Türkiye genelinde bir içki yasağı uygulamasına geçildi.
Mevcut kanunlara ve Anayasa'ya uygun olmayan bir uygulama biçimi tercih edilerek.
Bu yol tarihte birçok kez denenmiş.
Yapılan yasaklar insanları daha çok cezbetmiş.
Osmanlı padişahları içerisinde ilk olarak Sultan II. Bayezid’in ferman yayınlayarak içki yasağını uygulamaya koyduğu bilinmektedir.
Devamında Kanuni Sultan Süleyman, I. Ahmet, III. Selim ve II. Mahmud içki yasağını katı şekilde uygulamaya çalışmışlar; fakat buna rağmen meyhanelerin sayısı azalmamış ve içki içenler kendileri için uygun şartları bulmaya devam etmişlerdir.
İçki yasağının en katı şekilde uygulanması IV. Murad döneminde olmuştur.
Fakat bu dönemde dahi gayrimüslim halkın yaşadığı Galata gibi yerlerde, bazı Müslümanların da kaçamak yaptığı meyhaneler bulunmaktadır.
Bektaşiler de bu grubun içerisinde yer almışlardır.
İçki yasağına bağlı anlatılan Bektaşi fıkralarında bu durum eleştirilerek zor şartlar altında içki içen, çoğu zaman yakalanan ve durumu mizahi bir hâle getirerek sıyrılmayı başaran Bektaşiler anlatılmaktadır:
Osmanlı Devleti’nin duraklama ve gerileme dönemlerinin işlendiği bu fıkralarda şikâyet edilen durum sadece içki yasağı değil, aynı zamanda devletin içinde bulunduğu kaotik ortamdır. Fıkraların çoğunda bu yasakların her fırsatta delindiğinin gösterilmesiyle, aslında kaybolan Osmanlı otoritesine vurgu yapılmaktadır.
..
Burada amaç insanları içki içirmekten vazgeçirmek olsa da yolun yanlışlığı ortadadır.
Halbuki bu işte Kur’an'ın işaret ettiği yollar tercih edilmeliydi.
İçki içmek haram, ancak Allah bu işin sonunda bir tevbe kapısı açmış.
İnsanlar oradan geçecek ki Allah da af edecek.
Siz insanları sıkılayarak imana getiremezsiniz.
Ayrıca bu iş peygamberlere bile verilmemiş. Onların görevi de sadece tebliğ etmektir.
İnsanlara hidayet verecek olan Yüce Yaradandır.
..
Bakara suresi 272. Ayette ;
“Onları hidayete erdirmek sana ait değildir. Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir" buyurululmakta.
Yine Kasas suresi 56. Ayette ;
“Kuşkusuz sen istediğini hidayete erdiremezsin. Ama Allah dilediğini hidayete erdirir ve hidayete erecek olanları en iyi O bilir" buyurulmaktadır.
Allah insanların kendi akıl ve iradeleriyle hareket ederek bu sonuca varmalarını istemektedir.
Kaldı ki bu sert ve katı tedbirler onları daha da çok kamçılamaktadır.
Yaradan Peygamberin Firavuna gitmesini isterken dahi onunla konuşurken yumuşak olmasını emrediyor.
"Ona tatlı, yumuşak bir tarzda hitab edin.." (".. hikmetle, güzel ve makul öğütlerle dâvet et." (Nahl, suresi ayet125)
Yine Taha suresi 44. Ayette :
“Ona kavl-i leyyinle = Yumuşak bir sözle (tatlı, yumuşak bir tarzda) hitap edin. Olur ki aklını başına alır yahut hiç değilse biraz çekinir.” Buyurulmuştur.
Üstelik yumuşak söz söylemelerini emreden Allah, bizzat o sözlerin ne olduğunu da bildiriyor:
“Haydi varın da şöyle deyin ona: 'Rabbin tarafından gönderilen elçileriz biz sana! İsrailoğullarını bizimle gönder ve işkence etme onlara! Rabbinden bir belge ile geldik biz sana. Kurtuluş hastır, bu doğru yolu tutanlara! İnan ki bize: “Dini yalan sayıp ondan yüz çeviren, mutlaka azaba uğrayacaktır!” ' diye vahyedildi.” (Tâhâ suresi ayet 47-48)
..
Görüldüğü üzere, burada çok yumuşak ve makul öneriler ve ikna edici bilgiler sunuluyor.
İçi titrerse hidayet verecek olan Allah’tır.
İçi titremezse cehenneme koyacak olan da Allah’tır.
İnsana düşen sadece tebliğ etmektir.
Peygamberlerin bile hidayete erdirme yetkisi yoktur.
Onlara verilen görev de sadece tebliğ etmek.
Bunu Yüce Yaradan Rad suresi ayet 40 da şöyle bildiriyor ;
“Senin görevin sadece tebliğ etmektir; hesaba çekmek bize aittir"
Eğer insanları hesaba çekmek adına bu işler yapılıyorsa bilesiniz ki yanlış yoldasınız.
..
Diyanet işleri başkanlığının elinde bulunan elemanlarca bu tür satış yapan yerlere tebliğ metodu uygulanmalıdır.
Rabbim belki de onları ıslah edecek fırsatı bunların vasıtasıyla verecektir.