“Yapıştırma bıyık gibi”, güzel bir ifadedir. Eğretiliği, olmamışlığı net bir şekilde ortaya koyar.
Bu eğretilik, ifadenin kelime anlamındaki gibi fiziksel görünümle ilgili de olabilir. Görünüm, birçok insan için hayati önem taşır. İnsanlar, dış görünüşleriyle ilgili olarak kendilerini ifade etme ve başkalarıyla etkileşim kurma yolları bulurlar. Bu sebeple, kişisel stil ve tercihler, bireylerin kendilerini ifade etme şekillerinin önemli bir parçasıdır.
Bu bağlamda, "yapıştırma bıyık gibi durma" konusu, dış görünümün etkileyici ve özgün bir yönüdür. Düşündüğü ya da inandığı gibi kendini fiziksel olarak ortaya koymazsa o biçim o insanda “yapıştırma bıyık” olur ve her şartta sonunda illaki düşer. Çünkü o biçim için gerekli zihinsel ve yaşantısal altyapı o bireyde mevcut değildir. O altyapı, içselleştirme ve yaşantılama (inancı/fikri hayatın içine alma hali) olsa zaten bıyık, “yapıştırma” olmazdı.
Olduğun gibi görünme, göründüğün gibi olmanın “bireyselliği” yok sayıldığında, tornadan çıkartıldığı sanılan şey, asla “insan” olamaz. En fazla “mankurt” olur.
Mahalle baskısı, toplumsal dayatmalar derken “birey” yiter gider.
İnançlar ve ideolojiler, -bu deyişten mi etkilenildi bilmem ama- bilhassa erkek cinsinde “bıyık üzerinden” şekillerini ortaya koymuşlardır. Ülkücü bıyığı, komünist bıyığı, imam bıyığı vs. Bu bıyıklar kesmeden düşmezler belki ama taşıyan kişide temsil ettiği inanç ya da ideolojiyi ne kadar yansıtır bilinmez.
Şekle şemaile, giyim kuşama hatta giyim kuşamın çeşitlemelerine, kıla, tüye bu kadar anlam yükler ve bunun “geçer akçe” olmasını sağlarsanız elbette bunun istismarcıları da çıkacaktır. Böylece sakalını uzatan, örtüsünü takan dünyevi ve daha çok devletsel makam, mevkilerin sahibi olur. Görüntüsüyle hayatın her alanında insanları aldatır. Bu gibi insanlar mı daha çok istismarcıdır, yoksa onlara bu yolu açanlar mı? Bilemiyorum.
Süleyman peygamberden rivayet bir hikâye vardır.
Hikâye bu ya, bir grup kuş yerde yemlenirken karşıdan cübbeli, asalı bir adam görünür. Kuşlar telaşlanıp “kaçalım, insan evladı geliyor” derler. İçlerinde en yaşlı olanı şöyle bir bakar gelen insana doğru ve “o cübbeli, sarıklı bir din adamıdır, ondan bize zarar gelmez.” der.
Gel gelelim, kuşlara doğru yürüyen cübbeli insan, elindeki asayı savurup kuşlara zarar verir.
Bu olay üzerine yaşlı kuş o insanı şikâyet için Süleyman peygambere gider, durumu anlatır. “Cezayı sen belirle” der Süleyman yaşlı kuşa... Yaşlı kuş, kıssadan hisseyi şu sözlerle ortaya koyar.
“Cübbesini, sarığını çıkart onun. Çıkart ki başkaları da bizim gibi yanılmasın.”
“Kutsallarını” beşer denen sefile ve ondan da sefil ve aşağı “siyasetçilere” kaptırmış birey ve toplumların helak oldukları hakikati bir tarafa “makam, mevki” adına, dahası “dünya nimetlerine erişmek” adına edinilen “her bıyık” düşmeye mahkûmdur.
Bir de “iyi niyetli ama içinde olmayanı oldurmak” isteyenler var. Çokça da onaylamadığı tarafın karşısında olmak isteyenler… İnancı ve bağlı olduğunu ifade ettiği ideolojisine aykırı eylemlerde bulunmak zorunda kalsa da bıyık düştükçe tekrar tekrar takanlar…
“Aynadaki Öteki” adlı son romanımda bir karaktere söylettiğim sözdür.
“Hayatına yansıtmadığın inanç, ideoloji ve dünya görüşü yüzeysel bir süstür sadece.”
İnsanlar bugün çok “süslü” ama oluşturdukları hayatın ne olduğu ortada…
İcraatları belli yaklaşık çeyrek asırlık iktidara oy veren kimi “dindarların(!)” dudaklarının üzerindeki bademe bulanmış sarkık bıyıklarının “din vizyonu da” ortada…
Seçimden sonra “kimseye yardım etmeyeceğim artık” diyen kimilerinin dudaklarının üzerindeki “erdemli olma” arzusu da…
Bu arada çoğunluk unutmuş olsa da “depremzedelerin şanslı (!) olanları” konteynırlarlarda yaşam mücadelesi vermeye devam ediyorlar. Giden canlar, değişen hayatlar, televizyon programlarında gösterilenlerin aksine yüzde yüz gerçek dramlar…
Ne diyelim?
Bu şartlarda size de hayırlı bayramlar!