Cenab-ı Allah’ın El-Hakk olarak zikredilen esmalarından bir esması olup, El-Hakk, varlığı hiç değişmeden duran ve mevcut olan zatın ismidir, varlığı daima sabittir anlamında kullanılır. Allah’ın zatı, yokluğu kabul etmediği gibi, herhangi bir değişikliği de kabul etmediği için var olan sadece Allah’tır ve bu varlık El-Hakk olarak tanımlanır. Bu yazımızdaki konumuz ise adil ve değişmeyen, değiştirilemeyen gerçek doğru anlamında kullandığımız Hak’tır. Bir şeyin Hak oluşu onun en doğru oluşundadır. Bu sebeple, Hak üzerine olmak, gerçek doğru olan neyse onu yerine getirmektir. Cenab-ı Allah, Bakara Suresi, 42. Ayeti kerimesinde,
Hakkı batıl ile örtmeyin ve hakkı gizlemeyin. Kaldı ki siz gerçeği biliyorsunuz.
buyurarak, “Doğruları kendi çıkarlarınız öyle gerektirdiği için yalan ve yanlışlarla örtüp, yalana ve yanlışa, doğru demeyin” demektedir. Bir şeyin doğruluğu onun Allah’ın rızasını taşımasından gelir. Allah’ın rızasını taşımayan hiçbir şey doğru yani Hak olamaz. Allah, biz kendisine inananlara Kendi rızasının olduğu ve olmadığı şeyleri tanımlamıştır. Kişilerin kendilerine göre türettikleri ama Allah’ın rızasına uygun düşmeyecek şeylerin Hak olması mümkün değildir. Bu sebeple bizler, kişilerin tanımına ve söylemine değil, Allah’ın, Kur’an’ın, Peygamberimiz Hz. Muhammed ve O’nun kutlu Ehlibeytinin neyi nasıl tanımlayıp söylediğine bakmalıyız. Bakara Suresi, 147. Ayeti kerimede,
Gerçek, Hak olan Rabbinden gelendir. Şu hâlde sakın kuşkuya kapılanlardan olma.
denilerek vurgu yapılan hakikat budur. Biz inananlar, hayatımızı Hak üzerine yani Allah’ın rızasının olduğu doğrular üzerine düzenleyip yaşamalı, her koşulda, her durumda Hak neyi gerektiriyorsa onun üzerine olmalıyız. Allah’ın rızası üzerine yani Hak üzerine yaşamak için nasıl olmalıyız? Rad Suresi 22. Ayeti kerimede,
Onlar, Rablerinin rızasına ermek için sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli olarak ve açıktan Allah için harcayan ve kötülüğü iyilikle ortadan kaldıranlardır. İşte bunlar için dünya yurdunun iyi sonucu vardır.
denilerek Allah’ın rızasını nasıl kazanacağımız anlatılmaktadır. Öncelikle sabretmemiz gerekiyor. Neye sabır? Bir yönümüz beşer olan bizlerin, beşeriyetimizin dünyadan dünya için yaratılmış olmasıyla beşerî yönümüzün, ihtiyaçlığını giderme sonucu dünyevî yaşamsallığımızı devam ettirme muhtaçlığı vardır. Yemek yiyip su içmek, giyinmek, barınmak gibi temel ihtiyaçlarımızı giderme derdine düşeriz. İşte sabır burada devreye giriyor çünkü bu ihtiyaçları giderme şeklimiz Allah’ın rızası bulunan Hak üzerine ya da rızası olmayan batıl üzerine de olabilir. Batıl üzerine sürdürülen yaşam içerisinde, ihtiyaçlarımızı giderme arzusu, bizleri yalana, hırsa, çalmaya, hak yemeye, haksız kazanç elde etmeye, yetim malına göz dikip ele geçirmeye sevk edebilir. Yaptığımız işi hakkıyla değil de menfaatler neyi gerektiriyorsa o şekilde yapmaya itebilir. Görevimizi kötüye kullanmaya yöneltebilir. Batılı yaşayan birey tüm bunları yapar ve yapmakta sakınca görmez çünkü o, Allah’a inandığını dille söyleyen ama kalbiyle inanmayan olduğundan Allah’ın rızası bulunmayan tüm bu batıl işler üzerine olabilmektedir. İşte biz Allah’a inananlar, Allah’ın rızasını kazanmak için bu işlerin içine girmeye, batıl üzerine olmaya sabredeceğiz. Kazancımız kadar yaşayıp asla doğrudan sapmayacağız. Kişiyi felakete sürükleyen, kendisine zulmetmesine sebep verdiği için zulmanî vasıflar diye tanımlanan öfke, kibir, gurur, hırs, intikam, nefret, kin, haset, cimrilik gibi hayvani özelliklere de sabır bizi Allah’ın rızası üzerine kılar. Öfkelenmeye sabır zulmü engeller de öfke yerine hoşgörü dolar kalbimize. Öfke kalbi karartırken hoşgörü nurlar. Yardıma muhtaç birisini gördüğümüzde bilmeliyiz ki bu kişiyi Allah bizi seçip karşımıza çıkarmıştır. Cimriliğe sabredip elimizden geldiğince yardım etmeliyiz. Cimrilik kalbi karartır, cömertlik nurlandırır. Kendimize yapacağımız en büyük iyilik, zulme karşı sabır sonucu rahmaniyet üzerine yaşayarak kalbimizi nurlandırma sonucu Allah’ın rızasını kazanmaktır. Unutmamalıyız ki dünya yok olucudur! Madem ki dünya yok olucu o zaman sabretmek yerine, yok olucuya yönelip batıl işler yaparak Allah’ın rızasına yok olmayalım. Sabredip Allah’ın rızasında var olalım.
Ayet bizlere, namazımızı dosdoğru kılmak gerektiğini söylemektedir. Namazı dosdoğru kılmak, namazı sadece ve sadece Allah rızasını kazanmak için kılmakla mümkündür. Gurur ve kibir vesilesi yapmadan, namazımızla varlık giyip kendimize bir üstünlük vermeden, namazımızı insanları kandırmak için kullanmadan, sadece şeklen değil kalben kılmaktır. Gösteriş için, kandırma aracı olarak ve kıldığımız namazla varlık giyinerek kılınan namaz Allah’ın rızasının dışındadır. Yaşantımızda yalan, dolan, hile, kandırma gibi işler varken kılınan namaz dosdoğru namaz değildir. Ayet bizlere, “Kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli olarak ve açıktan Allah için harcayan ve kötülüğü iyilikle ortadan kaldıranlardır” diyerek Allah’ın rızasını kazanmak için yardımsever, paylaşımcı ve kendimizden daha zor durumda olanları, gösteriş için değil gerçekten korumamız ve gözetmemiz, onlara yardım etmemiz gerektiğini söylemektedir. Kötülüğü iyilikle yok etmek, Hakk’ı batılla örtmemektir. Doğru olan neyi gerektiriyorsa onu yapmak, batıl olandan uzak durmaktır. Dünya, Allah’ın Kendi rızası üzerine Hak olarak yarattığıdır. Enam Suresi, 73. Ayeti kerimede,
O, gökleri ve yeri hak olarak yaratandır. O'nun "Ol" dediği gün her şey oluverir, O'nun sözü haktır. Sura üfürüldüğü gün, mülk O'nundur. O, gaybı ve müşahede edilebileni bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibi olandır, haberdar olandır.
denilerek bu gerçek beyan edilir. Dünyanın Hak olarak yaratılması, dünyada yaratılan her şeyin mevcut ve mümkün haliyle olması gereken doğru üzerine bulunduğudur. Ağaç meyve verir, toprak ekin verir, inek süt verir, yağmur yağar, güneş doğar gibi tüm yaratılanlar, yaratılma gayesiyle doğrular üzerine bulunur. Biz insanlar da Allah’ın rızası bulunan işlerde ve söylemlerde bulunup Hak üzerine olmalı, Hak üzerine olmayı asla ve asla terk etmemeliyiz. Kendimiz ve mazlumlar için doğru neyi gerektiriyorsa onu yapmalıyız. Görevimizi Hak üzerine yerine getirirken batıldan uzak durmalıyız. Al-i İmran Suresi, 86. Ayeti kerimede,
Kendilerine apaçık belgeler geldiği ve elçinin hak olduğuna şahit oldukları halde, imanlarından sonra küfre sapan bir kavmi Allah nasıl hidayete erdirir? Allah, zulmeden bir kavmi hidayete erdirmez.
denilerek bu gerçek anlatılır. Allah’ın kulu olmak, rızasını kazanmak ancak ve ancak Hak üzerine olmakla mümkündür. Hak üzerine olan Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet etmeye erer de şehadeti olur. Şehadeti olmayan henüz Hak üzerine olmayı başaramamıştır.
İçinde bulunduğumuz şu günlerde, Devletimiz, milletimiz, çocuklarımız ve onların geleceği ve zalimlerin elinde zulüm gören tüm mazlumlar için Mehmetçiklerimiz, Hak üzerine Haklı olarak duruma müdahale etmektedir. Mevlam, zalime karşı mazlumu koruyan, Hakk’ı gözeten, bu uğurda şehadet şerbeti içmeyi şeref sayan tüm Mehmetçiklerimizin ve insanlarımızın Yar ve yardımcısı olsun, sağlık, huzur, güven içinde görevlerinde başarılı olma gayretlerini daim eylesin.
Allah Allah