa sevilmeye gidiyoruz. Kocaman fiyonklu saçlarımız, kabarık etekli bayram elbisemizle hepimiz masallardan fırlamış gibiyiz.
Mahallenin yaramaz oğlanları birazdan maytapları patlatacak ya da kız kaçıranlarla peşimize düşecekler. Herkesin mimlediği birisi var. İlk aşk halleri, öylesine çocuksu ki.. Biz mahallenin çocuklarını bir semt yukarıdaki cambaza götürecek ablalarımız, ağabeylerimiz. Onların da birlikte olabilmelerinin en güzel bahanesi. Derin ve anlamlı, nazik ve örtülü ilişkiler.
Anne babalarımız ikram yarışında ve “Ne olacak bu memleketin hali?” ile süregelen sohbetler.. Fikirler farklı olabilir ama kırmak incitmek asla.
Sonra komşu, akraba ziyaretleri. Aman kimse unutulmasın düşüncesiyle yapılmış ziyaret listeleri ve evde bulamama ihtimaline karşı önceden hazırlanmış “Geldik bulamadık, İyi Bayramlar” yazan not kâğıtları. Cep telefonu hayalimizde bile yok. Küçük hediye paketleri. Ziyaret edilecek ailenin ekonomik durumuna göre az ya da çok. Ama mutlaka incitmeyecek nezaketle takdim şart.
Yıllara yüklenmiş anılar giderek renksizleşiyor, kabalaşıyor, günümüzde değersizleşiyor. Bayram artık sadece tatil kaçamağı demek. Yorgun savaşçıların molası demek. O güzelim bayram coşkusu, komşuların birbirini tanımadığı, akrabaların düğün cenaze dışında bir araya gelemedikleri günümüzde, usulen telefonla kutlanan bayramlara bıraktı yerini. Telefon icat oldu, onunla halledilecek işlere angarya gözüyle bakılıyor. Oysa yüz yüze görüşmek, sıcaklık ve muhabbet katar ilişkilere.
Anadolu bayram geleneklerini inatla sürdürmeye devam ediyor. Keşke büyük şehirler büyük olmadan önceki hallerinde kalabilseydiler. Bir semtten bir semte gidebilmenin zulüm olduğu bu günlerde günah kimin acaba?
Zamanın ruhu diye de bir gerçek var. Yadsıyamayız. Şimdi şartlar ve anlayış değişti. Evladın anne babaya mecbur olduğu günler geride kaldı. Daha özgür, başına buyruk ve kendine özel ne dersek diyelim, yaşam biçimi benimsendi, aile bağları zayıfladı. Bayramlar ve özel günler anlamını yitirdi oysaki birlik ve beraberliğimiz için çok kıymetliydi
Şimdilerde bir araya gelinse de o eski sıcaklık yok. Herkesin elinde telefon. Dahası kocaman ekranlarda diziler izleniyor, sohbet kısır. Dilimiz gündelik üç beş cümleyle sınırlı kaldı. O da bayramlar gibi zamandan nasibini aldı. Sönükleşti..
Ramazan bayramının ayrı bir özelliği vardır. Nefsin dizginlendiği, tokun açın halinden anladığı, yardımlaşma amacı taşıyan “oruç” ayının bayramıdır.
Acıların, yoklukların, kanın, bebek ölümlerinin sıradanlaştığı coğrafyamızda insanlığımız da köreldi maalesef.. Televizyonu açıyorsunuz parçalanmış bebek bedenleri. Lokmalarınız geçmiyor boğanızdan. Yediğiniz tatlı bile zehirden acı oluyor. Çaresizliğe küfrediyorsunuz. Elinizden bir şey gelmiyor. Ramazanın o eşsiz mesajı havada kalıyor. Dinimizin emirleri bir yana insan olmak merhamet ve vicdanı gerektirirken görmezden gelmeyi yeğliyor gücü olanlar. Kısır çekişmeleri bayramda bile sürdürdüğümüze göre abartılı bir yorum yapmamış oluyorum.
Gönlüm isterdi ki bu bayramda çocuklar eski bayramlardaki kadar mutlu olsunlar. Anneler, babalar, gençler yarınlarından endişe duymasınlar. Devlet milletle, siyasiler hatta tüm uluslar birbirleri ile barışsınlar.
Gazze'de, Doğu Türkistan’da zulüm bitsin, Afrika’da çamur içmesin çocuklar ve insanlıktan umudum kalmadığı için duam göklerden gelen bir emirle dünya bayram yeri olsun..
Teşekkürler hocam