Hafta sonu evime yakın AVM'de karşılaştığım bir manzara beni mutlu etti. Çarşaflı bir anne ve yanında şortlu güzeller güzeli bir genç kız şakalaşarak yürüyorlardı. İkisi de birbirinden hoşnuttu. Bunu açık ve net görebiliyordum tavırlarından. Bir hayli izledim onları. Yüzeysel bir bakış açısı gibi gelebilir ama birbirlerini sindirmek kolay değil. Aile, yetmedi mahalle, yetmedi toplum ve ait olduğun katmanı aşabilmek herkesin harcı değildir. Muhtemelen sevgilerini önceleyerek aştılar tüm bunları.
Kendimize benzeyen insanlarla yol almak gerektiği konusunda şartlanmışız. Yüce Tanrı’ı ruhundan üflemiş ve yanına da nefsi koymuştur. İsteseydi günahsız, birbirinin aynı olan varlıklar olarak yaratırdı insanı. O zaman bu kavgalar bu kaos olmazdı. Sık sık Kuran’da tekrarlandığı gibi "Akıl etmez misiniz?" diyerek akıl verdiğini, "Diller ve renkler ayetimdir." diyerek farklılığı tercih ettiğini görüyoruz.
İnsan Tanrı’nın yazısıdır. Kainat da öyle. Asırlardır yazılan sınırsız eserde sayısız insan karakteri anlatılmıştır, biri diğerine benzemeyen. Ve yine asırlardır süren ardı arkası kesilmeyen keşifler de öyle. Farklı zeka ve aklın işidir. ”Oku!” diyerek bu farklılıkları görmemizi istiyor.
Suretlerimiz bile birbirinin aynı değildir. Farklı niyetlerle yola çıkarak klonlanma macerası da kimseyi mutlu etmedi. Aynısının tekrarı olan her şey sıkıcıdır. Adı orman olan ağaç topluluğunda bile yüzlerce renk ve şekil bulursunuz. Ve doğayı süsleyen çiçekler; ne renkleri ne şekilleri aynı. Adı aynı olan bitkiler, coğrafya ve iklime göre bile aynı değil. İşte “Oku!” nun sırrı.. İnsan anatomisi aynı olabilir ama davranış, akıl, eğilim, zeka, ruh dünyası, aynı ailede bile aynı değildir. Gelenek denilen, adet denilen çarklar kırılarak insan çağımızda özgürleşmek istemiştir. Kabuklaşmış hatta kömürleşmiş değerler sistemini yok saymak bir çok acıları da beraberinde getirse de çağımız bunu aşacak bir zaman dilimidir.
Aynı evde aynı terbiye ile büyümüş çocuklar ne kadar farklıdır. Annelerine sorun size her evladının karakterini anlatsın. Ama aynı anneler ve babalar evlatlarının kendi çizdikleri dünyada yaşamalarını ve davranmalarını isterler. Farklı bir birey olduklarını kabul etmek korkutur onları. Kendilerinden ayrı, farklı olmaları onları kaybedecekleri, aralarına mesafeler gireceği gibi, yetemeyecekleri endişesini de getirir beraberinde.
Birbirinin aynı olan yemeği kaç kez yemek ister insan? Bizim gibi düşünen, davranan insanın da farkı yoktur bundan. Yemeği nasıl çeşnilendirmek isterseniz insan da öyle. Yaşadığımız çevre de sosyalleşiyoruz Birbirimizden o kadar çok şey öğreniyoruz ki. Güzel davranışlar, başarılar örnek olurken, gereksiz hırslar, kıskançlıklar, kötü davranışlar da caydırıcı oluyor. Her ikisinin kazanımlarını görüyoruz artı ya da eksi. Bu yüzden birbirimizin aynasıyız.
İnsanlığın yaradılışından bu yana bu farklılıklar varken hala birilerinin ütopyasında tek tip insan var. Sürü ve mankurtlaşmış bir toplum istiyorlar. Gütmek ve köleleştirmek için ağızlarının suyu akıyor. Bu korkunç dilek ancak farklılıklarımızın zenginliğimiz olduğu gerçeğiyle bertaraf edilebilir.
Her birey içindekini söyleyebilmeli. Zararlı ise bedelini öder. Ama söyleyebilmeli. Söylenmemiş, dile getirilmemiş her şey çıbanlaşır. Dünyayı nasıl algıladığı, nasıl yaşamak istediği onun tekelinde olmalı. Yanlışsa, kendisine, birilerine zarar veriyorsa, bedelini öder. Sınırsız özgürlükten bahsetmiyorum. Bireyin özgürlüğü, diğerinin sınırlarını aşsın demiyorum. O sınırlar içinde kendisi olsun. Her yanlışın bile öğreten bir tarafı olduğunu biliyoruz. Nasihat dediğimiz şeyin buza yazı yazmak olduğunu biliyor çağımız insanı. Somut elle tutulur gerçeklere inanılan bu zaman diliminde deneyimleyerek öğrenmeyi tercih ediyor.
Evliliklerin, ilişkilerin başarısızlığı en başta söylediğim gibi bize benzeyeni istememiz. Zaman içerisinde yeni hiçbir şeyi sunamayan, giderek sıradanlaşan, heyecanını yitiren birlikteliklerde insanların yeni mutluluk arayışlarına yelken açması da tam bu yüzden. Tatmadığımız şeyleri sevmeyeceğimiz gibi de bir algımız var.
Kısacası farklılıklar Tanrı’nın armağanıdır. Eş, iş, arkadaş seçiminde farklılıklardan korkmamalıyız. Bizim gibi düşünmeyen, bizim gibi konuşmayan, bizim gibi giyinmeyen, renkleri, zevkleri farklı insanlarla birlikte olmaktan korkmamalıyız. Eksiklerimizin tamamlayıcısıdır onlar. Mükemmel olmak Allah’a aitse biz de onun ruhunu taşıyanlar olarak arayışlarımızı ve sınama yanılma yoluyla en iyi olmaya gayretimizi sürdürmek zorundayız.
Siyasilerin de inatla kendi gibi düşünen kitleler yaratmak yerine farklı kitlere de kendilerini kabul ettirme çabası olmalı. Vatandaş tek renkli olamaz. O çok renkli insanların da onayını almaya çabalamalı, onları oldukları gibi kabul edip, daha mutlu daha huzurlu yaşam şartları sunmak için çalışmalı. Ülkemizin içine düştüğü bu bezgin, mutsuz siyah beyaz tablo ancak o zaman renklenecektir. Tıpkı vatanı kurtarmanın mutluluğu ile birbirini kayıtsız şartsız kucaklamış o ilk meclisimiz gibi. İtelemek, ötelemek, aşağılamak, yok saymak bize sadece kin nefret getirdi. Sarılarak renklenerek ufkumuzu açma zamanını geçirir isek, her şey için çok geç olacak korkarım ki…