Ülke olarak çok zor günlerden geçiyoruz. Aklın vicdanın firarda olduğu bu günlerde ruh sağlığımız için sığınılacak en iyi limandır müzik. Çünkü o ruhun gıdasıdır.
Sözlerin düşünmeden, nereye ve kime gideceği hesaplanmadan toplumun ortasına bomba gibi atıldığı bu kara günlerde, sadece notalara sığınmak en şifalısı gibiydi ve öyle de yaptım. Beethoven’in “İnsanlığın acılarına katlanma cesaretinin insan olmanın en önemli özelliği olduğunu, kuvvetin ahlak, yaşama sevincinin de bir görev olduğunu “ anlatıyor diye yorumlanan 9. Senfonisini dinliyorum.
Hüzün notaları esir almışken gönlüm eziliyor; Gazze bu bayramda kan ağlıyor. Bebekler acımasızca katlediliyor. İnsan olan isyan ediyor, dini milliyeti fark etmiyor. Sadece vicdan ve merhametine sığınarak haykırıyor. Benim dinim “Mazlum kim olursa olsun yanında ol” diyor.
Yoksulluğun bayram coşkusunu örttüğü, karmaşa ve kaosun dalga dalga yayıldığı sevgili vatanımın, bir bilinmezliğe doğru sürüklendiğini davul sesleri hatırlatıyor.
Ne yönetenlerin ne yönetmeye aday olanların umut vermediği eskinin “mahalle bebesi” ağzıyla nutukları ki nutuk demeye bin şahit lazım, belden aşağı seviyesiz söylemleri edebiyatı yaralıyor. Söz sanatları firarda. Keman devreye girerken, o nahif o zarif seviyeli dokundurmalarla adeta sözcükleri dans ettiren ve o sözlerle tarihe not düşen siyasetçiler, bir bir gözümün önünden geçiyor. Rahmet diliyorum ayırmaksızın ve hepsinin gerçek bir vatansever olduğunu tasdik ediyor vicdanım.
Yolsuzlukların, çalıp çırpmaların es geçilip, karşılıklı ithamlarla, insanların illaki bir taraf olmaya zorlandığı, “Benim hırsızım benimdir sahip çıkarım” kafasıyla toplumu tam ortasından ikiye bölenler, mahşerde bunun hesabını nasıl verecekler? “Bölünmeyin” diyen bir dinin mensubu değil miyiz? Ondan önce kamu malına el uzatanın asla affı olmadığını nereye gömdük?
Notaların ritmi neşeye dönüşürken o müthiş ayet geliyor gözümün önüne “Umutsuz olmayın, ben varım” diyor yüce yaradan. Ve bizim beklentilerimizin, endişelerimizin nasıl boşa çıktığına, hiç beklemediğimiz anda müjdeler aldığımıza defalarca şahit olmuyor muyuz? Görmek ve bilmek istersek tabii. İçim rahatlıyor..
Notalar birbiriyle öne çıkmak için yarışırken hayatın tek düze olmadığını, o iniş ve çıkışların bizi “insan” yaptığı gerçeğini hatırlatıyor. Ders alıyoruz, kendimizi sorguluyoruz. Düştüğümüz yanlışların nedenlerini bulmak için aklımızı kullanıyoruz. O, “Akıl etmez misiniz” demiyor mu? Tanrıdan af dilemek bu değil mi?
Müziğin evrensel dünyasında yol alırken ülkemin en temel sorununun evrensel normlardan uzak kalmak olduğunu düşünüyorum. Ve benim dinimin tam da böyle bir insan ve toplum önermişken, sahte eklemelerle yozlaştırılmış ve olabildiğince kendi gerçeğinden uzaklaştırılmış olduğunu da düşünüyorum.
Medeni insan, insan gibi yaşama normlarını yandaşlığa kurban etmez. Gözümüzün içine baka baka çöpe dönüştürülen insani değerlerimizi nasıl temizleyecek ve hayata geçireceğiz? Hak, hukuk, adalet iyi güzel de, sadece senin için olursa işte böyle kimliksiz, biatçı, yetersiz, üçüncü dünya ülkeleri gibi yaşamaya devam ederiz.
Notaların sihirli dünyasında, kardeşlik, özgürlük, bazen hüzün bazen coşku, umut ve sonsuzluğa mutlak bütüne uzanan anlam dünyasından, yozlaşmış gerçekliğe dönmek, kemanın ağlamasından daha hüzün verici.
Tüm dinlerin harmanlandığı dinimiz tam da bir senfoni gibidir. İnsanla ağlayacak, insanla güleceksin, düşünecek, karmaşalarda O’na sığınacak ve umutsuz olmamaya, bölünmemeye, merhamet ve vicdanımızı kaybetmemeye özen göstereceksin.
Senfoni biterken son nokta buydu; aksi takdirde yeniden kurulmaya çalışılan dünya düzeninde hepimiz sadece birer “köle” olacağız.